Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayatın gerçekleri

Hayatın gerçekleri
 

Hayata ilk niçin ağlayarak geliriz? Hayatın bu kadar acımasız olduğunu o günlerden biliyor muyduk?

Hani hayatımızın en anlamlı kadınının bizi sancılar içinde doğurduğu zaman doktor amcaların popomuza birkaç tokat yapıştırmasıyla hayatımıza niçin gülerek gelmiyoruz? Tamam, biliyorum doktor amcaların elin biraz ağır olabilir, onun acısı var. Peki, neden bundan sonraki zamanımızı da ağlayarak geçiriyoruz?

Yani şöyle bebekliğimizden ele alırsak; acıkırız ağlarız, tuvaletimiz gelir ağlarız, canımız sıkılır ağlarız… Peki, gülebilmek için illa birilerinin şaklabanlık mı yapması gerekiyor?

Bebeklik dönemi bitti. Dört- beş yaşlarına geldiğimizde artık bazı şeyleri anlamaya başlıyoruz. O zaman da konuşmayı öğretmeye çalışırlar. Biz söylemeye çalışırız o kadar onlar söyleyemediğimiz kelimelere gülerler. Yine biz ağlarız…

Yavaş yavaş okul çağı dedikleri zaman gelir. Nedense küçük çocuklar okula gitmek için can atarlar. Ben de öyleydim yani… Ama sonrası… Sonrasını herkes iyi bilir. Okulda çok güzel vakit geçer. Arkadaş ortamı falan eğlenceli olur. Ama şu sınav günü gelip çattığında her şey değişir. Arkadaş ortamında küçük bir şirket kurulur. "Anca beraber, kanca beraber" adında. Sınav sırasında bu şirket bir anda çöker ama neyse… Zaten küçük bir çocuk için bu şirketi kurma bile saçmadır. Fakat ortaokula geçtiğimiz dönemlerde bu şirket mutlaka vardır. Neyse biz ilkokula geçelim. Sınavdan düşük not alınca tamam bir şey demezler. Ama her şey bakışlardan anlaşılabilir.

Sınavdan sonraki veli toplantıları…

Okul hayatında en nefret ettiğim şeydir. Aileye iyi, kötü bir sürü şey söylerler. Ama ailenin aklında tek kötü anlamdakiler kalır. O kadar iyi anlamda söylenenler nereye gitti şaşırıp kalırım.

Öğrenci ortaokula geldi. İş biraz daha ciddileşti. Okulda konular işlenir, biter. Gelir sınav günü… Arkadaşlar arasında "anca beraber, kanca beraber" adındaki şirket tekrar kurulur. Küçük kâğıt parçaları, telefondan atılan mesajlar, sıranın altında açılan kitaplar bir de en önemlisi yandaki, öndeki veya arkadaki arkadaştır. Şirketten bir eleman öğretmene soru sorcam bahanesiyle gidip öğretmenin görüş alanını kapatır ve o anda öndeki, arkadaki, yandaki elemanlar devreye geçer. Kopyalar dağıtılır ve sınav biter. Sonuç ne mi olur? Şirketteki elemanların yarısı aynı notu almıştır. Öğretmen sözlüye kaldırır artık kopya çektiniz suçuyla… Zaten kopyayı hazırlarken yarısı öğreniyoruz. Sorduğu sorular da genellikle doğru çıkar. Hoca şaşırıp kalır. Şirketteki elemanlar da göğüsleri kabara kabara yerlerine geçerler.

Toplantı günü gelir. Bütün öğretmenler toplanır. Şöyle bir tek sıra halinde dizilirler. Ben genellikle o toplantı gününü mafya babaları toplanır ya ona benzetiyorum. Müdür başköşeye oturur (baba ya). Yanına müdür yardımcıları (koruma görevinde). Hemen yanlarına da öğretmenler dizilir. Veliler teker teker çağrılır.
Örneğin; hanımefendi, oğlunuz çok uslu hiç yaramazlık yapmaz, tek arada kopya çeker ve sınıftaki kızlara asılır. Sınavdan da sınıfın en yüksek notunu aldı. Veli eve ateş topu gibi gider. Sen niye elin kızına asılıyorsun evladım diye. Ben sana komşunun kızını alcam. Hiç uğraşma yani… O kadar söylenenler nereye gitti?

Lise çağları heyecanlar yaklaşır… 18 yaşını bir an önce doldurmak ister öğrenci… Doldurunca ne olacak sanki? Kimse karışmıcak mı? Ehliyet alınacak… Tamam, canım ehliyet alınır. Peki, ondan sonra ne olacak? Asıl hayat o zaman başlamıcak mı? Bence hayatı tozpembe görmek daha güzel… Hiç değilse fazla gözyaşı dökmeden geçiyor…

 
Toplam blog
: 37
: 967
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Blog yazarlarından Esma Kahraman'ın önerisi üzerine yazılarımı sizlerle paylaşmaya karar verdim. Esm..