Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '09

 
Kategori
Güncel
 

Güzel bir yeri tanımak ve gezmek isteyenlere...

Bir Pazar günüydü ve saat öğleni göstermekteydi. Dört kuzen uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Uzun seneler sonra memleketim Bayburt’a gidiyordum. En son gittiğimde çocuktum ve pek de bir şey hatırlamıyordum. Sanki benim için bu bir ilkti. Heyecanlıydım ve nasıl bir yer olduğunu oldukça merak ediyordum. Kuzenlerle yapılan şen şakrak sohbetle yol kısalmış, bir haylide eğlenceli geçmişti. Her durakta iniyor, etrafta dolaşıp bir çay yudumluyorduk. Belki herkes sevmez uzun yolculukları ve yol üstündeki yenen yemekleri; ama bunlarda benim ayrıca hoşuma giden ayrıntılardı.

Sabah saatlerinde Bayburt’a inmiştik. Yakın bir akrabanın düğünü vardı ve onlar da bizi karşılamaya gelmişti. Otogar yeni yapılmıştı ve hemen onun karşısında da üniversite vardı. Meraklı gözlerle etrafı seyrediyordum. Seyre dalmışken de temiz havayı derin derin içimize çektik. Buranın her yerini fırsat buldukça gezmek istiyordum ve öylede yaptım.

Gelmeden önce insan önyargılarda bulunabilir ama geldikten sonra anlıyorsun ki yanılmışsın. Bende o yanılgıya düşmüştüm. Geldiğim yer kendini son senelerde çok geliştirmiş ve geliştirmeye de gayet açık bir kültüre sahipti.

Bayburt’a hayat veren Çoruh nehri, şehri iki parçaya bölmüş, güzelliğini herkese inat gösterir gibi insana huzur veren sesiyle akıyordu. Ve bu şeridi izleyen yol üzerine lokantalar, çay bahçeleri dizilmişti. Çoruh nehrinin üzerindeki köprüden geçerken etrafa iyice bir baktım ve ilerde tarihe meydan okuyan Bayburt Kalesi’ni gördüm. O kadar güzel ve muhteşem duruyordu ki; surlarda, esen rüzgarla şaha kalkan o ak kırmızılı nazlı bayrak, dalgalandıkça duygulandırıyordu.

Buralara gelip de yol üzerindeki çeşmelerden su içmemek olmazdı. Her gördüğümüz yerde çeşmelerden su içtik ve o serinleten suyla yüzümüzü yıkadık. İnsanı suyuyla havasıyla ferahlatan bu güzel şehir şimdiden kalbimizi fethetmişti.

Ertesi gün bütün kuzenler toplanıp kaleye çıkmaya karar verdik. Kalede gezinirken surlara yazılan yazılar, aşklarını yazarak ilan edenler gibi bir sürü renkli yazı karmaşası vardı. İşte bu da insanı son derece üzmüştü. Kim bilir orada ne mücadeleler yaşanmıştı; fakat biz bu değere sahip çıkmayarak buna meydan vermiştik. Bu değerler gözümüz gibi korunmaya değerdi.

Gezinirken yorumlar yaparak birbirimizin de fikirlerini paylaşıyorduk. Kalede bir hayli kalabalık bir grup şekilde yürüyor bol bol da fotoğraf çekiliyorduk. Kaleden baktığımızda Bayburt bir resim gibi gözlerimizin önüne serilmişti. Hava da yavaş yavaş kararmaya başlamıştı, koyu lacivert gökyüzünde bembeyaz lamba gibi etrafı aydınlatmaya çalışan ay ise ayrı bir güzelliği sergiliyordu. Her taraf ışıl ışıl yanmaya başlamıştı. Kalenin içinde bulunan restauranta gittik. Hafta içi olduğundan, fazla kalabalık değildi. Oradan ayaklarımızın altına serilmiş manzarayı seyrediyorduk. Bir taraftan da yakılan semaverlerin dumanı gökyüzüne doğru yükseliyordu. Benim gibi türkü severler içinde ayrı bir tat taşıyordu burası. Canlı bir türkü şenliği sergileniyordu. Ve benimde en çok hoşuma giden bu olmuştu. Söylenen türküler ve o eşsiz manzarayla birlikte taa derinlere dalmıştım. Kalabalık olduğumuzdan etraf şenlenmişti, türkülere eşlik ediyor ellerimizle de bunu destekliyorduk. Geçirdiğimiz güzel saatlerin ardından yürüyerek arabamıza ilerledik. Yıldızlar sanki yanımızdaydı, gökyüzü tamamen onlarla kaplanmıştı. Bunları büyük şehirlerde bu kadar çok olarak görmemiz ne kadar da imkânsızdı. Buradan ayrılmadan kaleye bir kere daha geldik ama bu sefer daha kalabalıktık. Hava daha soğuktu, hırkalarımızı yazın ortasında omuzlarımıza atmıştık. Masa da toplanıp kah anlatıp kah güldük. Güzel saatler birbirini kovaladı, yenilenen çaylar, dumanı tüten nargileler ve hava da uçuşan hoş sohbetlerle gece son buldu.

