Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

Günün sonunda biten...

Günün sonunda biten...
 

Baba odasında kendi kendisiyle  konuşuyordu. Belli ki durumdan yine hoşnut değildi. Annesiyle kız gitmişlerdi dışarı.
“Saat kaç?” diye sordu. “Üç’müş..”Akşama daha çok vardı.

Bir ara kıyıya inip balık tutmayı düşündü. Olta takımları yoktu. Olsa bile kıyıda tek başına. Keyifsizdi. Kapıyı açsa. Balkon kapısı aralık durursa, kapının önündeki ağaçtaki yaprakların hışırtılarını duyabilirdi. Sonbaharın kapıdan girişini, bir kaç  sararmış yaprağın odanın içinde dolaşmasını istiyordu. Açtı kapıyı. Kapının  önünde  dışarıya çıkmakla çıkmamak arasında  durakladı. Balkona  çıksa mıydı?  Ya üşürse!  Gitti üzerine ropdöşambrını giydi giydi, çıktı balkona.

Trenler geçerdi biraz sonra, Tuzla’ya ya da Anadolu’ya doğru koştururlardı. Kars’tan, Muş’tan, taa ötelerden gelenler ise İstanbul’a varmak, Haydarpaşa’da son  kez “puff” diyebilmek için daha çok nefeslenirlerdi. İçindeki  insanlar belki yıllar sonra. Belki de ilk kez İstanbul’u görmenin sevinciyle perceredeydiler. Garip bağrışmalar kalırdı giden trenlerin arkasından. Çınlardı adamın kulakları. “Saat dört,”dedi kendi kendine.”Gelmediler..”

Hep o saatlerde balkonun altından geçen emekli bir  albay, “Nasılsınız Avni Bey.. İnşallah  afiyettesinizdir!” diye seslenirdi. Önce duraksar, sonra “Teşekkür ederim,iyiyiz..” diye karşılık  verirdi. Albay söylemek için başka sözler arar; yukarı, adamın  gözlerine doğru boş boş bakınır, sonra sokağın üst yanına doğru yollanırdı.

“Kimdi acaba  bu albay?” Kahvede hep Adil Albay diye çağırırlardı  onu.  Bizimki zaten hiç bir şeye aldırmazdı. Ancak kendisiyle ilgilendikleri  sürece  karşısındakinin  kimliğini araştırırdı. “Kimdi acaba albay.. Önceden tanıyor muydu?” Tanımazdı. Geçmişle ilgisini çoktan koparmıştı.
Zaman nasıl geçiyordu, dün nasıl  geçmişti? Dün akşam...

Dün akşam gittikleri filmden de hiç hoşlanmamıştı. Bilmem başroldeki  kadının  evde ön plana çıkarak, kocasına bağırıp çağırmasından mı, yoksa sinemadaki kalabalığın kulağında yankılanan uğultusundan mı? Bütün film boyunca erinçsizlik  duymuş, kaç kez karısına,”Kalk gidelim,”demişse de dinletememişti.
Üçüncü sigara paketini açtı. Köşedeki ucu sarı uzun silindiri  çekti çıkardı. Bu  günün  üçüncü  başlangıcıydı. İki paket bitmiş, üçüncüsünü açmıştı.  “ Motor gibi sigara içiyorsun,” derdi  karısı sık sık. Önceleri  daha az içmek için çaba harcamış ama emekli olduktan sonra kendini kapıp koyvermişti.
Şimdi son  direnişini daha iyi  hatırlıyordu. Hastanede ameliyat olduktan sonraki akşam kendisini bir hıçkırık nöbeti tutmuş, doktorlar ne ilaç verdilerse durduramamışlardı. Adamcağız iki gün içinde ameliyatın acısından değil, hıçkırığın sıklığından sararmış, solmuş, bitmişti. Herkes korkuyordu.
Sonunda işini bilen bir  hemşire karısına,”Bey daha öncesigara içiyor muydu?”diye sormuş; olumlu cevap alınca yaktığı sigarayı adamın dudakları  arasına sıkıştırıvermişti.  Adam dalgınlığının arasında sigaradan  derin  bir kaç nefes çekti. Sigarayı içti  bitirdi.  Biraz sonra  bir sigara daha yaktı.
Yarım saat geçince hıçkırıklar dinmişti.

Önce karısının ayak seslerini duymuştu koridorda. Topuk tıkırtılarını  duyar duymaz balkondan çıkıp odasına geçmişti.  Kadın içeri girer girmez oturma odasına seğirtmiş, orada koca bulamayınca, yatak odalarına yönelmişti. Kapının önünde biraz duraksamış, açtığında onu içerde perdeleri yarı kapalı pencerenin önünde bulmuştu.

Kapı  açılır açılmaz adam  yarı döndü. “Saat beş,” dedi, suçlayarak,”Hala yoksunuz. Sabahtan bırakıp çıkıyorsunuz.. Bilmem  nerelerde... Sabahtan akşama kadar Sabahat hanımın günüymüş, Fatma’nımın günüymüş. Evde durduğunuzu görmedim ki sizin.  Hemen evden kaçmak için fırsat kollarsınız. Nerelerdesiniz, ne yaparsınız,şeytan bilir...”

Kadın  bütün bu  kin dolu, suçlayıcı konuşmaları acı bir gülümsemeyle karşılamış; yumuşak bir sesle, Kartal’a geçen aylarda verilmeyen elektrik parasını yatırmaya gittiğini; bu ayda verilmezse cezalı duruma düşeceklerini anlatmaya çalıştı.  Kesin  çıkışmalarla adam kesti kadının savunmasını.
Onu atlatıyorlardı. Mutlak  gizli  bir şeyler dönüyordu evin içinde. Kendisinden bir şeyler saklıyorlardı.

