Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Göztepe-Suadiye hattından insan manzaraları !

Göztepe-Suadiye hattından insan manzaraları !
 

Çoğunlukla uzaklarda da olsam, Atatürk Havalimanı'na adım attığım anda sanki şakaklarımda bir USB port varmış da tüm ülke günceli bir anda belleğime yüklenmiş gibi hisseder, kısa sürede ülkeye adapte olurum. İstanbul günlerimde akşam parkurum Göztepe'den Bağdat Caddesi'ne inmek ve Suadiye'ye kadar yürüyüp trenle geri dönmektir. 5 km'lik bu parkurda neler neler düşünür ne dizeler yazarım. Caddedeki üç D&R, İnkilâp, Kibele, Remzi ve Nezih Kitabevlerinde kitaplarımın satışını kontrol ederim. Bazen de insan manzaralarına dalarım. Özellikle bahar ve yaz aylarında Bağdat Caddesi'nin tadına doyulmaz. Hele ki pazar günleri 21:00'de Mithat Giyim Yaz Konserleri vardır ki tam bir klasik müzik şölenidir. Yol kenarındaki kafelerde yenilenlere takılır gözüm. Bir tabak dolusu patates kızartması, tabağın yarısı büyüklüğünde bir et parçası, ketçap-mayonez şişeleri ve birayla aşk yaşayan bir kadının, karşısında oturan erkekle nasıl bir romantizm yaşadığını anlamaya çalışırım! Geniş kaldırımlarda yürüyen insanlar da sanki podyumdadır. Erkekler kendini Ezel ya da Behlül, kızlar ise Eyşan ya da Bihter sanmaktadır. İlk kornada bu tatlı hayalden uyanılır.

Bir başkadır benim memleketim. Yoktur inanın bir eşi. Her metrekaresine nice hikaye sığar. Ve kültürü böylesine zengin ülkemde ne kitap okunur ne de doğru dürüst bir kitap yazılır! Çünkü benim halkım reklam arasında dizi seyretmeyi, güncelde de oyuncuları taklit etmeyi sever.

"Anne ben bu akşam Emre'de kalacağım."

"Kızım daha 20 olmadın! Yok mu onun anası-babası?"

"Ama annee yaaa! N'ooluuurrr! Çok seviyorum onu ben."

"Ne halin varsa gör. Ben yaşayamadım, sen yaşa. Ne diycem ben babana?"

"Bu gece Hülya'da ders çalışıyorlar dersin, canım annoş!"

35 yıllık Göztepeliyim. Bazen eski günler gelir aklıma. Erenköy Kız Lisesi'nin namı büyüktü o zamanlar. Ders bitiminde kapısında bir erkek ordusu beklerdi. Ben şanslı olandım çünkü kız kardeşim orada okuyordu ve bana da Hatıra Defteri'nden seçmesi kalıyordu:) O günlerde de erkekler Tarık Akan'la, Kadir İnanır'ı; kızlar ise Perihan Savaş'la, Gülşen Bubikoğlu'nu taklit ederdi. Kızlar mahcup ve çekingen, erkekler ise kibar ve sabırlıydı.

Artık Göztepe'miz mini Bağdat Caddesi oldu. Sokakları oldukça kalabalık. Evden çıkalı 15 dk kadar olmuştu. Adnan'a uğramayı dönüşe bıraktım. Arkamdan gelen konuşma sesleri önce yanıma geldi sonra da önüme geçti. 16-17 yaşlarında temiz giyimli iki genç kızdı. İstemeden kulak misafiri olduğum konuşmaları karşısında beynimden vurulmuşa döndüm!

"Moruk kaldır şu g.t.nü de eczaneye uğrayalım. Kaç gündür abazayım zaten. Herifi zor ikna ettim! Hangi yatağın yaylarını kontrol ediyorsa artık! İb.. herifin peşinde ben koşuyorum ya, prezervatifi de sen al diyor. Annesi de erken gelirse s.çt.ğı.mızın resmidir."

