Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '14

 
Kategori
Öykü
 

Gölün kenarındaki adam (1) Bojidar Çipof

Gölün kenarındaki adam (1) Bojidar Çipof
 

O gece adam uyuyamadı! Ne yaptıysa gözüne uyku girmedi. Yatağını mı sevmemişti ki? Zira üç yıldızlı bir şehir otelinde bulabildiği tek odaya yorgunluktan bitap bir halde serilmişti. Başını yastığa koyar koymaz mışıl mışıl uyuyacağına emindi ama öyle olmamıştı. Evet, kendini yorgunluktan ve düşünceden bitap bir şekilde yatağa atmış ve kimi otellerin odalarında bulunan o siyah özel perdeyi de çekmemiş ve gün ışığı ile uyanmayı yeğlemişti.
 
Ama öyle olmadı! Arka sokağa bakan odanın içine sadece sokak lambasının ölü ışığı vurmaktaydı ve arada miyavlayan kediler ile uzaktan havlayan köpeklerin sesleri mi uyumamasına nedendi? Değildi elbette! Yaşadığı evin çevresinden de odasına bu tür sesler gelir ama bunlar onun uyumasına engel olmazdı. Kendi kendine “Yatak, evet yatak!” dedi bir an için ama yatak da o kalitede bir otele göre çok iyi ve fazlasıyla yumuşaktı. Yeni yıkanmış yatak örtüsü mis gibi kokuyordu ve kaliteli bir ürün olsa ki yumuşacıktı.
 
Bunlar sebep değildi uyumamasına... O kafasına takılan sorularla boğuştuğu için bir türlü uyuyamamıştı.
 
Neydi bu sorular? Çok fazlaydı ve içinden dahi bunları telaffuz etmeye niyetli değildi. Bir ara kalkıp camdaki siyah örtüyü kapatmaya niyetlendi onu da yapamadı. Hani şu bazı sabahlar, uyanırsınız ama aslında tek gözle ya da “Kızılderili Uykusu” derler ya öyle bir şekilde iken tuvalete gitmeye niyetlenirsiniz ama o tek hamleyi bir türlü yapmaz ve yatakta bedeninize gerekli ivmeyi bir türlü sağlayamazsınız ya... İşte aynen bu şekilde, kaç kez siyah örtüyü kapamak için zihinsel hamleyi yaptı ama bedeni buna tepki vermedi ve kalkamadı.
 
Uzun bir süre sırtüstü yatmış ve ellerini iki yanına askeri esas duruş gibi tutarak öylece hareketsiz durmuştu. Bu esnada ona; derinden gelen nefes sesleri ve kalbinden duyduğunu sandığı atışlar yarenlik ediyordu. Kaç kez; o içeri süzülen cılız ışığın yardımıyla, kolundaki saate baktığını da anımsamıyordu. Saatinin kenarına basarak açılan ışığına da aynı siyah örtüde olduğu gibi diğer eliyle bir türlü basamadığını fark etti.
 
Bedeni eylemsizdi...
 
Tümden paralize olmuştu adeta... Nötr bir durumda, sırtüstü, evinden yüzlerce kilometre uzakta, bir şehir otelinde, öylesine duran, kalakalmış bir adamdı. Neden böyle olduğunu, niçin böyle tepkisiz kalakaldığını dahi anlayamamaktaydı ya da anlamamaya çalışıyordu!
 
Neden buradaydı peki?
 
Bu şehirde ne işi vardı?
 
Evinden yüzlerce kilometre uzağa, neyi aramak adına sürüklenmişti?
 
Sorular, sorular, sorular...
 
Ama soruların içi boştu ya da özellikle içlerini doldurmuyordu.
 
O; öylesine kalakalmış sırtüstü uzanmış bir adamdı sadece o anda…
 
Buna sevindi!
 
Gerçekten de sevindi!
 
Zira uykuya dalamamak dışında hiçbir şey hissetmemek de gerçekten güzeldi. Yarın ya da artık yarına girmiş olduğu için o gün, dönüş yolunda da aynı tepkisizliği yaşayabilecek miyim diye düşünmemeye çalıştı. Yaşam ona ne olacaksa yaşayarak görmesini çok iyi öğretmişti. Dönüş yoluna çıktığı zaman neler hissedeceğini ya da hissetmeyeceğini de aynı bağlamda yaşayarak öğrenecekti.
 
Kuşluk vaktinin yaklaştığını fark etti. Gece; gündüzü öpmeye hazırdı. “Ben onu öpemedim.” diye bir anlık bir anımsama spot olarak geldi ve geçti. “Düşünmeyeceğim.” dedi kendi kendine. Nerden de kafasına takılırdı bu tür ayrıntılar ki? “Yine bir yerlerden vurdu işte bana.” Dedi ve şu cümleyi kurdu:
 
Gecenin, gündüzü öptüğü an...”
 
Farkında olmadan gülümsedi. “Güzel tanım...” dedi...
 
Gün içeri girmeye başladı... Uyuyamamıştı ve uzun bir araba yolculuğu kendisini bekliyordu. Huyunu da iyi bilirdi ve yolda kısa molalar dışında sürekli araç süreceğini de çok iyi biliyordu. Olsun ne olacaktı ki? Uyuyamamıştı ama bedenini dinlendirmişti. Bedenini; salt dönüş yolculuğuna değil, düşünmemeye de yöneltmişti ve esas önemli edinim de buydu.
 
Kendi şehrine döndüğünde zaten rutin işlerin yoğun temposu adamı boksörden dayak yemekten beter ettiğinden; öylesine hissiz, uyuşmuş bir süreç yaşayacaktı.
 
Yavaş yavaş yolda yürüyen insanların ayak seslerine arka sokağın kadar ulaşan araba sesleri de karışmaya başlamıştı... Ve o hamleyi artık yaptı! Beyni bedenine “Kalk” komutunu nihayet verebildi ve yatakta doğruldu. Bir robotmuşçasına banyoya doğru gitti, nasıl yıkandı, nasıl kurulandı bunları dahi fark etmedi. Otelin hâlâ uyuklayan resepsiyon elemanından hesabını istedi. Eleman ona her müşteriye yaptığı gibi rutin olarak kahvaltı salonunu tarif etti. Kahvaltı yapmayacaktı, buna gerek yoktu. Eleman adamın yüzünü beğenmemiş olsa ki yardımcı olmak adına ona kahvaltı yapması için ısrar etti. O; gösterilen alâkaya teşekkür ederek, kahvaltı yapmak istemediğini yineledi ve hesabını kapatmakta ısrar etti.
 
Yola çıkarken gece açık bıraktığı cep telefonunu kapattı. Kimseyle iletişim istemiyordu! Uzun bir yolda, uzun saatler yalnızlığıyla baş başa kalmayı yeğlemişti. Dönüş yoluna çıktığında aslında çok da zinde olduğunu anladı. Uykusuzluk ona pozitif olarak yansımış gibiydi. Bir ara geldiği şehre girmeden önceki tepede biraz sabah havası alsam mı diye düşündü ama o da uykusuz gecede oluşan bir spot gibi geldi geçti. Onu bir otel odasında öylesine yatıran sebep her neyse düşünülmemesi gerekiyordu ve o da düşünmeye mahal vermemek durumundaydı. Bu bağlamda; ayrılırken o şehre dönüp bakmaması daha olumlu bir davranıştı. Öyle de yaptı! Adam kendine dönüş yolundayım dahi demedi. Öze dönmeye doğru arabasının kontağını çevirdi.
 
O zaten oraya hiç gitmemişti ki...
 
 
 
19 Aralık 2010
 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..