Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Herkes kaçtığına tutuluyor...

Herkes kaçtığına tutuluyor...
 

Herkes kaçtığına tutuluyor...

Üç kişiydik Üniversitede. Üç asker çocuğu. Yurt çıkmamıştı, ordu evinde paşa çocukları dışında kimseye yer yoktu. Günlük, haftalık çözümlerle ilk sömestr geçirdik sonra ev tuttuk beraber. 19 yaşındaydık. Kendimizi Dünyanın en bilge, en olgun, en akıllı insanları sanıyorduk. Atilla , Ankara Ted mezunu, sigaraya ondört, pokere onbeş yaşında başlamış, meçli saçları ile asi James Dean gibi duruyordu. Bir sevdiği vardı Aslı diye; her fırsat bulduğunda onu anlatıyordu. Hoş,sonraları en az dört sene dinleyecektik Aslıyı, ajans haberleri gibi, tek kanallı radyodan. Ve bazen Atilla unutunca, ben anlatacaktım hikayenin geri kalanını Aslıyla ilgili.

Aykut, mavi gözlü, sarışın yakışıklı, Sapancalı Aykut. Hani Cem Uzan'ın gençliğini düşünün. Ailenin tek erkek çocuğu. Üstüne titreyerek büyütülmüş. Albay Celal amcanın oğlu. Kızlara , kendine has taktiklerle yaklaşır. Çabuk sinirlenir, çabuk söner. İkizler burcu Aykut. Titiz, temiz Aykut. Atillanın tam tersine.

Bense , neredeyse evinden ilk kez ayrılmış bir serçeciktim. Annesinin kuzusu. Pamuklara sarılıp, sarmalanmış. Yazın sıcaklarda kat kat giydirilmiş muhtemelen. Şimdi cam açılsa hapşırmam, denize girsem tıksırmam bu yüzdendir. Her şey yeni ve her şey değişikti benim için. Ayaklarım üstünde durmam gerektiğini düşünüyordum. ama çok sonra anladım aslında o zamanlar üzerinde duracak ayaklarımın olmadığını.

İlk sömestr dönüşü ev tuttuk, müjdemizi isteriz demişlerdi bana. Hem de orduevine çok yakındı, yemek yapmamıza gerek kalmayacaktı. İlk kira, deposit, aidat ödenmişti. Çok hızlı, bana düşen kısmı tahsil etti Atilla; yüzünde bir iç huzuru, akıllı ol bakayim diyerek.

Evi görmeye gittiğimizde, sürpriz olsun sen kendin bul bakalım evi, tahmin et dediler. Yüzümde şapşal bir sırıtma sokağın ortasında güzel bir apartmanın önünde durmuştum. - Yok deve demişti , Aykut. Beklentimi indirip , karşısındaki binayı göstermiştim. Bu sefer ikiside sinirlendi. Gözlerimi kapatıp beni bir süre taşıdılar. Gözlerimi açtığımda ; apartmanların arasında iki katlı ahşap bir evin karşısındaydım. Dünyanın en eski evi gibi gözüküyordu. Kapısı, pencereleri, çatısı her şeyi eski. Münasebetsiz bir şaka yaptıklarını düşündüm bana. Ne zaman ki Aykut elinde anahtarla içeriye girdi, hayatın şakası olmadığını anladım ilk kez. Tutulan ev burasıydı. Evin içine konacak eşyamız yoktu. İlk eşyamız üç kişilik bir askeri tatbikat yatağıydı. İlk gece üçümüz bu yatağın üzerinde uyumuştuk. - Ulan polonyalı işçilere döndük, Okul okuyacağız derken dedim. Atilla boğuluyordu, ağzındaki sigara ile gülmeye çalışırken.

Sonraları yollarımız hep keşişti bir şekilde. Yıllar aramıza mesafe, arkadaşlığımıza uzaklıklar yükledi. Atilla ,uzun yıllar sonra tanıştığı ilk aşkı olan, eşi ile evlendi. Birbirlerini çok sevdiler. Sonra öğrendik ki boşanmışlar. Atilla kendine has marjinalliğini evliliğine de taşımış, araya soğukluk girmişti. ilgisiz, daha sinirli, daha kaba olmuştu. Daha ilginci boşandıktan sonra eskisinden de çok bağlanmıştı eski eşine. Ama eski eşi yeniden evlenmişti bu arada. Olsun diyordu, onu ilgilendirmiyordu evlenmesi. Sonra eşinin hamile olduğu haberi geldi. Olsun diyordu, bana ne ben onu seviyorum. Eski eşi, şimdiki yeni aşkından başka birşey konuşulmuyordu Atilla ile. Sonra eşi doğum yaptı, bir kızı oldu. Bana ne diyordu, ben onu seviyorum, seviyorum ulen diyordu... Sonra Doğumdan bir hafta sonra eski eşi öldü. O an hayat durdu, kelimeler dondu, Atilla dondu. Gazeteler yazdı eski eşinin ölümünü. Organlarını bağışlayıp, dört kişiye hayat vermişti. O günden bu yana yaşamaz oldu Atilla. Hala onunla konuşuyorum, sanki beni arayacak biliyorum diyordu. Dinlerken, nereye bakacağımızı şaşıyorduk , ağlamamak için.

Bu olaydan önce, Aykut'un çok sevdiği babası öldü. Çok güzel , değerli bir insandı gerçekten. Hepimiz üzüldük. Buralarda kalamadı, Amerikaya gitti. Hala orada. Hala evlenmedi. Hala beyaz atlı prensesini arıyor. Ve hala aynı şeylere gülüyoruz bir araya geldiğimizde. Sanırım eski arkadaşlığımız yok artık. Yıllar , nedense alıp götürüyor tadını güzel olan herşeyin. Belki benim de hatalarım vardır kim bilir..

Bana gelince , hayat ve Tanrı bana çok adil davrandı. Gerektiğinden iyi muamele etti. Soruları kolay sordu. Çok sevdiğim bir eşim, işim ve kızım var. Saçlarım daha beyaz, gözlerimin kenarında küçük küçük kırışıklıklar. Kendimi dev zannettiğim 20'li yaşlardaki çocukları görünce anlıyorum sadece yaşlandığımı. Gönül evimde hayvanlara, kimsesizlere yeni kapılar açıldı. Önce acılar çektim ama şimdi mutluyum. Mutluluğun paylaşmaktan geçtiğini buldum, kendimce hayatın sırrına erdim, daha ne olsun?

Sanırım, herkes kaçtığına tutuluyor. Bir tuhaf simya var hayatta. Eskiciden bedavaya almadığımız seccadeye , müzayedede servet vermeye razı oluşumuz gibi. Günler daha bir hızlı geçiyor, su gibi akıyor. Eskiyi özlüyoruz. Bakıyorum manken gibi kızlarla çıkan arkadaşların hepsi, annelerine benzeyen kızlarla evlenmişler. Hayatla uzlaşmaya çalışmamız , korkudan mı? tedbir mi?

Bir vapura binsem, rüzgar saçlarımı okşasa, ben demeden çayımı getirse garson diyorum.... Vapurda kedi olsa, ayaklarıma sürünse. Sevdiğim herşeyi bir Vapura sığdırabilirim. İstanbul hariç...

 
Toplam blog
: 187
: 1260
Kayıt tarihi
: 02.10.06
 
 

İyiye ve güzele götürmeliyiz Dünyayı. Sürekli daha çok kazanmak, daha yukarıdan bakmaya çalışmak,..