Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '18

 
Kategori
Deneme
 

Hanidir Islanamıyoruz. Mevsimler mi Döndü, Yoksa Sen mi?

Hanidir Islanamıyoruz. Mevsimler mi Döndü, Yoksa Sen mi?
 

       Kendisini “koboy” gibi kullanarak 3 yıllık bir yalnızlık sonucunda “Neden kız arkadaşım yok”tan yola çıkan Londralı bir matematikçi, matematiksel olarak hazırladığı doktora tezinde “Doğru aşkıbulma şansının, 285 binde 1’e denk düşüyor” dediBu ne iş?!

       Bu yazıyı gazeteden okuyunca, ister istemez “ Ölme eşeğim ölme!” deyiverdim. Yahu bizim  memlekette, toprağı eşelesen, “Aşk” çıkar be.

       Bu neticelere nasıl varmış? Bu acayipliklerin; Aşk’la, meşk’le ne alâkası varmış bilemeyiz ama, adamcağız aşktan, yalnızlıktan, bozgunauğramış anlayacağınız. Böyleleri, insanın moralini de bozar

        Aşk hudut tanır mı? Kalıba sığar mı? Aşk, ne softa dinler, ne de kadı. Aşk bir kere, matematikten nefret eder. “Bir  “Çek” gibi  “ elden ele “ dolaşmaz.  Kalıplara sığmaz! “ Mübarek, pasta kalıbı mı bu?”

       Ama ama aşk, bazı bazı ticari kafalarda bir çek gibi karşılıksız olarak ellere düştüğünde bile hesabını yapanlar, daima kaybetmişlerdir. Aşk ile tüccarlık yan yana aynı kefede olur mu?

       Ört ki, ölem!

       Aşkı , ara ara bulama! Ne iş?! Bize gelseydi. Kendisine bir elma şekeri ısmarladık. “Yala” derdik. Elinde kalan sapı da “Ahan da aşk bu” derdik. Kısa yoldan doktorasını yazar verirdik  eline, sen sağ, ben selamet..

       Dünya dışı varlıklara kadar gitmenin alemi mi var?! Bir çok verileri bölmüş çarpmış. Denizli’deki bostan tarlasındaki su kabaklarını verirdik eline. “Çarp yere “ derdik. Çekirdekleri saçılırdı yere. Al sana doktora tezinin kısa yazılımı işte bu.

       Bana göre de aşkın tarifi; “Gecesi; Ay kadar parlak, gündüzü de, yıl kadar uzun olmalıdır” derim. Siz olsanız, nasıl tarif ederdiniz?

       Yıllar önce Karadeniz’in Amasra’sında, bir kayıkçının küreğinde bir yazı okumuştum.   O lafı buraya alıyorum:  “Eğer, aşkın bir sabun ise, “köpürt beni  Pakize!”

       Ört  ki, ölem !

       Halimize bakıp bakıp, ne diyordu dışarıdan bir dost: “Bembeyaz şiir yüklü bulutlara, kocaman yüreğinle yağdırdığın  yağmurlarla, “ben de ıslandım burada” Ne mutlu o sevgiyle yola çıkana ve aşkı, “yağmur damlaları ile” tadana.” Evet, evet, aynen böyle diyordu.

       Halbuki seninle biz, ikimiz, söz vermiştik. “Her yağan yağmurla, birlikte ıslanacaktık.”

       Karşılıksız bir çek gibi, hep düşlerde yaşadık karşılığı olmadan.

Düşlerimizle  yetindik
Şiirler yazdık kendimizden sakındık
Yorumlar yazdık
Ardından da, bakakaldık
Şiirler yazdık, dinletemedik
Şarkılar yazdık, notalar güfteleri kıskandı  
Biz söyledik  biz dinledik
Biz esmeri fındık ile  
Biz güzeli fıstık ile
Beslemesini de  bilirdik.
Yağmurda ıslanmayı yeğledik /
Sanallıktan, hakikatliye terfi ettik
Aşklar yara almasın
Yaralar gocunmasın
Diye diye gün saydık.
Halbuki seller geçti üzerimizden
Bize böylesi yağmur, zaten  lazımdı, dedik
Biz yağmur bulutlarıydık
Yağmurlarla ıslandık
Masalsı kahramanlardık
Gönlüm kırık

       Gönül kırıklıklarına yağmur yağıyor güzelim.

       Beni bıraktığından beri  “Nicesin neredesin”diye, hiç sormuyorsun.

       Biz o yağmurlarda hem beraber yürüdük, hem beraber ıslanmıştık. Ve o yağmurlar kutsalımızdı.

.      Gönlüm kırık. Gönül kırıklıklarına yağmur yağıyor şimdi de. Ama, içinde sen yoksun. Üstelik de suskunsun.“Niye?”

                                                          &&&

       Hani kavilleşmiştik. “Hiçbir yağmur, bizleri ıslatmadan yağamaz” demiştik. Hani yağan o yağmurun içinde ikimiz vardık. Hani o yağmurlar, “bizsiz”yağmayacaktı?

       Gönül kırıklıklarıma, yağmur yağıyor güzelim, ama içinde sen yoksun.

       Torbamda  çeşit çeşit yağmurlarla, sokak sokak dolaşıp,  yağmurlar dağıttım. Her seferinde  “Yağmurcu geldi yağmurcu”  dedikçe, torbalarım boşalırdı. Şimdi ise, kimsecikler yanaşmıyor artık: Zira o yağmurların içinde biz vardık. Ama, şimdi yokuz. “Neden”

       Ah, ah. Ne güzeldi  o günler, yağmurculuk oynarken.Torbamda allı, morlu, fıstiki, zeytuni, ebruli  ve gök kuşaklı yağmurlarım dururken. Kapışılır giderdi. Ne “ahmak ıslatanı” kalırdı, ne“sicim gibi yağanı”, ne“kekik kokanı”, ne de “ince ince”yağanı.

       Gönül, bu işte. Kırıklıklarla dolu. Üzerine yağmur yağdırdın hep. Ama içinde sen niye yoksun?

       Beraber ıslandığımızda, yürek tellerimizin her birinden; önce  ses geldi, sonra nefes, sonrası da biz geldik.

       Bir insan sevgisiydi o göklerden yağan, ses tellerimize dokunan, ve onu seslendiren . Bunu sen anlayamadın, suspus oldun.

       Hani her yağan yağmurla ıslanacaktık?  Ve o yağmurlar, bizim kutsalımızdı. Islanmadıkça, ben bu hayatı neyleyim.

Görüntünün olası içeriği: açık hava

Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, okyanus, su, açık hava ve doğa

Otomatik alternatif metin yok.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

Görüntünün olası içeriği: iç mekan

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, yürüyen insanlar, bulut, gökyüzü, açık hava ve doğa

Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, açık hava, doğa ve su

FOTO: Ferhat Cellek,

Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek, açık hava ve doğa

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, gülümsüyor, okyanus, açık hava ve su

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, gökyüzü, açık hava ve doğa

Otomatik alternatif metin yok.

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..