Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '15

 
Kategori
Deneme
 

Güzel bir gün

Güzel bir gün
 

Güzel bir gün işte, tıpkı böyle.!


 

Güneşli güzel bir güne en yakışmayacak şey karamsar bir ruh hali içinde ortalıkta dolaşmaktır. Bunu çok iyi bildiğim için, güzel güneşli havalarda ne kadar gam kasavet varsa hepsini içimden atar öyle çıkarım sokağa. Bu sabah da perdeleri araladığımda odama dolan günün parlak ışıklarına gözlerimi kırpıştırarak bakarken içimde ılık, tatlı bir heyecan duydum ve beni sıkan ne varsa hepsinden bir anda sıyırdım kendimi… Bir koşu çayın altını yakarak soluğu duşta aldım; ılık su bedenimden aşağı indikçe kendimi daha da iyi hissettim. Tıraşımı bitirip mini kahvaltımı hazırlarken keyifli bir müzik açtım, elbise dolabımdan temiz bir gömlek seçerek hızla giyindim. Böyle zamanlarda evin içinde küçük telaşlı adımlarla koşuşturmanın farklı ve kendine has bir zevki var. Diğer günlerde pek aynı tadı alamayacağınız, o ana özel tatlı bir zevktir bu ve ben bu anları yaşamayı çok seviyorum... Kahvaltım bitip de sağı solu topladıktan sonra, çıkmadan portmantonun boy aynasında kendime şöyle bir baktım, aynadaki bana bir gülücük gönderdim ve attım kendimi sokağa.

                                                                              *

Ana caddeyi hızla geçtim, çarşıya daldım, yol boyunca birkaç tanıdık esnafla selamlaştım ve kalabalık sokağın sonundan hızla sahile doğru yöneldim. Bugün olduğu gibi açık ve güneşli günlerde masmavi gökyüzü altında dolaşmak ruhuma çok iyi geliyor; benim gibi düşünenlerin çok olduğu sakin, huzurlu, dingin bir Trakya ilçesinde yaşıyorum, üstelik insanları çok medeni ve saygılı kimseler. Yıllar önce, biraz rastlantı sonucu biraz da çocuklarıma daha yakın olabilmek için memleketim Ege’den buraya yerleştiğimde pek de yabancılık çekmemiş, kısa zamanda alışmıştım. Yıllar geçtikçe daha da çok sevdim ve benimsedim diyebilirim. Bir süre sahil boyunca aşağı yukarı yürüdüm, ciğerlerim temiz hava ve iyot kokusu ile doldu, sonra yavaş yavaş her zaman gittiğim çay bahçesine doğru yürümeye devam ettim. Aslında sahil boyu birbirinden güzel ve bakımlı yıllanmış ağaçlar gölgesinde ve çiçekler içinde birçok çay bahçesi mevcut, zaman zaman her birinde oturmuşluğum var. Ama bir şeyler okumak, yazmak istediğimde nispeten daha sakin bulduğum bu çay bahçesi tercihim oluyor, buranın ufku daha açık, denizle kucaklaşıyor adeta. İki platformdan ve bir de kışlık camlı bölümden oluşuyor. Her yaştan insanların keyifli sohbetleri arasından geçerek üst platformda denize hakim bir masaya oturdum. Hiç bir ayrıntıyı kaçırmamak arzusu ile ve huzur içinde bir süre gözlerim çevrede gezindi. Hemen bitişikte bir de oyun parkı var, aileler çocuklarını oraya bırakıyor, çaylarını yudumlarken onların sevinç çığlıkları içinde salıncakta sallanmalarını, kaymalarını izlemenin keyfini yaşıyorlar.

