Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '07

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Herkes hakettiği gibi yaşıyor

Herkes hakettiği gibi yaşıyor
 

Bazen küçük ama ciddi başarılar yakalarız. İnsanlar bizi överler, takdir ederler, kendimizin çok akıllı olduğunu düşünürüz. Sonra hayatımıza bakarak şu anda içinde bulunduğumuz durumu hak etmediğimizi, aslında daha iyisini hak ettiğimizi düşünürüz. Bazen bazı insanlara rastlarız. Tanışırız, iki muhabbet ederiz, hayat hikayelerini, tecrübelerini, bazı konulardaki düşüncelerini dinleriz. Ve sonra içimizden deriz ki: “Bu insan aslında çok daha iyi yerleri hak ediyor. Niye buralarda ki?”

İstemek her şeyin başı. İnsanın bir işi yapabilmesi için öncelikle onu istemesi gerekiyor. Parmağımızı kıpırdatmak için bile öncelikle parmağımızı kıpırdatmayı istememiz gerekiyor. İstek derken “Ben bunu istiyorum” şeklindeki bir istekten bahsetmiyorum. Parmağımızı sadece istekle kımıldattığımızı düşünmek yanlış olur. İstemek; onun gereklerini yapmak yani harekete geçmekle gerçek anlamını bulur. Hatta bazı literatürlerde “harekete geçmek” kavramı “istemek” kavramının % 50’sini oluşturur. “İstedin mi her şeyi başarırsın” sözünün altında da bu yatar zaten. Yoksa “ben bunu istiyorum” diye transa geçmenin, gece gündüz dua etmenin harekete geçmeden bir anlamı yoktur. Zaten gerçek anlamda isteyen kişi isteklerinin gereklerini yapan kişidir.

Biz Allah’a inanan insanlar için Allah’ın dünya üzerinde “ilahi adaleti” vardır. İnançsız olanlarsa “doğanın adaletine” inanırlar. Sonuçta yeryüzünde herkes için kendi inandığı bir adalet düzeni bulunur. Atalarımızın “Ne ekersen onu biçersin” sözü de bu adaleti vurgulamak için söylenmiştir zaten. Çalışan hak ettiğinin karşılığını er geç alıyor. Tabi çalışmak derken, deli gibi çalışmakta yetmiyor; çalışırken doğru şekilde çalışmak, doğru adımları atmak, doğru işleri yapıyor olmak gerekiyor. Deli gibi çalışılıp doğru adımlar atılmazsa, çağın gerekleri doğru okunmazsa, yapılmaması gereken hatalar yapılırsa, ne kadar çalışılırsa çalışılsın istenilen sonuç hiçbir zaman elde edilemez. Çok çalışıp pes etmemesi gereken zaman da bırakan da yine aynı hazin sonla karşılaşır. Bazı insanlar tam bu noktada şunu düşünebilir: “Peki çalışmadan, başkalarının paralarını yiyerek zengin olan dolandırıcıları, mafyaları, kaçakçıları hangi pencereye yerleştireceksiniz? Herkes hak ettiğini yaşıyorsa bunlar insan değil mi? :)” Zaten onlar da korkular içinde, her an eşinin, çocuklarının, yakınlarının, kendisinin başına bir şey gelme korkusuyla yaşamaya çalışıyor ve haksız şekilde kazandığı paralar kendilerine zehir oluyor. O paralar korku olarak, hastalık olarak, ölüm olarak onlara geri dönüyor. Onlar da hak ettiğini yaşıyor aslında!

Şimdi kendi hayatımıza veya başkalarının hayatına dönüp bakalım. Öncelikle elde etmek istediğimiz bir şeyi gerçek anlamda istedik mi? Yani onun için gerekli adımları atıp harekete geçtik mi? Bu harekete geçmenin ardından istediğimizi elde edecek kadar çalıştık mı? Yapmamız gereken her şeyi eksiksiz yaptık mı? Ve yeteri kadar üzerine gidip ısrarcı olduk mu? Tüm bu sorulara gerçekten “evet” cevabı verebiliyorsak ve istediğimiz şeye ulaşamamışsak bu noktada arkamıza bakmadan “hayırlısı değilmiş” deyimini kullanabiliriz. Ama “evet” cevabı veremiyorsak, yapmamız gerekenleri yapmadığımız için elde edemediğimizi düşünmemiz gerekiyor.

