Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Halim selim (sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - on ikinci bölüm)

Halim selim (sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - on ikinci bölüm)
 

Sıradan insanlar


Katip çaycının “gırın ayısı” dediğini duymuştu. İçinden güldü. ‘Bir bir berabereyiz’ dedi. Çaycı söylerse o da Halim’e “çaycı da sana gırın ayısı dediydi” diyecekti. Katip rahatlamıştı.

 

Bu sırada Halim ciğerini yeyip çayını da içip biraz hava alayım diye pansiyonun önüne çıkmıştı. Boru mu,cebinde dokuz lira, kasada da otuz lirası vardı. Çok şükür Allaha can borcundan başka kimseye borcu yoktu. Karnı da dibek gibi doymuştu. Ama yine “debmişti”. Gitti tuvalette “abdesdini yabdı”. Bu sırada çok mutluydu. Dışarı çıktı, pansiyonun önündeki sandalyelerden birine oturup gelip geçeni seyre başladı.

 

Yanından geçen herkes onu görünce önce bir irkiliyor, zararsız biri olduğunu anlayınca rahatlayıp geçip gidiyordu. Bunlar onun umurunda değildi. Veya umurundaydı da belli etmiyordu. Otururken aklına neler geliyordu neler. “Şindi bunların zamanı değil. Şurda oturuyon adam gibi otur” diye kendine söylendi. Bir sigara yaktı. Keyfinden içi içine sığmıyordu. Durup durup şükrediyordu. “Hem o şükretmecek de kim şükredicedi?” kendine bunları söylüyordu. Çok şükür sağlığı yerindeydi. Azıcık beli biraz da ayakları ağrıyordu.

 

Daha önce yazdığım gibi “porosdadı da vardı”. Doktor “daha küçük, ilaçla idare edersin” dediği için aldırmıyordu. Biraz da nefes darlığı vardı; ama onu hastalıktan saymıyordu. Çünkü öyle “gıdım gıdım nefes almıya” alışmıştı. Es gaza bi gün bol nefes alsa, “Allah esirgesin” havadan boğulup giderdi. Böyle idareli idareli iyi oluyordu. “Hem hava parasız deye hırsızlanmanın alemi yok. Onu bile bulamayanla var” diye kendi kendiyle dalga geçiyordu.

 

Yalnız haksızlığa hiç tahammülü yoktu. O zamanlar içinde bir ses “ağır ol oğlum. Dünyayı sen mi düzeldicen? Bırak herkes ne hali varsa görsün. İki de bir yırtık dondan çıka gibi ortaya çıkıp durma. Başına iş alıp durma, goyver rahvan getsin” dediyse de ‘sen söyle, sen dinle’ dinleyen kim? Bunları düşünüyordu.

 

Bu sırada sigarası bitmişti. Çaycıya çay parasını verdi. Burnuna bir, iki damla düşünce havaya baktı. Havanın kapatmış yağmur da çilemeye başlamıştı. Az sonra şakırdayınca cümbüş başlayacaktı. Onu kaçırmak istemezdi.

 

Acele kalktı; tuvalette işini görüp elini ayağını yıkadı kendini şöyle bir kokladı. Hamam zamanı gelmişti. Şimdi onu düşünüp tadını kaçırmak istemiyordu. Odasına gidip yatağa uzandı.

 

Kaldığı oda bahçe içindeydi. Kaydırma gibi bir şey. Üstü çinko kaplıydı. Yağmur başlayınca dünyanın en güzel tıpırtılı resitali başlıyordu. Yağmur hızlandıkça tıpırtı artıyordu. Çakan şimşek ve gök gürültüsü şahane ışıklı fon müziği oluşturuyordu. O anda yatağı onun içim ana koynu gibi oluyordu.

 

Gerçi koca kafası, iri kalıbıyla anası onu koynuna pek almamıştı. Koynuna yatıp yaslanacağı sevgilisi de olmamıştı. Zaten olsa bile onda “garıya, gıza gidicek düşüncek para pul mu varıdı ki?” Onun ara sıra aklına dayısının arkadaşı ile gittiği randevu evinde ona “kocacığım” diyen kadın geliyordu. Onu da hemen aklından çıkarıyordu.

