Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '13

 
Kategori
Tarih
 

Hitler'e Nobel Barış Ödülü (!)

Hitler'e Nobel Barış Ödülü (!)
 

Dünyanın en bilinen ödüllerinden olan, bilim, sanat, edebiyat, siyaset gibi pek çok alanda verilen ve geçmişi ile tarihsel bir önemi de olan Nobel ödülü, alan kişiyi itibarlı yapsa da ödülün kendisinin ne kadar itibarlı olduğu gerçekten tartışılması gereken bir durum. Ödülü alan ya da ödülü alamasa bile aday gösterilen bazı kişiler Nobel’in aslında hiç de saygın kabul edilemeyeceğinin göstergesidir.

Hitler’i herkes vahşetiyle, katliamlarıyla tanır. Bu vahşetin tüm dünyaya etki edecek aşamasına henüz geçmese de  1938 yılına kadar kendi ülkesinde yeteri kadar muhalif ve yahudiyi katletmiş ya da kamplara göndermişti. Ancak bu vahşetten tüm dünya haberdar olmasına rağmen bu tarihte barış ödülüne de aday gösterilmişti. Üstelik batıda sorulsa en itibarlı ödül olarak kabul edilebilecek Nobel Barış Ödülü'ne. Yani Almanlar kendilerince karar verip de Hitler'i ödüllendirmeye yeltenmemiş. Dünyanın en saygıdeğer (!) ödülünün jürisi buna karar vermiş. Aynı dönemde ödüle Güneydoğu Asya’da barışın ve Hint bağımsızlık savaşının sembolü Gandhi de aday gösterilmiş ama ödül Nansen Uluslararası Mülteciler Ofisi'ne gitmiş. Hitler ödülü alamamış ama burada önemli olan onun bu döneme kadar yaptıklarına rağmen ödüle aday gösterilmiş olmasıdır.

Dünyanın en kanlı ve zalim diktatörü Hitler, 1 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal ederek tarihin en büyük savaşını başlatmıştı. Ancak Hitler ve Nazi zorbaları bu savaşı başlatana kadar ülkelerinde ve işgal ettikleri diğer Germen topraklarında, özellikle toplama kamplarında  tarihte eşi benzeri görülmemiş vahşete imza atmışlar ama batı bunları görmezden gelerek bu tiranı ödüle layık görebilecek kadar alçalmıştı.

İtibarsız Nobel'in bu hikayesinden kısaca bahsedelim;

Amerikalı yazar Gertrude Stein,  Mayıs 1934'te New York Times dergisinde Hitler'in bu ödüle aday gösterilmesini şu sebeplerle uygun bulduğunu açıklamıştı; " Bence bu ödülü Hitler almalı. Çünkü batı için tehlike oluşturan solcu muhalefet  unsurlarını Almanya'dan söküp atıyor. Avrupa’da nüfusları artan Yahudileri toplayarak, demokratik ve solcu unsurları bertaraf ederek Almanya'da ve hatta dünya genelinde barışa büyük katkı sağlamaktadır."

1938'de Times dergisi Hitler'i yılın adamı ilan etti ve hiç çekinmeden takdir dolu biyografisini yayınladı. Batı basınına göre Norveç, Çekoslavakya gibi ülkelerde başlamış olan işgaller de bu ülkelerdeki etnik Almanları koruma amaçlıydı. Yani savaşa barış kılıfı örülüyordu.

Görüldüğü gibi Hitler batı tarafından düşman değil bir kurtarıcı olarak kabul ediliyordu. Sovyetler Birliği’nden yayılan komünist sistemin batıdaki işçiler üzerinde etkili olmasına karşı nazi sistemi bir kalkan vazifesi görüyordu. Zira Lenin'in yakın arkadaşı Rosa Luksemburg'un 1919'da Almanya'da başlattığı devrim vahşice engellenmeseydi sosyalizm İngiltere ve Fransa'ya da sıçrayacaktı. Spartaküs devrimini önleyenlerin desteğiyle 1933'te iktidara gelen Hitler, hemen icraatlarına başladı; Sosyal-demokrat ve Komünist tüm solcular katlediliyordu.

Hitler'in sevilmesinin bir diğer sebebi o dönemde Avrupa'da yaygın olan anti-semitizmdi. Asırlarca vatansız olarak oradan oraya göç eden yahudiler hristiyanların da hışmına uğruyordu. Ancak farklı ulusların bir arada yaşadığı Rusya'daki sosyalist devrimci hareketler yahudilerin burada daha özgür yaşamalarına imkan veriyordu.

