Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '08

 
Kategori
Kitap
 

Güneşi batıranlar

Güneşi batıranlar
 

barış çocukları


İnsanlık tarihi boyunca dünyanın yörüngesini değiştirip, güneşi batırmak isteyen zorbalar oldu, olmaya da devam ediyor. Son yüzyıl, insanlığın yüz karası olarak duruyor tarih sayfalarında. Dünün Dünyası , bu utanç çağının belgelerle verilmiş öyküsü. Avusturyalı yazar Stefan Zweig , biyografisinde “Kudurmuş Avrupa ” diye niteliyor ikinci dünya savaşını. Savaş öncesi Avrupa insanının dünya görüşünü, burjuva düzeninin durmuş, oturmuş zevk anlayışına uygun kalıplara sıkıştırılmasının ardındaki “ikiyüzlü toplum ahlakını” gizli tutulmuş bilinçaltı arzuların er geç ortaya nasıl çıktığını anlatıyor bize.

Zweig, Avrupa’da esen savaş rüzgarlarının ordan oraya sürüklediği yetenekli, ama barbarlığa yenik düşmüş bir aydındır. Biyografide, aydın mücadelesini , savaş ortamında bile düşünme yeteneğinin insan sevgisiyle ve direnme gücüyle beslendiğini görüyoruz.

Zweig, kitaplarını yazarken, kalemini boş bırakıp, rastgele anlatıyor. Asıl çalışması, kitabın taslağı ortaya çıktıktan sonra başlıyor. “Toplayıp sıkıştırmak, sonra yeniden oluşturmak” diye nitelendiriyor bu çalışmasını. Bir anlamda, “vazgeçebilme sanatı”. Bir de “el yazması müsveddeler koleksiyonu” var Zweig’ın. Büyük çabalar sonucu oluşturduğu bu koleksiyon da savaşın kaybettirdiklerindendir. Ardından yas tutmaz. Kaybedilenin ardından yas tutmamak, Zweig ve kuşağının öğrendiği yepyeni bir sanattır.

I. Dünya savaşı sırasında yaptığı yolculuklar, onda ileriyi görme yeteneğini geliştiriyor. Romain Rolland gibi, savaşa karşı olan yabancı ülke aydınlarıyla dayanışma içine giriyor. Özellikle de Sovyetler Birliği’ne yaptığı geziden etkileniyor. Bu geziyle ilgili izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Açıkyüreklilikle, yalansız dolansız düşünüyorlardı. Gerçeği bulmuşlardı. Başkalarının ancak düşleyebildiği şeyi gerçekleştirmek, onlara düşüyordu. En önemsiz konularda bile, ‘biz bunu başardık’ diyorlardı. Bu ‘biz’ sözcüğü, bütün ulusun ağzındaydı. Bu tanışlığı, Rus edebiyatının üstünlüğüne borçluydum. Halkın günlük yaşantısını, Tolstoy, Dostoyevski, Aksakov, Gorki sayesinde tanımıştım. Dillerini bilmediğim halde, neredeyse bu sıradan insanların sıradan konuşmalarını da anlıyor gibiydim.”

Zweig, çağının aydınlarıyla düşünce alışverişi için yaptığı bu ilginç yolculukları “yepyeni ve bambaşka bir dünyaya duyulan özlem” diye tanımlıyor. Ne var ki gün gelecek, bu özlem, yerini kovalanıp kaçma yolculuklarına bırakacaktır.

Yazarın, “Avrupa’nın kudurması” olarak nitelediği birinci kanlı savaşta, barış yanlısı aydınların- ayrı uluslardan da olsalar - sarsılmaz bir inançla dayanışmayı sürdürdüklerini görüyoruz. Zweig, birinci savaşta, ‘çoğunluğu kin borazanlarına katılmayan yabancı dostlarla’ düşünce kardeşliği yaptığı sıralarda insana umudunu yitirmemişti daha. Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci savaşa göre başkalığı buydu işte. Sözün, o sıralarda bir gücü vardı. Propaganda adı verilen o danışıklı dövüş, yalancılık. sözü ölüme götürmemişti henüz.

Zweig, Avrupa’yı kasıp kavuracak II. Dünya Savaşı’nı önceden sezmişti. Nasyonal Sosyalist yönetime kısa bir serüven gözüyle bakan aydınlar, dar bir milliyetçilikten yola çıkarak ve ‘kültürlü kişi olma kendini beğenmişliği’ yüzünden, çığ gibi büyüyen tehlikeyi görememişlerdi. Ağır sanayi patronları, Bolşevizm korkusu karabasanıyla el altından partiyi desteklerken, savaşın iyice yoksul düşürdüğü küçük burjuvalar, Hitler’in ‘faiz uşaklığından kurtarma’ yalanlarıyla avunup, ateşi körüklüyorlardı. “Nasyonal sosyalizmin vicdansız aldatma tekniği, amaç edindiği kökten değişmeleri, dünyayı alıştırmadan ortaya vurmaktan kaçınıyordu. Yöntem, iyice kollanarak uygulanıyordu. ”

Akıllara durgunluk veren korkunç bir örgütlenmeyle, aydın “söz”üne son noktayı koyan faşizm, kişi özgürlüğünü sıfırlayıp Hitlerin kanlı ve şöven diktatörlüğü insanlığın üstüne kapkara bir bulut gibi çökünce, Zweig da olası bir Nazi zaferinden korkarak, 1942'de, Brezilya’da kendi yaşamına son noktayı koydu. Bu intiharın anlamı, “söz”ün olmadığı yerde, yaşamanın da anlamı olmadığıdır.

En umutsuz anlarda bile, yazarın insanlığa umudunu ve barış tutkusunu şu sözlerinde hissediyoruz: “Her gölge, eninde sonunda ışığın çocuğudur. Aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.”

Dünyanın yörüngesini değiştirip, güneşi batırmayı iş edinen ‘zorba’lar, bir gün mutlaka, akrep gibi kendi kendilerini sokacaklar. İşte o zaman, barışın çocukları sonsuza kadar özgürlüğün türküsünü söyleyecekler.

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..