 

Çünkü o kadın da orada kalmıştı. Yıllar önceydi. Kim bilir şimdi nerelerdeydi. O kadın da Halim’i hiç ilgilendirmiyordu. Hem şimdi “garıyı gızı aklına getirib de iş çıkarmak isdimeyodu”. Çünkü her akşam pansiyonun banyosunu kullanmak olanağı yoktu. Köyde olsa “iş goleydi, ahara girib çıkıveridi” bunları düşünüp o kadını ve “şeytani düşünceleri” süratle aklından çıkardı.

 

Yağmurun tıkırtısı tıpırtısı başlayınca, şimşek çakıp gök gürleyince yatağı ona ayrı bir sıcaklık bir güven veriyordu.

 

Gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Mahkeme günlerini hatırlamıştı. Savcının karşısındaydı. Savcının yanında hakim de vardı. Orada katip kız vardı. Katip kızın bal rengi buğulu gözleri aynen “anacığı” öldüğünde ağlarken elinden tutup ağlama diyen güzel gözlü kızın yanındaki kızın gözlerine benziyordu. Bu benzerlik ikide bir Halim’in aklına gelip Halim’i şaşırttığı için Halim ifade verirken katip kıza bakmamaya çalışıyordu.

 

Bu sırada Savcı, o adam gelince ayağa kalkmış “buyurun hakim bey” demiş hakim de “ifade mi alıyorsunuz?” demiş. Sonra Halim’i gösterip ”bu o tutuklu mu?” demiş, o sırada Halim’in ‘aklı bokuna’ karışmıştı. Savcı “ifade alıyordum. Nasıl olsa az sonra size gönderecektim. Buyurun siz de dinleyin” demiş ve Halim’e devam et demiş; Halim de her şeyi onbaşıyı dövdüğünü bile anlatmaya karar vermiş ‘asceklese assınla, kesceklese kessinle’ demişti.

 

Siz unuttuysanız bile o bunları hiç unutmamıştı. Neyse o şimdi savcının karşısındaydı ve verdiği ifadeyi düşünüyordu. Halim en son anasının nasıl öldüğünü, anasının ölüsünü eve getirdiklerini “aharın” önüne bir çarşaf gerip anacığını yıkadıklarını, anacığının o sırada “çılbacık” olduğunu bildiğini “usulca” çarşafın altından geçip anasına bakmadığını, çünkü bunun günah olduğunu bildiğini söylemiş. “Hem ben size onu annadmadım” deyip “bubacının” ölüsünü yıkarlarken gördüklerini anlatmaya başlamıştı.

 

“Bubacımın ölüsünü de dağdan tıpkı anacımın ölüsü gibi alıp gelmişledi. Aynı anamı getirdiklende oldu gibi aharın önüne çarşaf gerdiydile. Ben usulcacık çarşafın altından geçdiydim. Orda gaynayan bi gazan varıdı. Bubacımı çılbacık bi masa gibi şeyin üsdüne yatırmışladı. Bubacım çılbacıktı. Elleri ayakları aynı benim ayam gibi gocaman gocamandı. Kafası da çok gocamandı. Bi adam ‘hey maşallah’ deyip üstüne gaynar sula döküp bubacımı yıkeyodu. Emmim de adama öyle bakıyodu. Bunları gıt mıt hatırleyon. Çünküm ozman beş altı yaşında bişeyimişim. Yaşımı ninecim öyle dediydi. Da önce söyledim gibi, ninecim bene hep bubası gılıklı oğlum deyi sevedi” dedi.

 

Burada bir soluklandı. Hem savcı hem de hakim sinema seyreder gibi sessizce onu dinliyorlardı. İkisi de dalıp gitmişti. Ellerinden ne tutuklular geçmiş, ne öyküler dinlemişlerdi. Ama Halim’in anlattığı gibi onları etkileyip ciğerlerini yakan bir öyküyle ve “ondan soonacım” diye diye bu kadar tatlı anlatan bir tutukluya ilk kez rastlıyorlardı.

