Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

15 Haziran '08

 
Kategori
Güncel
 

Gerçekten o sen miydin baba?!!

Ağlamışsın ben doğduğumda. Önce sevinçten sağ olduğum için, kurtarılamayacağım söylenmiş çünkü doğum öncesinde. Sonrasında da “Eyvah bu devirde kız çocuğu, çok zor. Ortalık çok kötü, ya üzerlerse kızımı” demişsin.

Ya bu devri göreydin. Ne hale geldiğini göreydin insanların ve de insanlığın ne yapardın bilemem?!

Ama üzdüler baba kızını; hem de çok üzdüler!!!

Sen üzdün en başta, aramızdan zamansız, çok zamansız ayrılışınla; hâlâ da üzmektesin, hâlâ içim acımada ve özlemekte, çok özlemekteyim seni.

Yaşamakta olanlara özgü özellikler ölümden sonra da devam eder mi bilmem, ama devam ediyorsa soracağım: Hatırlar mısın her hastalanışımda, iki elin kanda olsa koşar gelirdin, ama mutlaka o çok sevdiğim pastadan da alarak. İlk işin elini alnıma koymak, ardından saçlarımı okşamak olurdu. Ne olursa olsun hastalığım, ne kadar hasta olursam olayım, kapıdan girdiğinde daha açılırdı gözüm. Elin alınıma değdiğinde, hele ki o pastadan yediğimde hemen iyileşirdim nedense.

Bir gün çok yoğun işin olduğu bir anda yine, hem de başka şehirdeyken hastalandığımda babamı çağırın demiştim. Gerçekten çok hastaydım. Doktor değil, seni istiyordum. Geldiğin an iyileştim yine ve ilk kez o gün sitem ettin. “Eh be kızım, derdin pastaysa, söyle, aldırıversin annen ye de iyileş, öyle çok işim vardı ki, onca yoldan nasıl geldiğimi bilemedim.” Kan ter içinde ve korku doluydun.

İyi de babacığım mesele pasta değildi ki. Pastayı sıklıkla zaten yemedeydik. O pastayı senin alman, benim için alıp getirmendi önemli olan. Ondan da öte, seni hissetmek yanımda, alnımda elini hissetmek, okşaman saçlarımı ve de gücünü, babanın varlığıyla güvencini hissetmekti beni iyileştiren. Bir sır vereyim mi sana; iyileşmiyordum aslında, senin üzüntünü ve benim için koştura koştura gelmeni her ihtiyaç duyduğumda gördükçe, daha fazla üzmemek için, gelişinin ne kadar işe yaradığını kanıtlamak için iyileşmiş gibi yapıyordum çoklukla.

Çok hastayım yine baba, hem de çok. Ve de çok yalnızım, hem de çok. Öyle sıradan çocuk hastalıkları, soğuk algınlıkları falan gibi de değil üstelik. Kanserim baba, kanserle boğuşuyorum tek başıma. Başaracağım sanıyordum, yenecek, zaferle çıkacağım bu mücadeleden sanıyordum, tüm zorlu savaşımlarımdaki gibi. Güçlüydüm, başarırdım ben bunu da. Bir arkadaşım da söylemişti başta: Bunu da atlat tek başına; bankanın önüne heykelini dikeceğim senin diye. Sen nelerin üstesinden geldin, tek başına neler başardın, bir kanser mi yenecek seni? Bu en hafifi diye.

Ama yoruldum baba, bitiyorum gün be gün, güçlü görünmeyi iyi beceriyorum sanırım, ama tükeniyorum gitgide. Galiba bu defa başaramayacağım; yaklaşıyor adımlarım her gün biraz daha sana. Çok değil az kaldı gibi, geliyorum… Geliyorum yanına baba… Az kaldı geliyorum, aç kollarını, anneme de söyle çok özledim ikinizi de, o duru sevginizi, sıcacık kollarınızın güvencini. Açın kollarınızı geliyorum sarılmaya, sımsıkı kucaklayıp hasret gidermeye…

Geliyorum bekleyin…

Kanser değil belki, ama bu yalnızlık, bu yetersizlik duygusu yok mu, beni bu öldürecek gibi.

Giriversen şu kapıdan, inan pasta olmasa da elinde önemli değil. Sadece “Nasılsın kızım?” de. Elini koy yine alnıma, okşa saçlarımı, hoş okşanacak saçım da kalmadı ya, ama sen yine de okşa, yetecek, inan yetecek. Ne kanser kalacak, ne de kemoterapinin ıstırabı. Yalnızlıklarım son bulacak, dolacak ruhum, evim, dünyam, evren dolacak seninle.

