Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '14

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Güneşle yarışmak

Güneşle yarışmak
 

Ataşehir de uyanmış odamdan dışarı baktığım an 23 saatlik uçak yolculuğumun en yorucu olmayan anıydı. Pencereden büyük yapılara baktım ve Amerika'yı düşündüm. KKTC'yi saymazsam bu benim ilk yurtdışı yolculuğumdu ve en uzun hava yolculuğum. Önce Schipol'e uçtuk. Schipol'den bahsetmek isterim.

Bu ne biçim havaalanı kardeşim! Avm mi yaptınız? Yoksa havaalanı mı bir karar verin. Schipol de kayboldum. Kontrol noktası falan yok istesem direk dışarı çıkıp Hollanda da kaybolabilirdim.

İkincisi hayatımda ilk defa Hollandalı gördüm. İlk defa Flemenkçe'yi duydum. Hollandalıların Flemenkçe konuştuğunu biliyordum ama o dil hakkında pek bilgim yoktu. Lakin Flemenkçe'yi duyunca dedim ki biri Hollandalılara iyilik yapmalı! Ya Almanca konuşun ya da İngilizce ikisini birden yapınca pek olmuyor. Sarışın güzel insanlarsınız bırakın bu işleri.

Delta Airlines uçağına bindim. Böyle uçaklar Türkiye de yok. Geniş kanatlı kıtalaraşan uçak bunlar. Yeni ve son model. Business bölümü için yatağa dönüşen geniş koltuklar var. Böylesini ilk defa gördüm. Dönerken Business'ta dönmeyi düşünüyorum. Size de tavsiye ederim.

Pencere kenarında ikinci uçağımın içinde havalanmayı beklerken, yanıma bir Amerikalı sarışın orta yaşlı bir bayan oturuverdi. İsmi Melindaymış ve Detroit'e yaşıyormuş. Uzun uzun sohbet ettik. Delta Airlines'ın ilginç özelliği koltuklarda TV var ve uçakta Wifi var! Ücretli de olsa çok güzel bir imkan bir dahakine faydalanmayı düşünüyorum.

Uçak'ta edebiyat keyfi yaptım önce yeni roman denemem Balerin'i sonra da ikinci eser denemem İstanbuluma Mektuplar'ın üzerinde biraz çalıştım. Telefonu kanat ve bulut fotoğrafı için kullandıktan sonra 'bedava' yiyecek içecek servisinin tadını çıkardım. Sıcak, ara sıcak ve soğuk yemekle kahvaltı ikram ettiler. Sayısız kere yemek ve yine sayamadığım kadar çok içecek servisi yaptılar. İnsan ekonomide böyleyse Business'ta nasıldır acaba diye sormadan edemiyorum.

Uçakta televizyon vardı. İsteyen telefonun ya da tabletin fişini takıp kendi telefonundaki şeyleri de dinleyip izleyebiliyor. TV de filim seyrettim ve biraz da olsa Amerikan kültürüne adapte olmaya çalıştım. Amerikan müzikleri dinlerken aslında hiçte uzak olmadığımızı gördüm. Bizim dinlediğimiz yabancı şarkıların aynısını dinliyorlar işte. Lakin Miles Davis diye bir adam var ki işte gerçek bir sanatçı diyebilirim. Jazz ve Blues çalıyor ama öyle bir çalıyor ki insanın aşık olası geliyor Jazz müziğe. Bu adamın CD'sini bulursam mutlaka alacağım.

8 saat 40 dakikalık yolculuğumuzda uzaktan Grönland'ı ve buzulları gördüm. Nesli tükenmekte olan kutup ayılarına el salladım. Kanada'yı ve dünyanın en büyük gölünün üzerinden uçtum. Kıta aşmanın keyfini çıkardım ve güneşle güneşletım. Ataşehir de uyandığım da güneşli olan hava Detroit'te hala güneşliydi. Türkiye gece saatlerine girerken ben akşam üstünü yaşıyordum.

Detroit'e meşhur Amerikan güvenlik sistemine takıldım. Hollanda da buna takılmıştım. Ayakkabılar çıktı bir cihazın içine girdim röntgenim çekildi. Köpekler bavulları kokladı. Uçakta doldurduğumuz bagaj formunu gümrük görevlisine verdim. İşin iyi ve demokratik yanı çantanızı açmıyorlar ve dokunmuyorlar bile. Ateşli silah ya da uyuşturucu bulundurmadığınız sürece (ki bu mümkün değil) size bir şey yapmıyorlar. Lakin şunu söyleyim sakin Amerikan güvenlik güçlerine artistik yapmayın. Tereddütlü cevaplar vermeyin yoksa kötü şeylerle karşılaşabilirsiniz.

Pasaportu görevliye verdim ve ellerimi parmak izi cihazına uzattım. Sonra retinamız alındı. İlginç bir ülkeye geldiğim kesindi. Bavulun yanında köpekli güvenlik gücü mensubu gelince acaba çıkışta ne var FBI mı dedim. Peki CIA de bizi görecek mi?

Görmedi! Detroit havaalanına girdim. Aman Allahım bu ne! Havaalanında bir yerden bir yere gitmek için metro var! Yuh! O derece büyük bir havaalanıydı. Uçuş kapısına gitmek için metroyu bekledim zira yürüyerek kapıya varmam 40 dakikaymış! Metroya bindim. 5 dakika sonra indik. Detroit'ten Virginia'ya giden uçağı beklemeye başladım. Work and Travel'ın Travel kısmı yavaştan Work'e doğru dönüyordu bizi. Amerika'nın ortasından Doğusuna doğru yolculuk başladı.

Burada ikinci Amerikalı arkadaşım Bemeko ile tanıştım. Amerikan Hava Kuvvetlerinde vinç operatörüymüş beraber özçekim yaptık. Virginia Beach'te beni basketbol oynamaya davet etti. Lakin Afro-Amerikan bu kardeşimiz Shaquille O'Neal'a çok benziyordu. Açkkçası biraz çekindim zira bu arkadaşlar için basketbol bir ata sporu.

Virginia Beach Norfolk havaalanına indiğimde 23 saatlik yolculuğum bitmişti. Yorgunluktan ölüyordum. Koca bir gün havada geçmişti. Türkiye de takvimler çoktan haziranın 28'ini gösterirken ben 27'sindeydim.

Gün biterken aştığım 2 kıtayı ve geri de bıraktığım alemi düşündüm. Dünyanın en güçlü ülkesi Amerika'nın içinde işine giden bir Work and Travel öğrencisi daha doğrusu Motorworld Virginia Beach'in çalışanıydım artık.

Bonne Voyage

Emre Erden 

 
Toplam blog
: 203
: 322
Kayıt tarihi
: 16.11.13
 
 

1991 İskenderun doğumlu. EMU Mütercim Tercümanlık, Amasya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği mezun..