"Boşver kızım yaa! Bunların alayı p.şt. Ama adam yok piyasada, alayı etekli! Benimki de gizli gizli Esin'i b.cer.yor. Sanki ben anlamıyorum! Ya şu senin çocuğu bi kerelik ödünç versene, söz bitirmem!"

"S....r kız ordan! Zaten sinirim tepemde."

Daha fazla devam edemedim. Durdum, duvara yaslandım. O yaşlarda bir genç kız kırtasiyeye girer ve 0.5 kalem ucu isteyebilir de eczaneye girip prezervatif nasıl ister! Çocuklarımız ne hale gelmiş! Ne zaman bu kadar dejenere olduk! Belki size komik gelecek; ama kızın, Abaza Türk'ü olduğunu belirtmeye neden ihtiyaç duyduğunu merak ettim ve eve dönünce abaza kelimesinin başka bir anlamı olup olmadığını araştırdım! Bir anlamı daha olduğunu bu yaşımda öğrendiğim için de inanın üzüntü duymadım!

Moralim çok bozuldu. Bir an benim kızım olduklarını hayal ettim. Ülkemden çok batı kültüründe yaşıyorum. Sizi temin ederim ki böyle yaşam deformasyonları yok oralarda. Hayat filmlerdeki gibi de değil. Elbette ki bu gördüğüm bir istisnaydı. Toplum örf ve adetlerini, ahlaki değerleri; aile, arkadaş, dost sevgisini öğreterek evlatlarını yetiştiren nice anne-baba da var. Onları tenzih ediyorum.

Bağdat Caddesi'ne bağlanma noktasına yaklaşırken, önümde yürüyen bir grup çocuğu hızlı adımlarla geçmek istedim. O, anlayamadığım Gençlik Türkçesi yine iş başındaydı !

"Kızım sen camış mısın yaa!! Böğürmeden konuşsana! İlla da arıza lambanı yakacaksın yani!"

Adımlarımı hızlandırdım. Uzaklaşmak istedim bir an önce. Ama çok üzüldüm çocukların haline.

Eyşanlara, Behlüllere; kafelerdeki obezlere baka baka yürüyordum ki gördüğüm bir tabela durdurdu beni!

MÖZSÜT ATÖLYE

Çocukları unuttum, tepem işte o anda attı! Aklıma, çocuğuna verdiği ismi tüm Türkiye'nin beynine nakşedercesine tane tane söyleyen bir sanatçının başında olduğu bir tiyatro grubu geldi. Onların da anlamakta zorlandığım bir tanımları vardı !

"Mutfak Oyuncuları"

Bakar mısınız şu Türkçeye! Şimdi ben size, kırmızı dersem sarı; pilav dersem istakoz; sarışın dersem esmer anlayın desem, olur mu? Benim bildiğim en muhteşem mutfak oyuncusu annemdi. O'ndan önce de anneannem! Ne oyunlar yaparlardı o leziz yemeklerle. Acaba bunların da ekranda yapacakları bir yemek programı mıydı. Hayır, değildi! Çocuklar tiyatrocuydu. O zaman, içeride kaynayan bir tencere vardı, çocuklar önce karınlarını doyuruyordu, ağızlarını siliyor; sonra da tok karnına çıkıp tiyatro oynuyorlardı. Onlar mutfaktan geliyordu! Zaten hepsi de nur topu gibiydi! O nedenle de "Mutfak Oyuncuları"ydılar! Maazallah, Kesimhane Oyuncuları, Tamirhane Oyuncuları falan da olabilirlerdi !

Neyse, ben MÖZSÜT ATÖLYE'ye takıldım. Cafe&Pastane gibi bir yerdi ve tıklım tıklım doluydu. Şimdi gidip iki çift lafımı söylemezsem çıldırırdım! İçeri girdim, şef garson kılıklı biri güler yüzle yanıma geldi.

"Buyrun efendim, sizi şuraya alalım."

"Yok, ben oturmayacağım da bir şey sormak istiyorum. Ben pasta&börek eğitimi almak istiyorum. Sizin de tabelanızı görünce girip bilgi alayım dedim. Kurs saatlerinizi ve ücretlerinizi öğrenebilir miyim? Haftada kaç kek ve börek denemesi yapabiliyoruz ve bir de tabii, malzemeler fiyata dahil mi?"