Etrafınıza bir bakın. Çok orijinal, çok güzel fikirlere sahip olupta hala yetersiz bir maaşla bir yerlerde çalışmaya devam eden ve düşüncelerini harekete geçirmeyen kişi, ne kadar kaliteli olsa da aslında hak ettiğini yaşıyordur. Çok lezzetli yemekler, çok kaliteli hizmet sunan restoranın sahibi, büyümeyi düşünmeyip, buna göre sistem kurmayıp, ilerleyen zamanlarda rekabetten dolayı zor geçinir hale geliyorsa ne kadar kaliteli olsa da içine girdiği durumu hak etmiştir. ÖSS sınavına çok ciddi bir şekilde hazırlanan, çok çalışan bir öğrenci, sınavda heyecanlanma gibi bir sorunu olduğunu bildiği halde bu sorununu çözmeye yanaşmayıp sınav anında heyecandan, dikkatsizlikten cevapları kaydırdığında, aslında üniversiteyi kazanmayı hak etmemiş oluyor. Ömrü boyunca ülkenin yönetimine talip olan fakat seçmen tarafından sürekli muhalefet sıralarında oturmaya layık görülen siyasetçi, muhalefet düşüncesinden sıyrılamayıp ülkenin tüm insanlarını kucaklayamadığı için iktidarı hak etmediğinden muhalefette oturuyordur. Çok güzel sesi veya çok güzel besteleri olupta bunun için gerekli adımları atmayan kişi de elinde tüm güzelliklere rağmen hak ettiğini yaşıyordur. Hande Yener’in şu anki konuma gelmek için, tezgahtarlık yaparken ne gibi adımlar attığını okuduğumda hakikaten ağzım açık kalmıştı. İnsanların neyi nasıl hak ettiğini görmek için 2006 yılında Hande Yener’in Ayşe Arman’la yaptığı röportajda anlattıklarını model olması açısından okumakta fayda var.

Bir zamanlar 600 sene dünyaya hükmetmiş Osmanlı’nın torunları, şu anda ise 3. dünya ülkelerinden sayılan Türkiye niye bu halde diye soranlara “daha iyisini hak etmediğimiz için” diyebiliriz rahatlıkla. Alman halkı, 2. Dünya Savaşı’nda Hitler’in milyonlarca insanı katletmek pahasına ulaşmak istediği Avrupa İmparatorluğu ütopyasına sahip çıkıp onunla birlikte yola koyularak büyük bir yenilgiyi hak ettiği gibi, daha sonrasında gecelerini gündüzlerine katıp büyük bir disiplinle çalışarak 30-40 senede Almanya’yı enkazdan en gelişmiş ülkeler arasında üst sıralara taşıyarak dünyada tekrardan söz sahibi olmayı hak ettiler. Gelişmişliği de gelişmemişliği de, ezilmeyi de, yükselmeyi de hak ederek elde eder milletler. Yıllarca devlet olabilme ve topraklarını koruma savaşı vermiş Filistin halkı, en fazla birlikteliğe ihtiyaç duyduğu zamanda omuz omuza verip bağımsızlık için çalışacaklarına, kendi aralarında bölünüp iktidar savaşına başladılar. Taşlarla, makinalı tüfeklere karşı başarılar kazandıktan sonra, kendi aralarında kendi insanlarını öldürme pahasına iktidarı elde etme savaşına başladılar. İşte 1960’lardan beri devlet olma mücadelesi veren bir halk ve hak ettiği durum. Kim, daha devlet statüsü kazanmadan kendi aralarında iktidar savaşına girişip birbirlerini öldüren bir halkın, bir devlete sahip olmayı hak ettiğini iddia edebilir ki?

