Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '12

 
Kategori
Anılar
 

Hayatın ucunda

Hayatın ucunda
 

Bir an, yanımdan uçak bagajlarını taşıyan bir şey geçmeye başladı. Gözüm takıldı. Bir yığın bavul ve çanta karmaşasının en üstünde, kahverengi naylon  saksı içinde mor renkli çiçekleriyle menekşe vardı. Tüm bavul ve çantalar yitirdi özelliğini. O menekşede kaldı tüm hayat. Mor menekşe, diğer bavullarla birlikte asansörün kapısı önünde bir süre daha bekleyerek, gözümle takip etmemi sağladı. Sonra asansörün kapılarının kapanmasıyla mor menekşe de kayboldu.

Dün ÇYDD ki arkadaşların organize etmesiyle, çoğunlukla emekli öğretmenlerin kaldığı, Kasev huzurevine ziyarete gittik. Dernek başkanımızla birlikte sekiz kişi Tuzla’daki huzurevine gitmek üzere yola koyulduk: Ben de, oradakilere verilmek üzere, üç kitap, karınca kararınca aldığım ufak iki üç hediye ile  hazırdım. Eğlenceli, telaşlı, biraz yorgun, sıcaktan bunalmış vaziyette gideceğimiz  yerde minübüsten indik. Birilerine huzurevinin yönünü sorduk. Sonunda yeşillikler arasında kocaman bir binaya ulaştık. Binanın kapısını bulup içeriye girmek bu sıcakta hayli yormuştu bizleri. Binadan içeriye girince, oldukça güleryüzlü bir hemşire tarafından karşılandık. Nilüfer hemşire başkanımızla daha önceden tanışıyordu. Bunu konuşmalarından anladım.  Bu arada hoperlörden bir anons duyuldu ki, ben bile bu sese ne diyor diye bir an şaşırdım.
__ "Çağdaş yaşam derneğinden misafirlerimiz geldi herkes lokale gelsin." diyen bir ses.

Bu arada dinlenen, uyuyan yok mu ki diye düşündüm. Ses çok yüksekti. Sonradan anladığım kadarıyla bu sesi bile duyamayan yaşlılar vardı.

Üst katta lokale çıktık. Bu arada anonsu duyan yaşlılar birer ikişer bulunduğumuz kata gelmeye başlamışlardı. Saymadım ama ancak 5 kişi gelebildi. Çoğunlukla bayan, birkaç kişi de erkek vardı. Erkekler biraz daha çekingen ve az konuşuyorlardı. Burada kalanların hemen hepsi yüksek tahsilliydi. Aklı başında olanlar güzel şeyler anlatıyorlardı.

Büyükçe bir masa etrafına toplandık. Sonradan iki masa olduk. Daha oturacağımız yerlere yerleşmeden bazıları ile tanışmıştık. Sonradan benim yanıma oturan kişinin alzheimer olduğunu söyledi hemşire. Ben  onunla konuşup anlaşmaya çalıştım. Dikiş bölümü mezunu olduğunu söyledi birşeyler anlattı. Can kulağı  ile her yaşlıyı dinlemeye çalıştım veya çalıştık. Böyle bir ortamda ilk kez bulunmanın verdiği beceriksizlikle, arada ne yapacağımı şaşırıyordum. Bazı arkadaşlar herkesin yanına giderek tek tek ilgilendiler . Ben de bu usulü uygulamaya çalıştım ama ellerini nereye koyacağını bilemeyen şaşkın biri gibiydim. Tanımadığımız bu yaşlılara verilen birkaç dakikalık sevgi gösterileri beni sonradan daha çok hüzünlendirdi. Hem biz, hem onlar unutmuştuk birbirimizi. Onların kalıcı sevgilere ihtiyaçları vardı.

Hep beraber oturup çay ve pasta yedik . daha sonra bizi bina içinde gezmeye çıkardılar. Tanıştığım bir matematik öğretmeni bayan durmadan benimle ve başkaları ile konuşuyordu. Hiç evlenmemiş, bir abisi varmış o da Amerika’da yaşıyormuş. Bu bayan bizimle hiç yorulmadan tüm katları gezdi en alt kata kadar indi. Ne çok konuşmaya ihtiyacı varmış meğer...

Sıra ile merdivenleri inerken, duvarlarda orayı ziyarete gelenlerin fotoğraflarını gördük. Her katta bunlara bakarak indik.

 - Bir örnek odayı gösterelim size, dedi hemşire. İndiğimiz katta oturan bir kaç kişi vardı. Aralarından kinayeli bir ses: Eşantiyon oda dedi. O odada kalan kişi emekli öğretmendi ve Atatürk’le tanışmış, beraber çekilmiş fotoğrafları vardı.  O odayı ve o kişiyi özel kılan Atatürk’ tü. Ne kadar övünse haklıydı.

Daha sonra hobi odasına girdik. Yaptıkları el emeği işleri gördük. En alt kata kadar inerek orada daha ağır hasta vaziyette yatan birkaç yaşlıyı ziyaret ettik. Bu arada her katta dikkatimi çeken şey, birbirinden farklı ev eşyaları oldu. Evlerini bozarak terkeden bu insanlar, eşyalarını da buraya getirmişlerdi. Birbirine uymayan, uydurulmaya çalışılan, bir arada tutulan bu eşyalar, burada yaşayanların ruh aynası gibiydi. Eşyalar nasıl birbirine uygun olmaya çalışıyorlarsa, bu yaşlılar da birbirlerine ve mekana uymaya çalışıyorlardı. Ama nereye kadar....

En son çıkış kapısına geldiğimizde orada oturan birkaç yaşlı kişinin bizim ziyaretten haberleri olmadığını farkettik. Demek ki o yüksek sesle yapılan anons işe yaramamıştı. Onlarla konuşurken, sol tarafımda duran siyah bir piyano dikkatimi çekti. Üzerindeki bir plakada hediye eden kişinin adı soyadı vardı. Soyadı aklımda. Kavalalı...

Herkese Veda ettiğimizde biraz önce tanıştığım yaşlı kadın yanıma gelerek. ‘’Allah kimseyi düşürmesin eksikliğini de göstermesin," dedi.

Dış kapıda birkaç erkek vardı onlara da veda ettik. Bahçede ilerlerken, içeriye girerken bize hoşgeldin diye sokulan köpek, bu kez bizimle gelerek son ana kadar uğurladı. Haydi geri dön dedik Nermin hanımla birlikte. Anladı ve geri döndü.

 Biliyordu orada yaşadığını ve oradan çıkamayacağını ve öleceğini. Tıpkı diğerleri gibi.

Oradan ayrılırken aklımda bir saksı içinde mor menekşe, bir de hüzünlü köpek kaldı. Onlar yaşlıların aynası gibiydi.

                                                                                 Şükriye Göçer         !4-05-2012

     

 

 

 
Toplam blog
: 6
: 538
Kayıt tarihi
: 07.08.08
 
 

1968-69 dönemi İZMİR Eğitim Enstitüsü resim bölümü mezunuyum. Öğretmenlik dönemimden sonra ressam ol..