Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Haziran sandı kendini her gece…

Haziran sandı kendini her gece…
 

Küf lekeli bir otobüs camına rehin bırakılan bakışlar…


Bahçelideydi yine.

Her fırsatta olduğu gibi.

Daha doğrusu sürekli bahanelerle yaratılan fırsatların birinde, yine kendini Bahçelinin sokaklarında bulmuştu.

Adeta bir ibadethanede kutsanır gibi huşu içinde bakıyordu sokaklara, ağaçlara, duvarlara, parklara, pastanelere, taksi duraklarına…

Hep aynı duygu, sanıyordu ki sokağın birinden fırlayıp arkadan gözlerini kapatıverecek “ bil bakalım ben kimim “ diyecek gençliği; ayağında botları, sırtında parkası, cebinde Birinci sigarasıyla…

Tam ona laf yetiştirirken, bir ağacın tepesinden “ aç ellerini yakala “ diyecek ilk gençliği, aşırdığı erikleri atarken bir yandan da duvar dibindeki bisikletleri göstererek “ şu kırmızı bisiklet benimki istersen turla biraz, eee ne de olsa devrimciyiz paylaşmayı severiz “ diyecek o en bilmiş haliyle…

Elbette, ayağında 4 teker patenleri, dizler yara bere içinde o masum çocukluğu büfeden henüz aldığı Teksas Tommikslerin yeni sayısını sallayacak sevinçle “ Of be bir hafta ne zor geçti maceranın devamını okumak için, sende Kaptan Swing ya da Red Kit varsa değiş tokuş yaparız okuduktan sonra “ diyecek tüm kitapları okumaya olan açlığıyla…

Çalıntı zaman kırıntıları doldurmuş ceplerine bunca yıldır, geçtiği yollara serpip durur dönüş yolunu kaybetmemek için…

Her zamanki gibi ayakları onu yine 15. Sokağa sürüklüyor, odasının camında asılı bıraktığı hayatın resmine el sallamak için bir kez daha.

Hanımeli kokuları doluyor içine ansızın,

Ve

Bir Haziran gecesi çıkıveriyor ceplerinden, küf lekeli bir otobüs camına rehin bırakılan bakışlar…

Sallanan Beyaz çığlıklar gidenin ardından, onurlu düşlerden kalma…

Ve

Sonrasında Haziran sanması kendini her gecenin…

Bilinmezi yontan buğulu bir bekleyiş yıllarca ayaklarını sürüklediği,

Bilinense kara delik yanı başında, günlerini aylarını yıllarını yutmaya hazır…

Anı bulaşığı bir gülücük entarisi suratında her daim…

Sözün bıçağını biledi durdu yıllarca, her an göçecekmiş gibi ötekinin hikâyesinde bir cümle olmaya…

Oysa

Sahibini arayan deli günlerin tortusuydu şiirler,

Şiirlerin bağrında depreşen isyan,

İsyanı körükleyen yatalak umutlar,

Ve

Kayıp adaydı umutlar aşka…

O da darağacında içe çekti yaşanamayan ne varsa…

Ama

En çok uykularını sevdi, hücre aydınlığı getirir diye düşler…

Tam da zirvesindeyken vazgeçmişliğin,

Vazgeçmişken,

Ayrılığın sütü kesiliverdi!

Kesiliverdi sütü ayrılığın…

Zaman uçurummuş,

“ Boş versene

Kalk gidelim, ne duruyorsun “ dedi dostluk.

Bir adımda atlayıverdi o uçurumdan hikâyenin ortasına…

Tam da bıraktığı yerde bekliyordu cümleler, kaldığı yerden devam etmek için…

Bahçelideydi…

Ebemkuşağı asmışlardı her yere

Dostluk rüzgârlarıyla sallanan,

Yer gök rengârenk…

Zaman uçurummuş,

Boş versene…


Sevtap Özkahraman

Ankara- 05 / 12 /2011


 

 
Toplam blog
: 121
: 745
Kayıt tarihi
: 07.11.08
 
 

1958 Balıkesir doğumluyum. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü mezunu..