Herkes hak ettiği gibi yaşıyor. İmtihan sırrı dışında başımıza gelenleri bu şekilde değerlendirmemiz lazım. Kişisel olarak niye istediğimiz noktada olmadığımızı, neden daha iyi bir yaşama sahip olmadığımızı, Osmanlı’nın niye yıkıldığını, Türkiye’nin neden gelişmiş ülkeler arasında olmadığını, niye daha iyi yönetilmediğimizi ve tüm niyeleri hep bu noktaya bağlamamız gerekiyor. Belki bu şekilde düşünmek, bizim kendimize gelip yeteneklerimizi, zekamızı boş yerlere harcamayıp yeniden kullanmaya başlamamızı sağlar; sürekli başkalarını suçlamaktansa, taşın altına elimizi koyup, çalışarak, didinerek, hak ederek, daha iyi noktalara gelmemizi sağlar. Atatürk’ün şu sözü her şeyi o kadar net anlatıyor ki, son nokta tek cümleyle anca bu kadar güzel ifade edilebilirdi: Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar!

HANDE YENER RÖPORTAJI’NIN BİR BÖLÜMÜ - Ayşe Arman, Hürriyet, 11.06.2006

Sizin hikayeniz nasıl başladı?

- Evliydim, bir tane çocuğum vardı, bir mağazada çalışıyordum, işimi de seviyordum ama "Ben bu değilim. Benim müzik yapmam gerekiyor, şarkı söylemeliyim" diyordum...

"Tezgahtar" lafını kullanmak rahatsız mı ediyor sizi?

- Yok canım. Mudo'da tezgahtarlık yapıyordum. Çok da iyi bir tezgahtardım ben.

Bazıları "satış elemanıyım" demeyi, "tezgahtarım" demeye tercih eder...

- Yok benim öyle komplekslerim. Bir mağazada müdür olsaydım, bu kadar çok şey öğrenemezdim. Sosyalleşmemi, kendimi ilerletmemi, insanlarla bire bir diyalog kurabilmemi sağladı tezgahtarlık. Bir de tabii moda zevkimi ilerlettim. Ve sonra Mudo'dan, Ali Alta Moda'ya geçtim.

Neden?

- Çünkü ben hedefleri olan, planlı bir tipim...

Ali Alta Moda'ya geçmek, o hedefin bir parçasıydı yani...

- Tabii, tabii. Ali Alta'ya geçersem daha çok ünlüyle karşılaşabilirim diye düşündüm.

Sebep?

- E yeni açılmıştı, havalı bir mağazaydı, ünlülerin uğrama ihtimali oldukça yüksekti.

Uğrayınca ne olacak?

- 6 aydır sürekli arayıp, "Hande ben, vokal için arıyorum" diye not bıraktığım ama asla ulaşamadığım kadına, belki ulaşabilirim diye geçirdim aklımdan. Hani aracı olurlar filan. Planım buydu. Uygulamaya geçtim. Ben şuna inanırım, bir şeyi gerçekten çok istersen, o isteğini evrene atarsın ve o sana geri döner, yani gerçekleşir. Bir şeyi gerçekten çok istersen Coelho'nun Simyacı'sındaki gibi bütün evren yardım eder. Bana da etti.

Nasıl yani?

- Bir gün dükkana Hülya Avşar geldi.

Siz onun mu peşindeydiniz?

- Hayır canım. Benim hayalim Sezen Aksu'ya vokalist olmaktı. 6 ay boyunca aradım durdum, nafile ulaşamıyorum. Mağazadaki kızlar da bana acıyor, sesimi de beğeniyorlar, ne kadar kıvrandığımı da görüyorlar. Hülya Avşar dükkana gelince, "Bizim Hande de çok güzel şarkı söyler" demişler. Beni çağırdı. 21 yaşındayım. Yalnızlık Senfonisi'ni söylemeye başladım. O günlerde pek meşhur. Dinledi beni ve "Tamam, ben seni arayacağım" dedi. Gerçekten de ertesi gün sabah 9'da aradı, "İşin tamam, ara Sezen'i" dedi, "Sana randevu verecek..."

Vayyyy. Sizin hayatınızı değiştiren insan Hülya Avşar olmuş.

- Evet. Çok çok değiştiren hem de. O pek kabul etmez, "Ben ne yaptım canım, sadece randevu aldım" der ama onun hakkını ödeyemem, gerçekten. Ve hiç unutmuyorum, 4'te gittim Sezen Aksu'ya. Nasıl heyecanlıyım. Orada da şarkı söyledim tabii. Daha doğrusu söyleyemedim, sözlerini unuttum. Ama aramızda güzel bir elektrik oluştu, beni arayacağını söyledi. 10 gün sonra da aradı. Ve ben mağazayı bıraktım. Ama kimseyle kötü ayrılmadım. Patronum bile "Yolun açık olsun" dedi, herkes hayallerimin peşinden gitmemi destekliyordu. Birdenbire Sezen Aksu'nun vokalisti olmuştum...