15 yaşıma yeni girmiştim gittiğinde. Yaşımı büyüttüm, işe girdim, okulu bırakıp gece lisesine devam ettim. Ardından üniversiteyi de çalışarak okudum. Kardeşimi de okuttum, annemle kardeşime yokluğunu hissettirmemeye çalıştım. Annem bile koydu beni senin yerine. Evin erkekliğine soyundum, iki kişilik olarak yaşadım, ama ağırlıkla sen olarak. Rahat uyu, merak etme, kalan ev borcunu da ödedim. Annemin arzusu doğrultusunda o evi de kardeşime devrettim, o oturuyor şimdi o evde. Yok, merak etme, ortalıkta kalmadım. Allah niyeti iyi olana yardım ediyor. Kendime ev aldım, yazlığım da, arabam da var, ama hiçbirinin önemi yok ki, sen yoksun, annem yok. Hiçbiri olmasa da ikiniz olaydınız keşke. Kardeşim mi, hiç sorma. Üzüleceksin biliyorum, ama o yok artık baba, hem de hiç yok benim için. Yoo endişe etme. Sağ şükür ki, sağlıklı da. Ama benim için yok artık, biliyor musun, ameliyat olacağımı bile unuttu, gelmedi hiçbir zor günümde. Aramıyor bile “Ne haldesin abla?” diye; geçtim, “Bir ihtiyacın var mı?” diye sormasından. Üstelik tek ihtiyacım, sadece manen yanımda olması şu zor günlerimde. Hele o şoförlerin, kapıcıların kucağında gece yarıları acillere gittikçe nasıl özlüyorum kucağında taşıdığın günleri.

Sen hiç üşenmezdin, her şeyden önemliydi bizim mutluluğumuz senin için. Ne kadar yorgun olsan da, akşamları bizimle güreş yapardın. Kartopu oynardın, maç yapardın, ne güzel kardan adamlardı yaptıkların. Sinemaya götürürdün bizi, hafta sonları maçlara, deve güreşine, tiyatroya… Her hafta sonu, seviyoruz diye sahilde bir yere mutlaka yemeğe götürürdün. Ve daha niceleri bizim için. Hiçbir arzumuza hayır demezdin. Demek durumunda olduklarında da izah ederdin nedenini ve uygun olan en kısa zamanda da yerine getirirdin isteğimizi.

Hatırlar mısın en pahalı ayakkabıyı beğendiğimde, ”Evladım bu ay mümkün değil, biraz daha uygununu seç, bunu da ilerde alalım” demiştin, üzüntüsü vardı yüzünde hayır deyişin. İstemem kalsın o zaman dedim buruk. Ona uygun çantayı zaten almak mümkün değildi aynı anda, ama bir ara elime alıp bakışım kaçmamış demek gözünden. Ne yaptın nasıl yaptın bilemem, akşam eve geldiğinde o ayakkabıyla çanta vardı bana uzattığın kutuların içinde.

Hatırlamıyorum 3-4 yaşlarındaymışım; taba renkli fiyonklu ayakkabı istiyorum, bu elbiseme mevcutlar uymuyor diye tutturmuşum, annemin diktiği en son elbisemi kast ederek. O zamanlar şimdiki gibi çeşit çeşit çocuk ayakkabıları, çantalar yok. Aranmadık yer kalmamış, en son İstanbul’a gidilmiş, bulamayınca da yaptırtmışsın, ama çanta hiç yok çocuk için, onu da yurt dışına ısmarlamışsın, tonu tutmuyor diye ağlamışım ve çok üzülmüşsün, annem anlatırdı.

O ağlayan taş bebeğimi de İtalya’dan getirtmiştin, ama geldiği gün kırmıştı kardeşim kıskançlığından, hâlâ üzülürüm aklıma geldikçe.

Sen bir başka, çok başkaydın baba!!!

Sahi o sen miydin, geçen akşam gelip uyuyuşumu izleyen ve gözlerimi açtığımda başucumda bana gülümseyen?..

Nasıl mutlandım anlatamam. Ama niye, niye saçımı bir kez okşamadan, bir kez sarılamadan sana, öpemeden bir kez; sadece uzun uzun bakışlarınla severek, öperek, okşayarak kaybolup gittin sevgi saçan gülüşünle, buharlaşırca yok oldun, niye?

Uyuyup kalmışım ağrılarla kıvranırken kanepede. Seslenişinle uyandım; “Kızım korkma, ölmedim, ben buradayım, bak, aç gözünü yanındayım, buradayım, üzülme artık” Uyandım; başucumda, ayakta, sevgilerin en karşılıksızı, en bitimsizi, en durusuyla gülümsüyordun bana…

(Tüm babaların bu anlamlı gününü kutluyor, uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum evlatlarıyla birlikte)

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..