Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayatlarımıza atılan kırmızı çarpılar ve Sulukule

Hayatlarımıza atılan kırmızı çarpılar ve Sulukule
 

Yüzyıllar önce topraklarından sürgün edilen ve zaman içinde sürgünlüğün, kapitalizmin ve otokrasinin baş gösterdiği her yerde alınlarına zorla nakşedilen, buna rağmen toz toprak içinde kalmış elleriyle ve her şeye, herkese meydan okuyabilen cesaretleriyle, yüzyılları devirmiş insan topluluklarının hikayesi kaçınızın ilgisini çeker?

Onlar, kahkahalarla direnmeyi, çoğunluğa boyun eğmeden, bir avuç kalmışlığın mağrur sesini ustaca kullanabilen Romanlar.

Bu ülkede dinleri, dilleri, yaşam biçimleri, değerleri asla kabul görmeyen, kabul görmediği için de kolayca dışlayabildiğimiz insanlar. Evet, onlar aslında insanlar. Topraksız hayatlarında değer verdikleri her şeyi kendilerine has kültürleriyle ustaca dillendirebilen bu halk, değer görmeye ne kadar layık olduklarını gösterebilmek adına kendilerine “insan” anlamına gelen “Roman” adını verdiler bu yüzden.

Rengarenk hayatları, müzikleri, mülkiyete karşı duran yaşama biçimleri ve çoğunluğun kurallarına aykırı duran halleriyle aslında, bizim iktidar hırsına ve dünyada yer edinme çırpınışlarımıza dayanan zavallı hayatlarımıza, ahenkli bir alternatif oluşturmaktalar.

Fakat toplumu bağnaz, suskun, zavallı ve güdülmeye mahkum hale getirmeye çalışan iktidar, bu farklılığa daha fazla dayanamadı belli ki. “Kentsel Dönüşüm” adı altında, kendi kültürünü ayakta tutmayı becerebilen, İstanbul’un kültürel değerlerini ve turistik potansiyelini oluşturan, Sulukule olarak bildiğimiz bölgeyi, İstanbul’un bir rengini, bir parçasını tarihe gömmeye çalışıyor. Hala yaşam kavgasına direnen insanların yaşadığı evlerin duvarlarına kırmızı çarpılar atarak, Sulukuleyi ve Romanları “bizden değilsiniz, evlerinizi yıkacağız” mesajıyla mimlemeye başlıyor.

Oysaki Sulukule insanlarının, zaten kentte binlercesi bulunan yeni bir otele, yeni bir lüks restorana değil, sadece kendileri olabilecekleri özgür bir yaşama, ihtiyacı var. Hepimizin olduğu gibi.

Hayatlarına kırmızı çarpı atılan, yine zorunlu sürgüne kurban edilmesi beklenen bu insanlar, doğal yaşam hakları için devletin ayaklarına kapanıp; ”Sizden olcağız, biz de beyaz olacağız, renklerimizi inkar edip unutacağız.” diye yalvarmak zorunda mı?

Ya da bizler, tarihin beşiği bir kentte, tarihin bütün izlerinin silindiği, sokaklarına çıkıp bir şiir, bir fotoğraf, bir resim, bir roman üretebilecekken, görgüsüz bir kentleşme anlayışına maruz kalıp, kenti silme gökdelen ve beton yığını içinde mi bulmak zorundayız?

Hayır demeyi öğrenemezsek, hayatlarımızın üzerine kırmızı bir çarpı çekilecek.

Farklılıklarımızı kabullenip sevmeyi öğrenemezsek, bir gün hepimiz kişiliklerinden arındırılmış prototipler olarak yaşamlarımızı sürdürmek zorunda kalacağız..

Ağız dolusu bağırmak istediğimiz her olayda, birileri parmağını gözümüze sokarak bizi ikaz edecek, ardından da, “Korkamayın, düşündüğünüz gibi değil.” Diyerek, kendi yaşama biçimlerini dayatmaya devam edecektir.

Bir sabah uyandığında evinin duvarında kırmızı bir çarpı işaretiyle karşılaşan insanlar, hangi yöneticiye, hangi devlete ve hangi kanuna güvenebilecektir?

Dahası bütün bunları tek tek düşündüğümüz için, bizleri kim spekülatif insan durumuna sokabilecektir?

Bence tüm cevaplar, çok yakınımızda duruyor.

 
Toplam blog
: 19
: 897
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

"Neden?" sorusu kafamı kurclayıp durmakta. Yarın ne kadar sürer, hayaller nerede biter, gerçek nered..