Demek o kadar iyiydiniz ki, sizi hemen kabul etti...

- Tabii şöyle bir şey de var, ben 6 aydır onu hemen her gün arıyordum zaten: "Hande, vokal için." O notlar meğer her gün ona gidermiş. Ama tanımadığı için, çeşitli taleplerle arayan herhangi biri olarak değerlendirirmiş. Ama üstüne bir de Hülya Avşar "Ya böyle bir kız var" deyince galiba ne kadar istediğimi anladı. Ve benden kurtulmak istedi, şans verdi...

"Bir Şey Olmanın Yolları" diye bir kitap yazsanız...

- 1. Otuz şeyi birden istemeyeceksin, hedefe kilitleneceksin 2. Söylememe gerek var mı, tabii önce ne istediğini bileceksin. 3. Israrcı olacaksın, ne olursa olsun yolundan dönmeyeceksin 4. Havaya girip, kendini bir şey zannedip, sana verilen şansı tepmeyeceksin, en iyi şekilde değerlendireceksin. Ben mesela, Sezen gibi biriyle 2 sene çalıştım, 10 gün içinde bir takım hareketlerimden hoşlanmayıp beni yollayabilirdi ama ben o dönemini çok iyi değerlendirdim.

Ne yaptınız, harikalar mı yarattınız?

- Aklı başında davrandım. Beni hiç tanımıyor, etmiyor, ortamına sokmuş, vokalisti yapmış. Bence büyük bir şıklık. Bu, benim hayat boyu elime geçecek bir fırsat mı? Değil. Demek ki salakça hatalar yapmamak, kıymetini bilmek lazım. Mesele şu: O noktaya gelmek değil, o noktayı taşıyabilmek. Hem vokalistliğini yaptım hem asistanlığını. Her şeyiyle ilgileniyordum, her türlü şeyine koşturuyordum. Benim için mükemmel oldu, çünkü müzik dünyasındaki hemen herkesi, her şeyi tanımış oldum.

Hiç mi söylenmediniz: "Ya ben buraya vokalist olmak için geldim, kadın her işini bana yaptırıyor, oraya buraya koşturuyor" diye...

- Hayır işte, sözünü ettiğim bu. Bir şey olmak istiyorsan, çıraklık edeceksin. Sabredeceksin, öğreneceksin. "Ben oldum" diye ortalığa atılmayacaksın. Benim hiçbir eğitimim yokken, beni vokale alıyor, sahnesine çıkartıyor. Bana bunu yapan biri için bütün fedakarlıkları yaparım. Bana böyle bir şans vermiş. Tabii ki minnet duyuyorum. Ona asistanlık yapmak da bana çok şey kattı, mesleğin altyapısını öğrendim.

Ama hala hedefiniz geçerli değil mi?

- Tabii. Sezen Aksu da bunu biliyordu, "Sadece vokal seni kesmez" demişti bana, "İleride albüm isteyeceksin." Ama ben hiç böyle bir şey istemedim, haddimi bildim, önce pişmem gerekiyordu, o da zaten o dönem Levent Yüksel ve Sertab Erener'in albümleriyle ilgileniyordu.

Peki biri olmak için bu kadarı yeterli mi? Utangaç olmamak mı gerekiyor mesela.

- Yok hayır. Bir utangaçlık iyidir. Ar damarın olmalı bence. Çok çok yırtık olmak da iyi değil. Açık olacaksın, yeniliklerden haberdar olacaksın. Yeni kitapları, yeni müzikleri bileceksin, dünyayı takip edeceksin, kıyafetten, modadan anlayacaksın. Yıllarca aynı şeyleri yapmak, orkestraya da keyif vermez, seni de tatmin etmez, zaten enerjin düşer, işten soğursun. E o zaman özünü koruyarak değişeceksin, ilerleyeceksin...

 
Toplam blog
: 13
: 1209
Kayıt tarihi
: 27.02.07
 
 

İstanbul Üni. İşletme Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Marmara Üni. SBE'de Yönetim ve Organizasyo..