Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Gelincik (Sinopsis)

Gelincik (Sinopsis)
 

Zel, sabahleyin önlüğünü giyer, saçlarını tarar, yanlardan örük yapar, çıkmaya hazırlanır. Kapı aralığından bakar, babası Sofu Abuzer kırçıl sakalıyla avluda sinirli gezinmektedir. Ufak zeytin tanesi gözleri bir karış uzunluğundaki sakallarının içinde yitiktir.

Zel kapı aralığından babasını görür, korkar, dışarı çıkamaz, çaresiz ağlar ve önlüğünü çıkarır, yatağının üzerine özenle bırakır, küçümencik elleriyle okşar. Mendiliyle gözyaşlarını siler, katlar ve önlüğünün cebine yerleştirir. Sonra dışarı çıkar, önlüksüz olunca babası bir şey demez. Köy evlerinin arasından okulun yanına gider. Arkadaşları, ak papatyalarla, kırmızı gelinciklerle süslü bahçede “el sende”, “birdirbir” oynamaktadır. Öylece uzaktan boynunu büker, onları izler. Sonra öğretmeni çıkar sınıftan, nasıl da özlemiştir onu Zel. Öğretmen önce oynayan çocuklara bakar, sonra boynunu bükmüş Zel’e… “Gel” işareti yapar eliyle, Zel babasından korkar, gitmez, geriye döner ve köye doğru koşmaya başlar. Günlerdir, böyle gelir, arkadaşlarını izler, öğretmeni çağırınca kaçar, gider.

Bugün gelip götürecekler onu. Tanımadığı, görmediği bir adama verecekler.

Annesi birkaç kadınla odaya girer, onu alıp başka odaya götürürler, kadınlar yabancıdır, ona yeni elbiseler verirler. Elbiseleri giyer Zel. Sonra başına kırmızı bir tülbent örterler, yüzünün her tarafı kapanır. Tülbendin altından her şeyi kırmızı görmeye başlar. Oda sanki gelincik tarlasıdır. Evin avlusunda birkaç sofu arbana eşliğinde zikir eder. Hepsi de uzun, ak giyitli. Kol kola girmişler, ilahiler eşliğinde eğilip kalkarlar. Zikirden sonra kadınlar Zel’in koluna girerler, onu götürecekler. Zel annesinin, babasının ellerini öper, ağlar. Kadınlar onu alıp bir dolmuşa bindirir. Dolmuş toz duman kaldırarak hareket eder. Köyün çıkışında tam da okulun önünden geçer. Arkadaşları bahçede oyun oynamaktadır, içi burkularak bakar onlara Zel, sonra öğretmenini görür kapının önünde, kısa süre göz göze gelirler. Öğretmen boynu bükük arkasından bakmaktadır dolmuşun, Zel ağlar yüzünü cama dayayarak.

Dolmuş epey yol alır. Zel şimdi hiç görmediği, tanımadığı bir köyde. Şeyhin evinin önünde durur dolmuş. Yine uzun ak giysili sofular arbana eşliğinde zikir yapmaktadır.

Zel bir odaya alınır. Şimdi hiç tanımadığı kadınların arasındadır, başında yine kırmızı tülbent vardır ve oda yine gelincik tarlası gibi görünmektedir. Çok geçmeden odaya uzun ak saçlı birkaç adam girer, kadınlar ayağa kalkarak saygıyla kenarda beklerler. Zel de ayakta beklemektedir. Gelenlerden biri imamdır. Nikâh kıyacaktır. İmam, Zel’i yanına çağırır ak sakallı bir adamın yanına çökmesini söyler. Söyleneni yapar. Siyah cübbesinin altında ufacıktır imam. Durmadan Kuran’dan ayetler okumaktadır. Zel bir ara cesaretlenerek tülbendin altından yanındaki adama bakar. Evleneceği adamdır bu. Gözlerine inanamaz, dünyası yıkılır. Adam babasından daha yaşlı, kamburu çıkmış, uzun aksakallı, sarıklıdır. Daha önce bir kez evlerinde gördüğü şeyhtir bu. Dedesi yaşındadır. Gözleri kararır, elli ayağı titremeye başlar. Başı döner. Ağlar. Bir kadın kolundan tutar, sıkar. Susturmaya çalışır. İmam nikâhlarını kıyar. Erkekler tekrar çıkarlar odadan.

Zel yıkılmıştır. Öylece çöker, ağlar, ağlar.

Akşam olmak üzeredir.

