Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '06

 
Kategori
Anılar
 

Günlüğümden eski bir sayfa

Günlüğümden eski bir sayfa
 

Küçüklüğümde “mutluluk” denince aklıma, hala da çok severek içtiğim Çamlıca gazozunun soğuk olması gelirdi. O günlerden bu güne, benim için hayatımı yaşanır yapanlara şöyle bir baktığımda bunların; sıradan, basit, hatta komik bulunabilecek türden şeyler olduğunu görüyorum.

Fakat o zamanlar bu minicik şeyler bile bana sanki çok çabuk, tadına varamadan kaçıp gidiyorlar gibi gelirdi. O "mutluluk” denen neydi? Nasıl bir şeydi? ben tam da anlayamadan, o kanatlanır görünmez oluverirdi. Bense ardından bakar, birbaşıma gözden kayboluşlarını izlerdim.

Bir çoklarının “mutluluk” dediğinin, bende ki karşılığının farkını, o zamandanberi biliyordum aslında: Onlar hiç bir zaman öyle kocaman şeyler olmadı. Ben de bunun peşinde değildim aslında. Çok büyük manalar yüklemedim mutluluklara. Ama itiraf etmek gerekirse, gözden kayboluşlarını izlerken hep yüreğimde bir burukluk, ,ç,mden “ne olurdu biraz daha benimle kalsalardı" diye geçirdim.

Daha tam da tadına varamadan dibini gördüğüm gazoz şişesi,
Gidilen misafirlikte evin çocuğunla oynanan oyununun yeni yeni keyfine varmaya başlamışken “hadi kızım gidiyoruz” diyen annemin sesi,
Aşık olduğumda, tango misali,” kadın bir adım ileri, erkek iki adım geri” klişesinde yaşanan ilişkiler, bu adımların seyri doğrultusunda varılan erken sonlar.
Ve daha bir çok, damakta iz bırakan doyamadığım tatlar...

Mutlu olduklarım, geçen onca zaman içinde pek de değişmedi. Şükür ki onlar hala o aynı naif küçük şeyler.
Ama şimdileri onlarda bir başka türlü yaşanıyorlar. Sanki küçük mutluluklar paylaşıldığında büyüyük çoğalıyor, kocaman oluyorlar...

Artık biliyorum ki; mutluluğu görebilmek için başımızı yukarlara kaldırarak onu oralarda aramak yerine, bakışlarımızı göz hizamızdakilere yöneltmemiz gerekiyormuş...

Meğer gerçek mutluklar hep etrafımızda olupta, orada sesizce görülmeyi bekleyen güzelliklerde saklıymış...

Yapılanlar her zaman dile gelmezmiş. Kendi kendimize fark edebilmek, bakıpta görebilmek, görüpte takdir edebilmek gerekirmiş...


Bazen benimle “gel oyna” demediği halde; bunu canı gönülden dilediğini bildiğiniz çocuğunuzun odasının girip, yanına çömelip onunla oynamaya başlamakta gerekirmiş...


Talep etmeksizin verildiğinde, çok daha derinden yaşanabilirmiş mutluluklar...


Meğer, sesizliğin sesine kulak verip onun dilini çözebilmekteymiş “aydınlık” dediğimiz...


Şimdileri içimde, mutluluğun adı Işık oldu. Ve “mutluluk” dene bu koca kelime, fındık kabuğuna sığacak büyüklükte, naif ve özden gelen sevinçlerde günbe gün katlanarak büyümekte.

Yazın yağan sağnak yağmurla ıslanmakta,
Hiç ummadığı bir anda çok arzu ettiği armağana kavuşan Can’ın yüzünde ki ifade de,
Oğlumla beraber yaptığım çukulatalı kekte,
Radyomu açtığımda en sevdiğim şarkının çalıyor olmasında,
Sıcak, samimi ve yürekten geln bir çift sözde,
Aklımdan geçirdiğim anda çalan telefonumla, duymayı en çok istediklerimin o sevdiğim ses tarafından fısıldanmasında,
Güzel bir konsere izlemekte,
Başınızı ani kaldırdığınızda göz göze geldiğiniz bir çift tutkulu kaçamak bakışta,
Yürekten kopup gelen bir kahkada,
Nutella kavanozunun dibini kazımakda,
Eski bir dostla içilen sıcak bir fincan çayda,
Köpük banyosun da uzanıp, baloncukların patlayışını izlemekte,
Beklemediğim bir anda yanağıma kondurulan kocaman bir öpücükte,
“Bana güzel bir şey söyle” dediğim de, söylenen adım olmasında,
Bir dileği sorulduğunda, istediğinde alabileceklerinin tamamına rağmen, içten kopup gelen o samimiyetle “..güzel gözlerine bakabilmek..” demesini işitmekte.
Ve şimdi mutluluk heryerde...

19 Haziran 2005
Saat: 01:45

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..