Buradaki köylerin hepsini gezemesem de bir kaçını gezme fırsatı buldum. Çoruh Nehriyle şenlenen ve bereketlenen köyler, yeşillikleriyle insanı ferahlatıyordu. Tepelerde bulunan köyler ise uçsuz bucaksız yaylaları, dağları seyretmenin keyfini sunuyordu.

Bayburt’a gelinirdi de Alabalık yenmez miydi? Alabalık tesislerine giderek yakından izledik büyüklü küçüklü alabalıkları. Havuzlar dolu ve akan tazikli suyla daha bir can buluyordu. Özel hazırlanan balıklar, acılı bir salata ve en sonda insanı canlandıran o mis gibi çay.

Yakındaki tarlaların ot boyları neredeyse bir metreye ulaşmıştı. Bu otlar tırpanlarla yerlere serpiliyordu. Tarlalarda orakla ot biçen kadınlar, otlarla kem yapıp, bunlarla sırtlarında kilolarca ot taşıyanlar, kışın ısınmak için tezekleri dizenler. Bunları dizerken de ayrı ayrı şekiller vererek değişik de bir görüntü ortaya çıkarmışlardı. Sabahtan otlamaya gönderilen hayvanlar ise akşama hiç kimsenin yardımı olmadan kendi yuvalarına giriyordu. Hepsi besili ve bakımlıydı. Zaten buradaki insanların geçim kaynakları hayvancılık ve tarımdı.

Köyler yazın şenleniyor, kışları ise sessizliğe bürünüyordu. Çoğunlukla gençler, iş için hep büyük şehirlere göç etmişler, köylerde ise hep yaşlı insanlar kalmıştı. Yazın can buluyordu buraları.

Çoruh Nehrinin kenarında gezinerek ayaklarımı suların içinde gezdirdim. Üşüten rüzgâra inat şırıl şırıl akan su gayet sıcaktı. Günlerim güzel ve hareketli geçiyordu.

Bayburt’ta müze yapılıyordu bunu da yerinde görmek için oraya gittik. Profesörler, işçiler, müzeyi bitirmek için son hızla çalışmalarına devam ediyordu. Yakında resmi açılışı yapmak için cumhurbaşkanımız gelecekti. Burada; yöresel işlemeler, tablolar, güveçler, sepetler, bakırdan yapılan eşyalar, tandırlar daha nice eserler vardı. Güzel bir tepeye kurulmuştu bu müze ve mimarı olarak da son derece güzel hazırlanmıştı. Değişik bir atmosfer eşliğinde geziyorduk. Büyük bölümü bitmiş ama çalışmalar hala devam ediyordu. Büyük ihtimalle resmi açılışı yapıldıktan sonra çalışmalara devam edilecek ve seneye tamamen açılacaktı. Kültürümüzü tanıtmak ve gençlere bunu aşılamak içinde ellerinden geleni ardına koymayıp burada çalışan ve emeği geçen o değerli çalışanları kutlarım.

Yeni yapılan üniversiteler ise buranın daha da büyüyeceğini gösteriyordu. Eğitime büyük bir önem veriliyordu ve buradan üniversiteye gidenlerin sayısı da az değildi.

Sıra sıra yapılan çay bahçeleri, parklar insanlarla dolmuştu. Bayburt çok büyük olmasa da insana huzur veren ve insanı dinlendiren bir havası vardı. Unutulmaz güzel izlenimler bıraktı bende burası.

Bayburt’tan Erzurum’a giderken geçtiğimiz Kop Dağı’ndaki suyun tadını hiç unutamam. Dağlardan çeşmeye buz gibi su akıyordu. İçtikçe içesi geliyordu insanın. Oradan her geçen araba özellikle çeşmeden su içmek için duruyordu. Ben hiçbir yerde böyle güzel bir su tadı tatmadım. Yanımdaki boş şişelere bile bu soğuk sudan doldurdum. Uzak olmasaydı sırf bu su için her gün buraya uğramak isterdim.

Anladım ki hiçbir yeri görmeden gezmeden karar vermeyeceksin. Ben gezdim, gördüm ve çok beğendim. İnsanlarıyla son derece sıcak bir ortamı bulunuyor. Farklı yerleri görmek ve gezmek isteyen kişiler buralara da uğramalı. Ben, herkesi Bayburt’a davet ediyorum. Gidin görün ve kararı siz verin…

 
Toplam blog
: 23
: 1205
Kayıt tarihi
: 30.04.09
 
 

Gündemi takip eden ve yazmayı seven birisiyim...  ..