Hitler'in çingenelere yönelik soykırımı da sözde demokratik batılılar tarafından aleni olarak itiraf edilmese de hoş karşılanıyordu. Göçebe ve kendilerine özgü kültürle bulundukları yerdeki toplumlardan daha farklı bir hayat süren çingeneler bu hayat tarzlarından dolayı Avrupa genelinde dışlanıyorlardı.

Batılı devletler Hitler’in iktidar oluşundan savaşın başlayıp ülkelerine sıçramasına kadarki gelişmelerde izledikleri politikayla Nazilerin tüm faaliyetlerinden memnun olduklarını gösteriyorlardı. Zira Fransa ve Birleşik Krallık 1938 Münih Antlaşması’nı imzalayarak Almanya’nın Çekoslovakya’yı işgaline resmen onay vermişlerdi.  Bu gelişmelerdeki tavırlarına göre İngiltere ve Fransa eğer Hitler kendi ülkelerine saldırmasaydı savaşa sadece göstermelik karşı çıkar, muhtemelen olup bitenlerden memnuniyet duyardı. Fransa’nın işgale direnmemesi,  Hitler’in Paris'e çatışmasız girmesi, teslim anlaşmasını kolayca imzalatması ve Eyfel Kulesi önünde karizmatik bir poz vermesi, Fransa’nın Nazileri kendileri için bir tehdit olarak görmediklerinin kanıtıdır. Ancak Fransız yurtseverleri sivil direnişle aynı teslimiyeti göstermeyecektir. Devletin ve halkın işgale ve Nazilere karşı tavrındaki farklılık da burada dikkat çekmektedir. İngiltere ise Londra'ya bombalar yağınca savaşa girmek zorunda kaldı. Tarihsel çarpıtmalara rağmen bu gelişmeler gösteriyor ki Avrupa genelinde Hitler’in yayılmacı politikası sözde demokratik devletler tarafından kendilerine doğrudan bir saldırı olmadığı müddetçe tehdit olarak görülmüyordu. Bu nedenle Hitler’in ödüle aday gösterildiği döneme kadar yeterince vahşet sergilemiş olmasına rağmen barış adamı olarak görülmesi pek de şaşırtıcı olmasa gerek.

Peki Avrupa’da gerçekten barışı tesis edenlere karşı yaklaşım nasıldı? Lenin, I. Dünya Savaşı başladığı gibi tüm dünya halklarına bu savaşın halkların savaşı değil, emperyalist paylaşım savaşı olduğunu söyleyerek birbirlerine karşı değil, hükümetlerine karşı savaşmaları çağrısı yapmıştır. 1917 Bolşevik Devrimi'nin gerçekleşmesindeki en önemli faktörlerden biri de Lenin'in barış yanlısı olmasıydı. İktidara geldiği gibi de tarihin en adil barış önerisini sundu; "tüm devletler ilhaksız ve tazminatsız olarak ateşkes yapmalıdır." Tüm devletler savaştan önceki topraklarına geri dönecek, kaybedenler kazananlara toprak vermeyecek ve savaş tazminatı ödemeyecektir. Bundan daha adil bir barış önerisinin tarihte başka bir örneği yokken batılı demokratik devletlerin resmi tarihi bundan bahsetmekten çekinir. Ancak ne ilginçtir ki Fransa ve İngiltere'ye muazzam silah satışıyla ilk dünya savaşından maddi bir kazanç sağlamayı başaran ABD'nin başkanı Wilson'un prensipleri barış için önemli kabul edilir. Lenin ise ABD, İngiltere ve Fransa’nın parasal ve askeri desteğiyle sosyalist hükümeti yıkmaya çalışan Çarlık yanlısı Beyaz ordulara karşı savaş açmakla suçlanır. İktidarda olan Bolşevikler, iç savaşı başlatan karşı-devrimciler, onlara sadece maddi destek vermekle kalmayıp Rusya’ya asker sevkiyatıyla katliamlara ortak olan sözde demokratik devletlerdir ama savaşçı olan yine Bolşeviklerdir. Medya ve basının etkili gücünün yanında tarihi yazmak için de kapitalizmin parasal egemenliğinden faydalanılırsa kimin gerçekte barış, kimin savaş yanlısı olduğunu belirlerken tarihi çarpıtmak da kaçınılmaz olur. Zira devletler ve tarihleri de aynı yaklaşımla değerlendirilir. Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş’ın sorumlusu olarak görülmesine ve tarihi anlatılırken saldırgan ve yayılmacı bir devlet olduğunun sık sık vurgulanmasına şaşmamak gerek.

