Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '07

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Gelinciklerin dansı: Belçika'dan Adana'ya (2)

Gelinciklerin dansı: Belçika'dan Adana'ya (2)
 

Yağmur gelincikleri seçemeyecek kadar artıyor… Artık ayrılık zamanı. Çatalan Barajı kıyısındaki köye doğru ilerliyorum. Kenarlarındaki çam ağaçlarıyla sınırları belirlenen dar ve bozuk asfalt boyunca yavaşca ilerlerken birkaç yıl önce KKTC’nin Dipkarpaz Bölgesi’ndeki yeşil zeytinliklerde gördüğüm gelincik tarlalarının muhteşem, büyülü görüntüsünü ve daha sonra "Flanders Fields (Flander Kırları)"ını hatırlıyorum. Flander Kırları’nın buruk öyküsünü ve günümüzde hala süren savaşları düşünüyorum. İnsan belleğini, bilgisayar belleğine benzetirsek, unutulmaz, silinmez ama çok az şeyi depolamaya muktedir bir ROM bölümü vardır ya. Dizelerini hayal meyal hatırladığım bu şiirden çok öyküsü bellek sistemimin ROM bölümünün bir kenarında kalmayı başarabilecek kadar şanslıymış.

Birinci Dünya Savaşı tüm hızıyla sürmektedir. Bindokuzyüzonbeş yılının Mayıs ayının ikinci gününde Belçika’nın Flander Bölgesi’ni bir an önce elegeçirerek Batı Cephesi’ne hakim olmak isteyen Alman buldozerleri İngiliz ve Fransız birleşik kuvvetleriyle karşılaşır. Tarihe “II. Yrpres Muharebesi” olarak geceçek korkunç çarpışmaların ardından güneş sessiz savaş alanına yeniden doğarken İngiliz Ordusu’ndan Kanadalı Doktor Albay John McCrae bir cankurtarandan (ambulans!) Flander düzlüklerine baktığında sıralar halinde dizilmiş geçici mezarlardan oluşan ürkütücü savaş manzarasıyla karşılaşır. Ölen askerlerin sıra sıra dizilmiş mezarları arasında hafif bir meltemle vurduymaz şekilde danseden narin ve kırmızı gelincikleri görür. O kadar çok gelincik vardır ki, o an onları savaşta ölen arkadaşlarına benzetir ve kendini düşünmeden korkusuzca ölüme koşanların cesaretlerine hayranlık duyar. Ama daha çokça savaşın merhametsizliği ve yıkıcılığını düşünür. Gelinciklerden öyle etkilenir ki onları ölen arkadaşlarının dirilişi olarak düşler. Sonra, eline bir kağıt ve kalem alarak sadece birkaç dakika içinde aşağıdaki şiiri yazar. 5

Flander Kırlarında*

Flander kırlarında gelincikler açar
Sıra sıra, haçlı mezarlar arasında,
Yerlerimizi gösteren; ve gökyüzünde
Hala cesurca öten tarla kuşları uçar
Hafifçe duyulur aşağıda silahlar ortasında

Bizler öldük. Birkaç gün önce
Yaşıyorduk, şafağı hissettik, günbatımının kızıllığını gördük
Sevdik ve sevildik, ve şimdi yatıyoruz
Flander kırlarında.

Düşmanla savaşımızı yüceltmek için
Vurulan ellerimizden meşale fırlatıyoruz size
Sizlerin yüksekte tutmanız için
Ölen bizlere sözünüzden dönerseniz
Biz uyumayacağız, gelincikler açsa da
Flander kırlarında

(*Çeviri yazar tarafından yapılmıştır. Orijinal metin yazının sonundadır)

McCrae'nin komutan arkadaşları şiiri okuduklarında duygulanırlar ve onu yayınlamasını isterler. Şiir, ünlü İngiliz dergisi Punch‘a gönderilir ve 8 Aralık 1915’te dergide o zamana kadar kullanılmayan bir yazı tipiyle yayınlanır. Şiir öylesine etkiler ki savaşa canlar gönderenleri ve verenleri, önce tüm Britanya’da ve daha sonra tüm müteffik ülkelerde dalga dalga yayılır. Çabucak diğer Batı dillerine çevrilir. İşte bu andan sonra gelincikler “yaşam”, “savaşta ölüm ve yeniden diriliş”in simgesi olur. Dahası Kanada ve diğer bazı ülkelerde bir anma günü simgesi olur. Britanyalılara göre çiçeğin kırmızı taç yaprakları savaş alanında dökülen kanı; ortadaki sarı ve siyah ise savaşın kötülüğünü ve üzüntüyü simgeler. Çiçek sapının yeşili insanların ülkelerini özgür kılmak için can verdiği savaş alanlarını ve ormanları; sapın kendisi ise şehitlerin cesaretini anlatmaktadır. Bu ince, narin kırmızı çiçek bir bütün olarak "yaşam ve bağımsızlık" veya "bağımsız yaşamak" demektir6.

