Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '07

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Güneşin batmadığı imparatorluğun kaynağı: Hindistan

Güneşin batmadığı imparatorluğun kaynağı: Hindistan
 

‘Birkaç günlüğüne Hindistan’a gideceğim, götüreyim mi seni de’ dedi eşim. Ben de gülerek ‘sorman ayıp ‘dedim ve kendimi New Delhi’de buldum.

Benim bu ülke ile ilk tanışmam Lapierre/Collins’in Bu Gece Özgürlük kitabı ile olmuştu. Gandhi’yi, Nehru’yu , Cinnah’ı tanımış, kurtuluş mücadelelerini okumuş, etkilenmiştim.

Hindistan, sömürgeden doğmuş bir sanayi devi. Teknolojisiyle ABD’ye kafa tutabilecek, Çin’den sonra 3. büyük ülke. Bir yanda teknoloji, bir yanda dağınıklık, kargaşa, yoksulluk ve kendi felsefeleriyle yaşayan halk. Peki nasıl oluyor da bu kadar teknolojiye hakim bir ülke aynı zamanda bu kadar yoksulluğu bir arada barındırıyor. Sanırım cevabı nüfusun yoğunluğunda yatıyor.

Yeni Delhi çok kalabalık bir şehir. Hem de ne kalabalık. Her yerde insan . Sokaklarda, istasyonlarda, duraklarda, …Zaten sokaklar Hintlilerin 2. evleri, hatta bir çoğu için belki de esas evi. Sokaklarda yatıyorlar, oturuyorlar, yemek yiyorlar, kısacası yaşıyorlar. Evsizlik felsefelerinde var. İşi çözmüşler basit, umarsız yaşıyorlar. Çünkü diğer hayatta güzellikleri yaşayacaklarına inanıyorlar. Sokaklardaki yaşamlarında Hintliler yalnız da değiller üstelik , inekler, domuzlar, maymunlar eşlik ediyor onlara. Hatta inekler patron orada. Şöyle bir manzara anlatayım. Sabah saatleri genç bir adam durağa yaslanmış , otobüs bekliyor, yanında da koca koca gözleriyle yayılmış, oturan bir inek. Film karesi gibi.

Kalabalık trafiğe de yansımış durumda. İtiraf edeyim İstanbul’un trafiğini aradım, şehirdeki o kaosu görünce. Bisiklet taksiler, motoguziler, arabalar, çekçekler, …(Yolun ortasına oturan inekleri hesaba katmıyorum bile)

Bütün bu kargaşaya rağmen, Hintliler çok sakin insanlar. Sakinliğinde ötesinde sevecen, iyi yürekliler. İnanın o keşmekeşliğin içinde dolaşmak İstanbul sokaklarında dolaşmaktan daha güvenli geldi bana .

Delhi , Yeni ve Eski diye iki bölümden oluşuyor. Eski Delhi Müslümanların döneminde başkentmiş. Burada bulunan camiler, kale ve anıtlar kırmızı özel bir taştan yapılmış. Yeni Delhi’yi ise İngilizler inşa etmiş.

Yeni Delhi’de Bahai dinine ait büyük bir tapınak var. Bina 9 tane havuzla etrafını çevreleyen lotus çiçeği şeklinde inşa edilmiş. Tapınağa Pazar günü gittiğimiz için çok kalabalıktı. İnsanlar akın akın tapınağa giriyordu bu yüzden içini gezme imkanımız olamadı.

Eski Delhi turistler için daha popüler. Janjanlı bir bölge. İnanılmaz kalabalık, düzensiz, şehrin bambaşka bir yanı. Tamamen bu serkeş görüntüsüyle turistleri çekiyor. Yıkık dökük, salaş , burada hayatta kalmam dedirten otelleri Avrupalı gençler arasında çok gözde. Bu bölgede 10 dolara da otel var, 400 dolara da…
Lal Qila yani Red Fort , Moğol imparatorluğunun en güçlü zamanında Şah Cihan tarafından yapılan bir kale. Kırmızı taşlardan inşa edilmiş. Kalenin arkasında Yamuna nehiri var. Bu nehrinin kıyısında ise siyah mermerden yapılmış , çok sade bir anıt var. Mathama Gandi ile Nehru burada yakılmış. . Etrafı ise park haline gelmiş.
Kutup minaresi , pizza kulesini anımsattı bana. Sadece şekil olarak değil, eğriliği bile. Evet gittikçe yana yatıyormuş, aynı Pizza kulesi gibi. Hintliler en üstteki 2 katı kendileri yıkmışlar, bu eğriliği engellemek adına.