“Acaba  kız mı bir dolaplar dönderiyordu da haberi olmuyordu. Örneğin bugün okul tatildi, evde olması gerekiyordu. Nereye gitmişti?”  Bütün bu soruları kendisine suçlayarak soruyor, cevap veremiyordu.
Bir baba olarak, bir  koca  olarak  bütün ömrünü onlara bağışlasın da, onlar son günlerinde kendisine bu denli kayıtsız kalsınlar.
“Gösteririm onlara,”diyordu için için.

Kapının açılmasıyla  içeri giren kızın üzerine ağzından çıkan zehir gibi sözlerle saldırması bir oldu. Kızın ne kötülüğü kaldı; kimlerle gezdiğini, neler yaptığını zehir zemberek bir dille bir bir anlattı.
“Yazıklar olsun size,”diyordu.” Bu  yaştan sonra kapatın beni eve. Sonra siz, ana kız bildiğiniz yerlerde fink atın. Yağma yok. Bir gün bunların hesabını vereceksiniz!”

Kız kapının önünde dikilip kalmıştı. Ne yapacağını, nereye gideceğini  düşünemiyordu.  Babasının ellerini tutsa, özür dilese geç  kaldığı için. Ama kötü bir şey...”  Tanrım niçin böyle oldu babam.”  Selameti annesine sığınmakta buldu. Sinemaya gideceğini annesine  daha önceden söylemişti. Ya neden..
Annesi, kaşıyla gözüyle “aldırma,” diyordu.”Söylenir söylenir geçer...”

İlk fırtınadan sonra hava yatıştı. Adam çıktı odasından, evi kolaçan eder gibi bir iki kez aşağı yukarı dolaştı. Kızından su istedi, içti. Gazeteyi divanın üzerinden kaldırmalarını emretti,kaldırdılar. Sandalyeleri yerlerine  koymalarını söyledi. Koydular. Bu eve zaten her zaman böyle dağınıktı... Sonra ayakkabılarını istedi, elbiselerini, bastonunu...Yemek  yemeden gidecekti. Kızmıştı. Kadın yemek için üstelediyse de, istemedi.  Hırsla kapıyı çekti, çıktı.

En çok  evin önündeki  bu dar demiryolu geçitinden çekinirdi. Orayı geçti mi deniz yakındı. Bastonun yardımıyla kendisini asfalta dar attı. Karısıyla kızı pencereden izliyorlardı adamın gidişini.
Deniz sessizdi. Kıyı kanepelerinden birine oturunca, yalnız, kimsesiz daha iyi düşünebiliyordu.
Bazen her şey yaşanmaya değer gibi gelirdi insana. Çiçekleri  koklardı. Denizin, gökyüzünün pırıltılarıyla avunur gibi olurdu. Gün olur bir kadına sarılır yatar, yıllar geçtikten sonra daha bir  bıkkınlıkla kalkardı. Güneş,deniz bütün güzel şeyler her  sabah insanlar tarafından yeniden kullanılmaya başlanırdı. Sonra anlardı insan.  Artık inanmazdı geçici  pırıltılara. Kentin sonsuz gürültüleri içinde oynaşan trenlerin, taksilerin, korkunç  homurtulu  araçların  arasından  atlayıp sıçrayarak bir deniz kıyısına koşardık.  Biraz sonra yine can sıkıntısı karşılardı bizi. Yavaş yavaş belletilen bütün sınırlar daralır, bir köşeye kıstırırlardı insanı.  Ondan sonra nefes almak yoktu. İnsan etinin verebildiği son  gücü  dikkatli kullanmalıydı. Yoksa  bir  sokağın  ortasında  yıkılıp kalmak vardı.
Belli  güzel  bir akşamdı. Ama kendisi için değil artık.

Yaşayanlar  için güzel günler,güzel akşamlar vardı. Biliyordu ki günün sonunda bir şeyler bitmişti. Günün sonunda biten sonunda biten neydi? Gençlik mi, istekler mi? Belki her şey...

Sonunda  karısıyla kızının her akşam gittikleri gazinoya uğramak  için bastonuna direndi, karşı kaldırımı izleyerek gazinonun önüne kadar geldi. Pek o kadar kalabalık yoktu bu akşam. Gazinoda düğün filan da yoktu herhalde. Olsaydı işitirdi kahvede.  Kapının  önünde durdu, her zaman oturdukları masaya doğru yöneldi. Bastonu  olmasa da bulabilirdi yerini. Yardıma gereksemesi yoktu sonuna kadar.

Babasının kapıda  beklediğini gören kız kendisini karşılamak için davranmış, ama daha önce babasının bu yolda, ”kendisinin yardıma ihtiyacı olmadığını, “bildiren ihtarları yüzünden gecikmişti.

Tam  o  sırada  baba önlerindeki  masaya çarpmış, masanın üzerindeki ayran bardağını genç bir  beyin üzerine boşaltmıştı.  Genç adamın, “Kör müsün?” diye çıkışmasına ters karşılık veren babanın imdadına onu  izleyen  kızı yetişti. Babayı kenara aldıktan sonra özür diledi genç  adamdan. Utanarak, sıkılarak, “Gözüne perde indiği için emekli  yaptılar  babamı, ne olur hoşgörün,”dedi.
(Varlık Dergisi,1967 Yıllığı)

 

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..