Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '09

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Gidiyorum işte...!

Gidiyorum işte...!
 

Sonsuzluğa giden ruhu temsil ediyor.


Bu, ulaştığım son haznesinden çıkardıklarım aşkın.
Elde son kalan, hani sana son gidecek olan, hani seni son görecek olan, hani son lokma ekmeğim gibi yani.
Bu en son dökülen yaprağı dallarımın.
Matarasındaki son damla suyu denizlerimin.
Falcılardan sakladığı son çizgisi ellerimin.
Son sözü, görmek için seni, onca ışığı katletmekten hüküm giyen idamlık kirpiklerimin.
Kapattım defterlerimi, okuduğum kitabın kaldığım o en şüphe gizli sayfasının içine ayraç koymadım.
Müsvettelerimi toplamadım.
Kalemimi bıraktım da masaya, sıkı tutmaktan olsa gerek, işaret parmağımdaki izini, bırakmadım.
Her defasında odama gelip yüzümün sensizlikten sebep hep asık olduğunu gören çaycının belki neşelenir diye bıraktığı iki şekerden birini almadım da, sana diye olanı, bırakmadım.

Gidiyorum işte...!

Kaçıp kurtulmak faslı bu vakit, son bir ümit dahi kalmadığında geriye, yarını olmayan bugünü umursamamak vakti gibi bir şey. Hani bencilce serzenişi yüreğin.
Mektupların içinde yazılanları merak edip, yazanı, yazılanı ve dahi hatta yazılanları kıskanıp neler olduğunu hayal ederek kurduğu cümlelerin, aslında zarfın içindekilerden çok daha anlamlı ve samimi olduğunu bilmeyen postacının, gözünü karartan kıskançlıkla tüm mektupları yakışı gibi bir şey bu gidiş.

Gidiyorum işte...!

Kuşatılmışlığından kurtulmak için bir işaret bekleyen yüreğimin, beklediğini bulamayan masumların heyecanını kaplayan hayal kırıklıklarını içerisinde hissederek yaşadığı aşkın, en cüretsiz esiri olduğunu görerek ve bu esaretin, bir bozgunu çağırdığını bilerek gidiyorum.

Bu bir terk ediştir diyor siyasi davranan gözlerim, gidiyorum ki bu terk ediştir. Gerçekçi olmayı hayatının temeline hapseden umut, mağlubiyet anlaşmasını çoktan imzaladığını söylemiyor kimselere, bu bir geri çekiliş diyemiyor, bir yıkım, bir terk ediş ama istemeye istemeye.
Ağlayarak bir gidiş, bırakış, ve dahi hatta bırakılış.

Gidiyorum işte...!

Fethedilmeyi beklediğini sandığım bu kaleye,
zerre tahribat bırakmadan,
kapılarını kendi açar umuduna saklanarak ve bir yanında taşıdığı muzaffer komutanı simgeleyen flamalarını şehrin sapa sağlam duvarlarından alıp içimdeki enkazların üstüne bir kefen gibi örterek,
aslında hiç olamayacağımı sende, görerek gidiyorum.
Onca kuşatma, onca akın, onca saldırıdan arta kalan belki’lerimin cesetlerini, surlarının dibine gömerek tek tek, ve dahi bir ağıt resmederek duvarlarına, bir pişmanlığı sererek ayak uçlarına, aşkımı süpürüp avuçlarına gidiyorum.

Gidiyorum İşte...!

Onca yazılanların bir anlamı olmuyorsa, bir fer, bir kıvılcım hatta ki zerrece umur bırakmıyorsa sende, kalmanın da bir anlamı yok işte.
Doludizgin koşan vahşi atlar gibi özgür bıraktığı onurunu, evcilleştiresin için ayaklarının önüne sermek isteyen ben, kendine bırakılan onca yük ve kucağında minik bir bebekle kimsesiz, sahipsiz öyle ortada kalakalmış bir anne gibi, sebebi sen olan bakışlarımı alıp, gidiyorum işte.

Bu kadar aldırmaz olamaz o gözlerin sahibi, bu kadar umarsız, pervasız, insafsız. Kraldan fazla kralcılık yapan yüreğindeki o kendini bilmez kâhyanın işi bunlar.

Sana haber bile vermeden geldiğimi,
üzerimde,
bitmişliğimin,
kaybolup gitmişliğimin,
hadi en açıkçası sensizliğimin yamalarını taşıyan tozlu elbiselerime bakıp,
beni maddi şeyler dileyen bir dilenci sanıp,
açmadı kapılarını sultanı sen olan köşkün.
Sana kırgın değilim yani, küskün değilim.
Haberin olsa, sen gelmezdin ya bana, perdenin ardından şöyle bir bakıp, bir ulak gönderir, “kimdir bu mecnun kılıklı adam, ikbal midir arzusu, nân mıdır, akçe midir? ” diye sordururdun en azından.
Ama olmadı işte, ne beni gördü gözlerin, ne hissetti yüreğin çığlıklarımı.

Hani çok değildi bu mesaj sahibinin istedikleri senden, Ellerime leylalık kiri bulaşmış bu meczuba, o köşkün sultanından, zaten çok şey bekleyemez.
Ama işte yüreğine akseden kısmında bir sıcaklık bulunsaydı acımanın dışında, yeterdi.
Zaten, sana gel dememişti ki hiç.
Şimdi de bir şey söylemiyor işte.

Sonbahar gibi, kendini karakışlara bırakıp, çekip gidiyor da, bu gidişe bir kılıf arıyor o kadar.
Sen alınma üzerine lütfen, gidişime kılıf arıyorum, o kadar...
Hoş kal adı Eylül kadar sonbahar kokan ...
Hoşça Kal…!

 
Toplam blog
: 13
: 541
Kayıt tarihi
: 19.03.09
 
 

İstanbul' da yaşıyorum... İşletme 3.sınıf devam ediyorum...Bir kamu kuruluşunda Halkla İlişkilerde ..