Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Gito'yu ziyaret

Gito'yu ziyaret
 

Koçira'nın terasından Kaçkarlar


- 4.gün -

Sabah, önünde son bir hatıra pozu verdikten sonra, Toşi Pansiyon’dan ayrılıyoruz; hava kapalı, serin ve güneş artık çok uzaklarda.. Benim için efsanevi bir yere çıkacağız şimdi, Gito (Kito) yaylasına. Minibüsümüz çamurlu bir rampayı döne döne çıkarken, bir önceki geceden yolda kalmış ve bütün geceyi yolda yaktıkları bir ateşin etrafında yardım bekleyerek geçirmiş olan başka yolcularla karşılaşıyoruz. Onlara yardım etmek için duruyoruz; araçları belli ki çamura saplanmış. Becerikli ve tezcanlı şoförümüz Osman derhal olaya el koyuyor ve geceden beri bekleyen diğer aracı on dakikalık bir uğraşının ardından kurtarıyor. Bir işi daha başarıyla tamamlamanın iç huzuruyla, yolumuza devam ediyoruz.

Gito’ya varınca, Koçira isimli bir pansiyona yerleşiyoruz. Zaten başka da konaklama imkanı yok. Buranın işletmecileri bizi sıcak bir şekilde karşılıyorlar. Hava puslu ve yağmurlu, bu nedenle pansiyonun terasından karşıya baktığımızda, orada olduklarını bilmemize rağmen, Kaçkarlar’ı göremiyoruz. Sis yüzünden görüş alanı en fazla üç metre civarında olmalı. Bu mesafeden sonra bakışlarımız süt beyazlığında bir duvara çarparak geri dönüyor. Böylece o gün için planlanan diğer geziler (yakındaki Badara yaylaları vs.) düzenlenemiyor. Biz de Koçira’nın otantik atmosferine kaptırıyoruz kendimizi; salondaki kitaplar tek tek karıştırılıyor, Türkiye ve dünya müziği CD’lerinin biri çıkarılıp biri takılıyor, "derin" mevzularda sohbetler, yeme, içme fasılları gırla gidiyor. Cep telefonları da çekmeyince herkes kendini bu entellektüel ve otantik kafe / bar ortamının havasına iyice kaptırıyor; aynı şekilde geceyi ediyoruz. Koçira’nın işletmecilerinden Serhan Abi, geceye halk dansları, şiir dinletisi, sohbet ve dia gösterisinden oluşan bir mini sanat gösterisiyle noktalıyor.

Akşam yattığım yerde kendi kendimi sorguluyorum. Ben böyle bir yerde yaşayabilir miyim? Ya da soruyu şöyle sorayım: Böyle bir yerde ne kadar zaman yaşayabilirim? Doğma büyüme bir şehirli olarak, hem de maymun iştahlı gençlik çağımın tam ortasında, tahammül sınırım ne olabilir burada? Kışın yayla yolu kapandığında, Serhan Abi’nin de deyimiyle, “dörtçekere” binerek, yani "yürüyerek", yukarıdaki, yayladaki evime erzak çıkarmak, kulağıma imkansız geliyor hala. Hadi bu uç bir örnek olsun, peki ya bütün kış böyle bir yerde, adeta inzivaya çekilerek yaşamak? Tabiatın alışık olmadığım sessizliğinin (ya da seslerinin) ortasında.. Öyle hissediyorum ki, böyle bir yerde yaşamayı seve seve deneyebilirim; ama bir yanım, eninde sonunda şehri özleyeceğimi, oradaki yaşantıma geri dönmek isteyeceğimi fısıldıyor kulağıma. Belki bir uzlaşma yolu bulunur diyorum kendi kendime, 6 ay orada, 6 ay burada şeklinde. Bu “parlak” çözüm teselli ediyor beni. Bir yandan da bu gün de bitti diye hayıflanıyorum içten içe. Hiç bitmesin istiyorum buradaki günlerim..

 
Toplam blog
: 9
: 1698
Kayıt tarihi
: 11.11.08
 
 

1976 yılında Ankara’da doğdum. Elektronik Mühendisiyim. Halen bilişim teknolojileri alanında hizmet ..