Hükümet binasının bulunduğu caddenin bir ucunda zaferi simgeleyen taştan yapılmış Hindistan kapısı var. Hintli dostumuzun dediğine göre 1. Dünya Savaşında ve 1919 yılındaki Afganistan çatışmalarında ölen 90 bin Hintli askerlerin isimleri tek tek yazılmış bu kapının üstünde.

Hep denir ya Hindistan renkli bir ülke diye, evet renkli ama etnik yapısıyla değil sadece bu renklilik. Kadınlarda renkli orda. Siyah giyen kadın yok. Pempeler, maviler, sarılar, turuncular, renklerin geçidi izleniyor, kendilerine özgü elbiselerinde. . Kınadan yapılmış dövmeler ise ayrı bir görsel şenlik. Hintli bir kadın gördüm sırtından başlamış dövmesi, ayak parklarına kadar, ayak parmaklarının her birinde yüzükler, bileğinde halhallar. . .

Bir günlüğüne Jint şehrine gittik. Burası Delhiye 250 km uzaklıkta bir kent. Pek tarihsel özelliği yok şehir konum olarak vahşi fillerin bölgesinin girişinde.
Jint bir maymun cenneti. Maymun deyince yaşasın ne sevimli, severiz dediğimiz cinsten değil bunlar. . Vahşiler ve saldırganlar. Belediye günün belli saatlerinde muz dağıtımı yapıyor maymunlara. Hayvanlar şartlanmışlar, muz dağıtılacağı saatte hepsi caddelerde bekliyor. Mama uğruna, evlere giriyor, saldırgan davranışlarda bulunuyorlarmış, halk da şikayetçi olunca çareyi muz dağıtmakla bulmuşlar.
Babun maymunları(bahsettiğim maymnular işte), Jint şehrinin en önemli bir geçim kaynağı imiş eskiden. ABD’ye ihraç ediliyormuş ilaç sanayinde kobay olarak kullanılması için. Sonra Hindistan hükümeti bu maymunların ihracatını durdurmuş. (Nedenini söylemediler)
Jint’de şehrin misafirevinde kaldık. Evet şehirde misafirler için özel konukevi var. Dev duvarların arasından , kocaman bahçeye açılan, heykellerle süslü, görkemli bir malikane burası. Sabah uyandığımızda odamızda bir misafirimiz vardı. Duvarda irice bir kertenkele öylece , bize bakıyordu. Başka misafirlerimizde var mıydı?Düşünmesem daha iyi!
Kahvaltı için bahçeye indiğimizde şöyle bir manzara ile karşılaştık. Beyaz yerel giysiler içinde uzun pamuk şaçlı bir Hintli çimenlerin üstünde etrafını saran diğer Hintlilerle sohbet etmekteydi. Şehrin finans müdürü dedi Hintli dostumuz bize, halkın sorunlarını dinliyor, dertleşiyor…

Biraz uzun oldu biliyorum ama anlatacak o kadar çok şey var ki!Üstelik daha Agrayı, Jaipur’u , Mumbai göremedim bile. .

Itır Arayıcı

Not: Çok üzgünüm çektiğim resimler çok yüklü geliyor bloğa. Artık başkalarının resimleriyle idare ediceniz.

Resim http://www. sijmen. com/ dan alınmıştır.

 
Toplam blog
: 50
: 2013
Kayıt tarihi
: 23.01.07
 
 

Eski reklamcı, hatta her daim reklamcı, geyik, kokoş, alışverişkolik, biraz uçuk, bir zati-muhteremi..