"...... Pardon, anlayamadım beyefendi!"

"Pasta&börek eğitimi diyorum. Allah Allah!! Yanlış mı girdim yoksa! Bir dakika..."

Cinlerim tepemde, hırsımın doruk noktasındaydım! Gıcıklığına yapıyorum ya, dışarı çıkıp tekrar tabelaya bakıyormuş gibi yaptım! Garsonun beni izlediğini biliyordum. Hayatının delisine çattığı kesindi.

"Yoo, doğru yerdeymişim. Tabelanızda Atölye yazıyor ya, ne güzel; işte o nedenle soruyorum. Ben de atölyenizde pasta&börek yapımını öğrenmek istiyorum."

"Beyefendi burası Cafe&Pastane, kurs değil !"

"Aa, öyle mi!! Peki, ama ben şu tabelanızdaki Atölye kelimesini anlayamadım o zaman! Atölye yerine tamirhane yazsaydınız da yine buranın Cafe&Pastane olduğunu mu anlamalıydım? Atölye kelimesinin yaptığınız işle ilgisini söyler misiniz? Haa, anladıımmm! Arkada gönüllü çalışan keksever ve börekseverler var ve onların atölye çalışmalarını sunuyorsunuz halka! Ne muhteşem bir hizmet bu. Bedava mı yani her şey?"

Verecek bir cevabı yoktu! Kafayı sıyırdığımı düşündüğüne eminim. Oysa sıyıran onlar, bense geriye kalan birkaç nesli tükenmişten biriydim. Başını sallayarak yanımdan geçti ve kapıdan giren yeni kursiyerlere, pardon müşterilere hoş geldiniz dedi! Orası Bağdat Caddesi'ydi. İlk şart: Ya yabancı bir isim olacaktınız ya da tabelanızda genetiği bozulmuş Türkçe kelimeler, tanımlar kullanacaktınız.

"Ayşe'cim, seni aradım bu sabah; neredeydin?"

"Atölyedeydim hayatım. Bayılıyorum oranın votır pay'ına!"

Yeni yetme işletmeleri anlayabiliyorum da bizim kuşağın gençliğinin geçtiği tarihi işletmelerin günümüzün abuk gerçeklerine prim verircesine böyle komik durumlara düşmelerini içime sindiremiyorum.

Ben Olmanın Sonsuzluğunda'yı yaşadığım, satırladığım ve o arada bir de şiirler yazdığım şu duygu-yoğun günlerimde beni kucaklayan yaşam manzaralarına bakar mısınız! Bir an önce eve dönmek istiyordum.

Suadiye'ye yaklaşırken, Turkcell'in çok güzel bir Showrom'u var, uğramadan edemedim. Neticede, bir BlackBerry fanatiği olarak bir süredir iPhone kullanıyordum ve zaman zaman çözemediğim sorularım oluyordu. İçeri girdim ve iPhone bölümüne giderek kurcalamaya başladım. Genellikle bu durumda hemen bir Turkcell yetkilisi yanınıza gelir ve yardımcı olmak ister; ama hepsi meşgul görünüyordu.

"Amca bence, iPhone alacaksanız kesinlikle almayın!"

Arkamdan gelen sese döndüm. Her yerdeler!! Bence doğmuşlar ve ilk biberondan sonra büyümüşler! 15-16 yaşlarında 3 kız çocuğu cin gözlerle bana bakıyor ve cevabımı bekliyorlardı!

"Neden kızım?"

Cebinden iPhone'unu çıkardı. Ekranında çatlaklar vardı; ama çalışıyordu.

"Çok çürük amca, bak ekranı hemen kırıldı."

"Üzerine oturmuş olmayasınız. Şu telefonları arka cebinize koymasanız olmuyor mu çocuklar?"

Birbirlerine bakıp kıkırdadılar!

Önce diğeri ve sonra da üçüncüsü arka ceplerinden iPhone'larını çıkardılar.

"Bak amca, blûtut işi çok boktan. Öyle erkek filan yakalanmıyoo. Resim de gönderilmiyoo. İkide bi kitleniyoo geri zekalıı. Manyak bi alet yani, kafayı yersin. Pili de çıkmıyo zatem."