Türkiye tarihinden örnekler verelim. Atatürk "yurtta sulh cihanda sulh der." Bir başka sözü daha var; "savaş zaruri olmadıkça cinayettir." Asıl mesleği askerlik olan biri için manidar bir söz. Ancak Hitler ile aynı dönemde yaşamasına rağmen bu sözler de herhalde batılılarca pek önemsenmemiş. Buna karşın "bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir" diyen İngiltere Başbakanı Churchill her iki dünya savaşında da aktif rol almasına rağmen dünyada barışı sağlayan önemli bir devlet adamı olarak kabul edilir. Halbuki her iki savaşın da çıkmasında bu cümledeki gibi petrol sevdasının etkisi büyüktür. Avrupalıların petrol yataklarına, hammadde kaynaklarına hakim olma çabası dünya savaşlarının sömürgecilik bağlamında en önemli sebepleridir. İngiliz ve Fransızların Ortadoğu petrollerine, Hitler'in de Hazar petrollerine ulaşma çabası savaş tarihinin kayıtlarında mevcuttur. Churchill herhangi bir barış ödülüne aday gösterilmedi ama tarihçiler onu önemli bir barış adamı olarak kayıtlara geçti. Belki de ödüle aday göstermek, hatta ödülü vermekten daha tehlikelisi tarihi çarpıtmaktır. Zira savaş çığırtkanlığı yapan ve sömürgeciliğin yaygınlaşmasında bu kadar etkili olan bir kişiyi tarihi kaynaklarda demokrat ve barışçı bir siyasetçi olarak anlatmak o kişiye hak etmediği halde verilebilecek en iyi ödüldür. Ama doğunun ezilen halkları için ne kadar tehlikeli biri olsa da illa da bir şekilde takdir etmekte ısrar ettikleri için Churchill’i Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık gördüler. Yani itibarsız Nobel’i itibarlaştırıp uygun gördükleri kişilere vererek o kişiyi her ne yaparsa yapsın gelecek nesillere olumlu bir şekilde anlatmak için kullandılar ve kullanıyorlar.

Nobel Barış Ödülü alan bazı liderler ve barış karşıtı faaliyetleri şöyle;

1906 yılında ödülü alan ABD'nin 26. Başkanı Theodore Roosevelt, Orta Amerika’da Panama hükümetini devirmiş, Küba'da İspanyollarla sömürge savaşına girmiş ve Guantanamo Körfezi'ndeki meşhur askeri üssü inşa ettirmişti. Ama bunlar kendisinin savaşçı ya da saldırgan biri olarak görülmesi için pek de yeterli kabul edilmemiş olsa gerek. Öyle ki 1905 Rus- Japon Savaşı'nda arabuluculuk yaparak ilk kez kedi olalı bir fare tutmuş ve bu faydasından dolayı da ödüle layık görülmüş. Roosevelt'in Küba'daki savaşı ve emperyal mücadeleyi öven sözlerinin bulunduğu bir plaka halen ABD Savunma Bakanlığı ofisinde asılıdır.

ABD'nin 28. Başkanı Woodrow Wilson da Versay Antlaşması'nın mimarı olarak ödüle layık görülmüştü. Wilson, Türkiye’de de resmi tarih yazıcılığında takdir edilen bir kişi olarak I.Dünya Savaşı’nın bitmesinde en önemli aktör olarak gösterilir. Halbuki ondan çok önce Bolşevikler savaşın adil bir şekilde sonlandırılması için tüm dünyaya çağrı yapmış ve Rusya’yı toprak kaybetmek pahasına savaştan çekerek de barışı sağlayabilmek adına önemli adımları atmışlardı. Barış ödülüne layık görülen Wilson, savaş boyunca yaptığı silah ihracatı ile İtilaf devletlerini bir sonraki dünya savaşına kadar ABD’ye ödemek zorunda olacağı borç batağına düşürmüştü.

2004 yılında ABD Başkanı Bush da uluslararası sorunları - burası çok önemli- barışçıl yoldan çözdüğü ve Irak'ın kimyasal saldırı tehditlerini önlediği için işbirlikçisi olan İngiliz Başbakan Tony Blair ile birlikte Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. Bunu destekleyen Norveç parlamentosundan sağcı siyasetçi Jan Simonsen "ödülü mutlaka Bush almalı, çünkü bir diktatörü devirdi" diyerek gerekçesini açıklamıştır. Ancak dünya genelindeki protestolar üzerine barış komitesi her iki adayın ismini de listeden çıkardı.

Venezuela'nın 2013’te ölen saygıdeğer devlet başkanı Hugo Chavez Avrupalılara şöyle demişti: " Her iki dünya savaşını da siz başlattınız." Doğru söze ne denir.

 

 
Toplam blog
: 45
: 1915
Kayıt tarihi
: 28.03.12
 
 

1981 yılında Bursa'da doğdu. İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü ve Uludağ Üniversitesi Türkçe Eğitim..