Yol devam ediyor… Artık gerilerde kalan gelincikleri savaş ve kahramanlıkların simgesi olarak değil; bir başka düzlemde, McCrae’in yakın arkadaşı Helmer ile Flander düzlüklerine düşen onbinlerce insanı, onların ailelerinin, sevgililerinin, karılarının ve çoçuklarının çektiği acıları ve yaşam boyu süren uzun, üzüntülü ve yalnız gecelerinin simgesi olarak görüyorum. Evet, yaşam cephe gerisinde kalıp yaşayanlar için daha bir acı olmalı diye düşünüyorum. Savaşın acımasız yüzü geride kalanlara her an görünmeye, kendisini göstermeye devam eder çünkü. Yıllarca biriktirilen mutluluğu birkaç dakika içinde bir savaş alanında ansızın yitirmek geridekiler için yeri doldurulamaz derin boşluklar yaratır mutlaka. Gelinciklerin gülümseyen yüzü ve coşkulu dansları çekilen onca yalnızlığı, üzüntüyü, son hatıraların acılığını dindirmeye çalışsa da ne kadar yeterli olabilir ki?

McCrae’nin gelincikleri ünlü yapan, ölümsüzleştiren şiiri bugünlerde doksan yaşını geçmiş bir ihtiyar gibi artık. Silikleşiyor, anlamını yitiriyor gibi. Ama bir kez daha anlaşılması, gençleştirilmesi gerekiyor hiç te iyi dönmeyen günümüz dünyasında. Tek kutupluluk yüzünden tökezlemek üzere olan dünyada globalizm evresinin özelleştirme denilen ekonomik ablukaları ve Hamburger-Cola-Hollywood karışımı kültür zaferleri de yetmiyor kimilerine. Bir yerlerden aniden hortlayan savaşcı ve yıkıcı ruhlar yeni Flander Kırları yaratmaya çalışıyorlar. Aslında, bir zamanlar gelincikleri kendi kurtuluşlarının, örgürlüklerinin ve vatan uğruna ölebilme cesaretinin simgesi yapanlar savaşı ne zaman bıraktılar ki? Flander Kırları’nın doğuşundan yalnızca otuz yıl sonra yine acımasızca dövüştüler Flander Kırları’nda. Başka yerlerde de…

Şimdilerde Belçika’da değilse de başka yerlerde hala dövüşüyorlar, daha doğrusu teknolojik üstünlükleriyle dövüyorlar. Başka ülkelerde gelincikler olarak doğacak canlar alınıyor, kanlar akıtılıyor. Ne acı! Ne kadar insafsız bir dönüş. Ne onulmaz bir bellek kaybı. Yazık! Çok yazık! Gelincikler hala haklı bir şey uğruna savaşmanın kutsallığını simgeliyor ama artık McCrae’nin torunları için bunun bir anlamı yok gibi. Çünkü onlar, bugün okyanus ötesinden gelip Irak’a girdiler, yarın İran’da olmak istiyorlar. Onlar, gelinciklerin kültür olduğu, en güzelinin yetiştiği Anadolu ve etrafında gelincikleri parlatan güneşi petrol isiyle karartmaya çalışıyorlar. Onlar, dedelerinin savaş alanında gördüğü, üzüldüğü ve tiksindiği savaşın merhametsiz yüzünü unutmuş gözüküyorlar. Oysa savaşı galip gelmesine rağmen üzüntüyle izleyip gelinciklerde teselli bulan McCrae’nininsan gözüyle görmek, izlemek ve dinlemek gerek… Gelincikler, şu en güzellerinin yetiştiği Anadolu’da, kendi renklerince bayrakların dalgalandığı topraklar üstünde sonsuza kadar yaşayacak modern bir Cumhuriyet kuran Ulu Önder’i onaylıyorlar: “Yurtta Barış, Dünyada Barış”. O’nun Balkanlar, Gelibolu ve Sakarya’da defalarca gördüğü gelincik tarlaları nedeniyle barış dolu bir yurt ve dünya özlemindeki sözünün büyüklüğüne, insancıllığına bir kez daha hayran oluyorum. Bu günlerde, kentlerimizdeki öfke yoğunlaşmasını gördükçe, sokaklarımızda bayram adına yakılan şiddet ateşlerini, molotof yangınlarını gördükçe O’nun ileriyi gören ve bir gelincik esintisine benzeyen seslenişine çok iyi kulak vermeliyiz diye düşünüyorum. Şimdilerde ne kadar da ihtiyacımız var gelincikleri izlemeye, değil mi? Barışın insancıl değerini anlamaya ne kadar da ihtiyacımız var, gelinciklerin buğday tarlalarında, kırlarda dans ettiği şu günlerde…

In Flanders Fields

In Flanders fields the poppies blow
Between the crosses, row on row,
That mark our place; and in the sky
The larks, still bravely singing, fly
Scarce heard amid the guns below.

We are the Dead. Short days ago
We lived, felt dawn, saw sunset glow,
Loved and were loved, and now we lie
In Flanders fields.

Take up our quarrel with the foe:
To you from failing hands we throw
The torch; be yours to hold it high.
If ye break faith with us who die
We shall not sleep, though poppies grow
In Flanders fields.

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..