"Kamerası da salak. En bi güzel pozumu veriyom, çek çekebilirsen." diyor diğeri.

"Geçen benimkisi pörstü! Annem Sultan'a yalvardım, servise götürdü. Tamiri yokmuş. Garantiliymiş ya, 500 liraya yenisini veriyolarmış. O da yenisini almış; ama bu sefer 32GB kakalamışlar benim şayesteye, manyak müzikler indiriyorum abi yaa!"

"Vazgeç amca sen bu iPhone aşkından, sen gel N97 al. Accayip bir alet. Onun tuşlarına bittim ben! Bak şurda var. Şimdi benimkini anama kakalayıp, babama da iki babiş dedim mi alır zaten."

"Size yardımcı olabilir miyim efendim?" diyerek yanıma gelen Turkcell görevlisine tebessüm edecek halim kalmamıştı! Çocuklar beni aptala çevirmişti!

Küçücük çocuklarımız ne hale gelmişler! Ben kızlara rastladım da kim bilir erkekler ne alemdeydi. Ellerinde 1.500 liralık telefonlar, doyumsuzluğa ulaşmışlar. Daha yirmilerine gelmeden hayatı tüketmişler! Onları artık bu hayatta ne heyecanlandırabilir! Onlar da anne-baba olacaklar. Çocuklarına hazmetme duygusunu, etiği nasıl öğretecekler?

Ne hüzün!

Suadiye Tren İstasyonu'na geldim, oturdum banka. Ruhum bedenimden yorgundu.

"Amca, ayakkabını parlatayım mı?"

Sese döndüm. Herhalde 10 yaşlarındaydı. Elinde meyve sandığından bozma bir boyacı sandığı vardı. Elleri kapkara boya içindeydi. Gözlerinin karasıyla yarışır karalıktaydı.

Zamanlamana hayranım küçük adam. Sen de günün final sahnesi olmalısın dedim içimden!

"Boya bakalım."

"Amca, ayakların ne kadar büyük. Benim sandık kadar! Ama sen de büyük adamsın!"

"Çok boya gider diyorsun yani!"

"Yok, bizde fiyat aynı amca. 3 lira. Beğenmezsen para yok."

Üç-beş fırça darbesinden sonra yanaklarından ter damlamaya başladı. Ayağında sağı solu yırtık bir ayakkabı vardı. Boyasızdı! Terzi söküğünü dikememişti!

"Adın ne senin?"

"Emin, amca."

Oldukça uğraştı Emin. Ayakkabılarımın arkasını boyayabilmek için ayağa kalktığı anlar da oldu.

"Aferin Emin, çok güzel oldu. Al bakalım paranı."

"Oo, ben bunu nasıl bozayım amca? Ben bu parayı bir haftada kazanamıyorum!"

"O paranın hepsi senin Emin. Senin yaşlarındayken, okul tatil olduğunda çay ocağında çalışıyordum. Sonra biraz daha büyüdüm ve tatillerde benzin istasyonunda çalışmaya başladım. Anne-babam yanımda değildi ve okul masraflarım artmıştı. Pizzacıda garsonluk-bulaşıkçılık da yaptım. Müşteriler bazen çokça bahşiş verirlerdi. Onların ödüllendirdikleri verdiğim hizmet değil, hayata tutunuşum ve ben olma mücadelemdi. Anne-babam ben'imi elime vermemiş, bizzat benim arayıp bulmamı istemişlerdi. Doğrusu da buydu. Yutkunmadan hiçbir şeye sahip olmadım Emin. Bugün arabama benzin alırken, pompacının yaşadığı zorlukların; yemek yerken, o tabakların nasıl yıkandığının bilincindeyim. İşte sana verdiğim bu para da ayakkabılarımı boyamandan ziyade, yaşama tutunuşuna ve kendi ben'ini bulma azmineydi."

"Helal et o zaman amca."

"Helal olsun oğlum."

Küçük dev adamın arkasından bakarken, gözlerimdeki neme mani olmak istemedim.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..