 

Ellerinden gelse onu hemen şimdi bırakır “haydi oğlum, kardeşim her neysen kaç buralardan. Git dağın başına orada tek başına yaşa. Bu dünyanın kirlilikleri sana bulaşmasın” diyeceklerdi. Ama ne yapsınlar. Şöyle olmuş veya böyle olmuş. Nasıl olmuşsa olmuş, Halim karşılarında bir kişiyi öldüren, iki kişiyi de ağır yaralayan bir tutukluydu. Görevlerini yapmaya mecburdular. Ama hiç avukat tutmasına gerek yoktu. Hem savcı, hem de hakim ellerinden geleni yapıp ona göre ceza almasını sağlamaya çalışacaklardı.

 

Onlar böyle düşünürken, Halim de soluklanmış kaldığı yerden anlatmaya devam ediyordu.

 

“Ondan soonacıma savcı beyim. Ben ninecimle bi başımıza galdım. Ben anca ilkokulu bitirinciye gada okudum. Ninecim da okutcedi, emme artık ihtiyarladıydı. Bene uzaklada golıyamazdı. Hem ben de ninecimden ayrı yaşıyımazdım. Onun dizi dibinden heç ayrılmadım. O beni her yere yanında daşıdı. Her hafta barabar kasıba bazarına gittik. Siz bilmezsiniz. Ninecim çok güzel yoğurt üğüdür, peynir çala, südden gaymak alır, tereyağı yapardı. Onları kasıba bazarında sata ihtiyacımız olan öteberiyi alır; artan parayı da gara gün için biriktiridi. Emmim bene o parıladan heç göstermedi. Neyse sırası gelince, onları ben size tek tek anladıcen” dedi. “Soonacıma kasıba bazarında ninecimi herkes tanırdı. Ayıpdır söylümesi onun özel müşterileri varıdı. Neden ayıpdır söylümesi diye sorasanız. Valla onu ben de bilmeyon. Ninecim, emmim arada bi öyle derleridi. Benim de dilim alışdı ondan öyle deyom” diye açıklama yaptı. “Soonacıma” diyerek devam etti.

 

Savcı ve hakim çıt çıkarmadan dinliyordu. Arada bir savcının gözü duvardaki saate kayıyordu. Saat beşe geliyordu. Savcı hiç kesmeden onu sonuna kadar dinlemek istiyordu. Sanırım hakim de aynı fikirdeydi. Halim’in açıklama yapıp “soonacıma” dediği anda Halim’e “az soluklan” dedi. Zile bastı. Görevli kapıyı açıp girdiği sırada savcı, hakime “hakim bey bir şey içelim mi?” dedi. Hakim sanki uykudan uyanır gibi önce soruyu anlamadı “kusura bakmayın dalıp gittim” dedi. Gülümsedi “ben bir ada çayı bir de soda alayım. İfadeye devam edeceğiz değil mi?” dedi. Savcı gülümseyerek “sonuna kadar dinlesek iyi olur” dedi. Kapıda bekleyen görevliye “bana da, bir ada çayı ve soda getir” dedi. Kız da çay içeceğini söyledi. Savcı bu sırada gitmeye hazırlanan görevliye “bir dakika” diye seslendi. Halim’e baktı, hakimle göz göze geldiler. Savcı onun da kendi gibi düşündüğüne karar vererek bir çay ve bir şişe su da Halim için söyledi. Görevli kapıyı kapayıp gitti.

 

Halim “bön bön bakınıyordu”. Bir şey anlamamıştı. Anlatmaya devam mı etseydi? Yoksa “devam et” demelerini mi bekleseydi. Bir karar veremiyordu. Savcı yine hakime baktı göz göze geldiler ve iç güdüleriyle anlaştılar. Savcı Halim’e “senin ifaden epey uzun… Şu sandalyeye otur. Şimdi sana da çay ve su gelecek onları da orada iç biraz soluklan” dedi.

 

Halim savcının bu sözleri karşısında şaşırmış ve içinden “valla kim ne dese desin. Bunlan ikisi de adam evladı” diye geçirmişti. Memnuniyetinden koca ağzını yayıp gülümsüyordu. Birden aklına Hacıhüsrevli Rüstem’in “hiçbir zaman cıvıtma. Tanımadın adamlan yanda cip ciddi otur” dediği geldi. Birden kendini toplayıp cip ciddi “sağolun efendim” dedi. 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..