Zel bu odadan kurtulmanın çarelerini düşünmektedir. Kadınlar avluda yemek pişirme telaşındadır. Taşların üzerine konulmuş kocaman kazanlarda yemekler pişmektedir. Çıkan yalımlar kazanların kenarından yükselmektedir. Zel bir ara yalnız kalır. Ürkek adımlarla kapıya doğru yürür. Yemekle uğraşan kadınlara bakar, sonra ayakkabılarını giyer ve usulca dışarı çıkar. Kimse onu fark etmemiştir. Hava karardığından köyün dışına çıkana kadar da kimseye rastlamaz. Hızlı adımlarla yamaçtan tepelere tırmanır. Köyün bu yanı, yüksek dağlara çıkmaktadır. Duvağını çıkarıp yere atar. Nefes nefese ilerler. Yükseklere çıktıkça serin yeller eser. Elbisesi havayla şişer, adım atmakta zorlanır. Dağın en yüksek yerine gelince kalbi duracak gibidir. İki eliyle dizlerine dayanır, derin nefes alır. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmemektedir. Açtır, hava soğuktur. Durup biraz dinlenince bu kez titremeye başlar. Koca bir kayanın dibine çöker ağlar.

Hava iyice kararmıştır. Orada o karanlıkta saatlerce titrer, ağlar. Vahşi hayvanların anlaşılmaz, korkunç sesleri duyulmaktadır. Ürkekçe etrafına bakar, korkuyla titrer. Yaşlı gözleriyle aya, yıldızlara döner, bir umut, bir mucize bekler. Sonra dalıp gider uzaklara, annesini, okulunu, öğretmenini, arkadaşlarını hayal eder. Saçları örüklüdür, üzerinde önlüğü vardır. Ellerinde bir demet ak papatya ile öğretmenine doğru koşmaktadır. Öğretmeni çiçekleri alır, gülerek saçlarını okşar. Sonra arkadaşlarının arasına karışır, hep beraber “el sende” oyununu oynarlar. Bir de annesini görür, ak giyitler içinde bir melek gibi gülümsemektedir. Kollarını açmış onu beklemektedir. Koşar Zel, koşar ama bir türlü kucaklayamaz annesini. Rüzgârın uğultusu, bir yabanıl hayvanın sesi karanlık gecede ürkütür onu, korkuyla gözlerini açar, yeniden etrafına bakar titreyerek. Kocaman ve korkunçlaşmıştır gözleri. İyice büzülür, saklanır kayanın kuytusuna.

Şeyh ve köylüler ellerinde fenerler, uzun meşaleler her yerde onu aramaktadır. Her çalının, her kayanın altı didik didik edilmektedir. Gecenin karanlığında bir ışık seli yavaştan dağın doruğuna doğru akmaktadır.

Sabaha karşı Zel’i bir kayanın kuytusunda iki büklüm, ıslak, yaralı bir keklik yavrusu gibi titrerken bulurlar. Gözleri kocaman açılmıştır, elleri, ayakları, tüm bedeni titremektedir. Fal taşı olmuş gözleriyle yüzüne tutulan ışığa bakarak çığlık atmaktadır. Keklik yavrusu gibi kayanın kuytusuna iyice sinmeye çalışmaktadır. Şeyh iri cüssesiyle yaklaşır, pençelerini uzatır, yakalar onu ve dışarı çeker. Çığlık atmaya devam eder Zel, Şeyh suratına bir tokat indirir. Dudaklarının kenarından kan akmaya başlar. Şeyh kollarından tutar, peşinden sürekler.

Zel burada değildir artık, o arkadaşlarıyla birlikte ak papatyaların, kırmızı gelinciklerin arasında evcilik oynamaktadır. Bugün, “en güzel kahkahayı kim atar?” oyununu oynayacaklar. En güzel o gülmeli… İçten, yürekten atmalı kahkahalarını, birinci olmalı. Herkesi geçmeli… İşte öğretmeni karşısında, güleç yüzüyle.

Gülmeye başlar, kahkaha atar Zel. Elleri meşaleli adamlar dönüp şaşkınlıkla ona bakarlar. O gülmeye devam eder. Şeyh avuçlarını yukarı açar, dua okumaya başlar.

Zel burada değildir artık…

Ak papatyaların, kırmızı gelinciklerin arasında koşmakta, sevinçle gülmektedir.

Ayaklarının altında kalan bir gelinciğin, taçları dökülür, dalları çırılçıplak kalır.

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..