                                                                               *

Böyle yarı dalmış bakınırken daha önce burada görmediğim, biraz topluca, temiz yüzlü bir garson kız geldi, gözlerinin içi gülen bu kıza taze demden bir çay söyledim, “hemen efendim” diyerek uzaklaştı. Ben de etrafa bir kez daha göz gezdirdikten sonra, tepemdeki görkemli ağaç dallarında, kuş cıvıltıları arasında önceki yıllarda iki kez okuduğum, Andre Mauroıs’ın, “Sonbahar Gülleri” adlı romanını kaldığım yerden tekrar okumaya koyuldum. Mauroıs’ın şiirsel anlatımı bir anda yine benliğimi sardı, garson kızın geldiğini fark edemedim, zarifçe çay bardağını masaya bıraktığını görünce başımı kaldırdım,  gülümseyerek teşekkür ettim. O uzaklaşırken yine romanın derinliklerine daldım. Yaşlı bir sanatçının kendinden genç bir kadına olan aşkı ile sürüklendiği karmaşık duyguları, evliliğinde yaşadığı çalkantıları ve durulma anlarını büyük bir ustalıkla işliyor yazar. Okurlar bazen roman kahramanları ile özdeş olabiliyor, kendi yaşantısında karşılaştığı ama anlatamadığı duygularını “ tam da beni anlatmış “ diye karşılayabiliyor. Bu romanda daha önceki okumalarımda altını fosforlu kalemle çizdiğim bir pasaj benim çok hoşuma gidiyor, orada der ki Mauroıs, “ Genç kalmak demek, kendi devrinin gençleriyle birlikte duymaya devam etmek demektir. İçinde bulunduğumuz şu anı kabul etmek demek, geçmişi inkar demek değildir; Yarın yeni bir alemin geçmişi olacak olan şeyi yaratmak demektir bu. İşte ben, bunu yapmaya kudret görüyorum kendimde”. Bu satırları belki üç, dört kez arka arkaya okuyorum, sonra başımı kaldırıp bir gökyüzüne, bir ufka bakıyorum. Gökyüzünde aheste sürüklenen pembe beyaz küçük bulutlar, açıkta balıkçı motorlarının tepesinde uçuşan martılar hepsi bir bir hafızamın derinliklerine kazınıyor. Çok geçmeden tanıdık bir ses duyuyorum, bizim fötr şapkalı (!) simitçimizin sesi giderek yaklaşıyor. Sahilin diğer bir ucunda karısı ve oğlu da simit satarak ekmek paraları için emek veriyorlar. Yurt dışına lisan öğrenmek üzere iki kızlarını göndermişler, bütün aile onlar için çalışıyor, çırpınıyor. Yetmezmiş gibi, mahallelerinde, çevrede sıkıntıda olan insanlara da kucak açıyor, karınca kararınca el uzatıyorlar. Bu fedakar ve çalışkan simitçi aileye çok saygı duyuyorum. Fötr şapkalı (!) beni gördü, ben de aynı anda elimle, iki işareti yaptım, poşete koyduğu iki simidi getirdi, parasını verip hal hatır sordum, her zaman olduğu gibi, “iyi günler, saygılar ağabey” dedi ve arabası başında bekleyen müşterilerine doğru koştu. Eh, şimdi taze bir çay lazım bu çıtır simitlerin yanına der demez garson kız önümde bitiverdi. Bir çay daha istedim, o sırada gözü okumakta olduğum kitaba takıldı, “ ne güzel, kitap okuyorsunuz, ben de kitap okumayı çok seviyorum, arada yazmayı da” dedi. Çok hoşuma gitti, ne tür kitaplar okuduğunu sordum. İsmen bildiğim ama okumadığım yeni bazı yazar ve kitap isimleri saydı. Ben daha çok neler yazdığı ile ilgilendim, denemeler ve şiir yazıyormuş, blog adresini verdi, “ vakit bulur okursanız çok sevinirim” dedi, mutlaka okuyacağımı söyledim. Çarçabuk getirdi çayımı, biraz çekinerek, kendisine bazı kitaplar tavsiye edip edemeyeceğimi sordu. Okumakta olduğum roman hakkında bilgi verdim, fosforlu kalemle çizdiğim, Mauroıs’ın genç kalabilmek konusundaki pasajı okudum, çok hoşuna gitti, dudaklarından ” müthiş güzel “ sözleri döküldü! Bizim yazarlarımızdan Sait Faik’i çok beğendiğimi söyledim, Orhan Veli, Attila İlhan şiirlerini sevdiğimi söyledim. Birkaç da sevdiğim yabancı yazar ve roman ismi verdim, hepsini adisyon fişinin arkasına not etti ve uzaklaştı. Ben de taze çayımdan bir yudum aldım ve simitlerimden birini yemeye koyuldum, bu ne güzel doyulmaz bir lezzettir yarabbi…

                                                                     *

Bugün yaşadığım ve yaşamakta olduğum güzel anlar yudum yudum benliğime işliyor, umutlarım tazeleniyor, gözlerim parkta sevinç çığlıkları ile oynayan çocuklara kayıyor, bir an için çocukluğuma gidip geliyorum, hafif, tatlı, ama bir o kadar huzurlu bir dalgınlık yaşıyorum, garson kız bu kez tam karşımda duruyor, başımı kaldırıyorum, gülümsüyor, masama bir taze çay daha bırakıyor, “ bu da bizim ikramımız “ diyor. Biliyorum ki, bu çay onun ikramı, gözlerimle teşekkür ediyorum...

                                                                     *

Saatler bir biri ardına geçmiş, doğa kendi sıradanlığını sunmakta bize, birazdan güneş ufukta pembeden kızıla dönüşecek, az önce ayrıldığım çay bahçesine dönüp bir baktım, tombul kız uzaktan el salladı, ona karşılık verdim, dönüş yolunda ve sahil boyunca ağır adımlarla ilerliyorum. Genç kalmak demek kendi devrinin gençleriyle birlikte duymaya devam etmektir. Uzaklardan fötr şapkalı (!) simitçinin sesi geliyor…

 

 

                                   

                                                                          

 

 

 
Toplam blog
: 220
: 2018
Kayıt tarihi
: 02.07.06
 
 

Yazmak, ufkun da ötesine taşan engin bir serüven gibi gelir bana ve gençlik yıllarımdan bu yana v..