Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '10

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Hoşçakal BARSELONA!

Hoşçakal  BARSELONA!
 

Font Magica ve arkada Katalunya Milli Müzesi


Diyelim ki sadece kitaplardan, televizyondan ya da filmlerden tanıdığınız yabancı bir ülkenin Barselona gibi çok popüler bir şehrine yolunuz düştü.

Üstelik o şehirde (konaklama ücreti ödemeden) 23 gün kalmak gibi bir şansınız var.

O şehri tanımak için işe nereden başlarsınız?

Biliyorum, tabi ki İnternette, Google Earth'da gezinecek, o şehrin tarihi hakkında, doğal ve turistik yerleri, sosyal ve siyasal yapısı, günceli hakkındaki tüm kaynakları araştıracaksınız.

Yurt dışına çıkan birçok kişinin yaptığı gibi, "Yapılmadan, gezilmeden geri gelinmemesi gereken 10 şey/yer" muhabbetine ise ister istemez dahil olacaksınız.Ve sonra bana diyeceksiniz ki; "23 gün diyorsun arkadaş...Bu kadar geniş zamanda, değil 10 şey yapmak, o şehrin altını üstüne getiririm!"

Haklısınız, 23 gün gerçekten de geniş bir zamanmış, gerçekten de o şehrin altı üstüne gelirmiş, e biz de getirdik doğrusu...

...

İlk bir-iki gün, önerilere uyup, Gaudi'nin baş yapıtlarından La Sagrada Familia Kilisesi'ni ve Güell Park'ı görmeye gittik.

Daha sonraki günlerde Gracia Bulvarı'nda, kentin iki önemli meydanından biri olan Katalunya Meydanı'nda ve La Rambla Caddesi'nde akan insan kalabalığına karışarak, küçük molalarla, saatlerce gezdik.

Tarihi ve büyülü Reial Meydanı'nı gezip, ortadaki büyük havuzun kenarında oturup dört bir yandaki renkliliğin ve Reial' daki flamenko barda flamenkonun keyfini yaşadık. ( Unutmadan; Katalunlar flamenkodan nefret ederlermiş!)

La Rambla'da, Mercado de la Boqueria adlı pazar yerindeki tezgahlarda bulunan, binbir renk ve çeşitteki sebze-meyvenin arasında gezerken, memleket özlemimizi(!) giderdik.Tezgahlardaki plastik kutularda satılan meyve salatalarına olan talebi görünce (Antalya'da turistlere bu tarz satış niye yapılmaz?) diye hırsımızdan çatladık.

Kentin ikinci önemli meydanı olan İspanyol Meydanı'na iki kez gittik.

Meydanın ortasındaki büyük havuza ve gösterişli heykellere, benzerine Venedik'teki San Marco Meydanı'nda rastladığımız, kırmızı tuğlalarla örülmüş 47 metre yüksekliğindeki çan kulelerine, kulelerin arasından geçen Tarragona adlı yoldan yukarı bakınca tüm görkemiyle bizi yanına davet eden Katalunya Milli Müzesi( Museu Nacional d’Art de Catalunya)binasına ve akşam 21.30 dan sonra müzikle suyun renkli ışıklar eşliğinde dans ettiği yüzlerce fıskiyeli Font Magica'daki görsel ve işitsel şölene hayran kaldık.

Ve hemen orada, şehir panaromasına hakim yemyeşil seyirlik alanları, surlar arkasındaki restoranları, flaminko barları ve özgün elişi eserlerin satıldığı alışveriş yerleri ile İspanyol Köyü (Poble Espanyol) ve Avrupa Atletizm Şampiyonası'nın yapıldığı Olimpiyat Köyü'nün de yer aldığı Montjuic Parkı' na bayıldık.

Galiba en hoşu da, 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası'nın yapıldığı zamana denk gelmemizin avantajını kullanıp, son 3 gün boyunca şampiyonayı izlemeye gitmemizdi.

Hayatımızda ilk defa, üstelik bir Avrupa Şampiyonasında, 100 metre bayanlar engelli, 5000 metre erkekler, 5000 ve 10000 metre bayanlar koşu yarışmalarını ve bayanlar yüksek atlama yarışlarını izledik.

Başta Nevin Yanıt, Alemitu Bekele ve Elvan Abeylegesse olmak üzere diğer Türk sporcularını alkışlama şansı bulduk ki, bizim için seyahatimize damgasını vuran en önemli yaşanmışlıklardan biri de buydu.

( Nevin Yanıt'In yarışmayı kazandığı anlarda, oradaki yalnızlığına(!) çok içerledik ama trübinlerden aşağı inip, onu kucaklama şansımız ne yazık ki yoktu...)

Kıyıya yakın kesimde yer alan Ciutadella Park'sa (Parc de la Ciutadella), tarihi havuzu ve havuz başındaki gösterişli anıt heykelleriyle, Tabiat Tarihi Müzesi'nin (Museu de Citencies Naturals) gösterişli binasıyla, göletleri, dinlenme, spor ve oyun alanlarıyla Londra'daki Hayde Park'ı hiç aratmıyordu doğrusu...

Parkın kuzey kapısından, yukarı doğru yürüyünce karşınıza çıkan Arc de Triomf ise Paris'teki Zafer Takı'nın İspanya versiyonuydu adeta.

Burada geçirdiğimiz 3 pazar gününe rağmen Barselona Katedrali önünde yapılan Katalunlara özgü sardana dansını seyretme şansını yakalayamadık ama aynı katedraldeki bir pazar ayinini izledik.

Katedralin önündeki meydanda güvercinlerle arkadaş olup, katedralin arkasındaki sokaklarda, dolayısıyla Gotik Mahalle'de (Barri Gotic), tarihi ve mistik atmosferi soluyarak dolaştık.Gotik çağlardan kalma binaların arasında ve sokak çalgıcılarının müzikleri eşliğinde, her seferinde biraz daha Eski Barselona'yla tanıştık.

San Jaume Meydanı'nda yer alan tarihi hükümet binalarının önündeki gezintimizde ise fotoğraf makinemizle zamanı durdurduk

Ve elbette buralara kadar gelmişken, (Resim sanatına pek ilgi duymasakta) Picasso Müzesi'ni gezdik. Sergilenen onca eserin arasında en beğendiklerimiz, Picasso'nun ilk dönem çalışmalarındandı. Ünlü ressamın Kübizm akımından etkilenerek yaptığı diğer yüzlerce tablo her ne kadar ilginç geldiyse de, pek hoşlanmadığımızı itiraf edeceğim ama kişisel (mizahi) yorumlarımızı maalesef size aktaramayacağım! :))

Bir şehrin tarihi, buna ilişkin eserleri, yapıları bana oldukça ilginç gelir ama asıl merak ettiğim şey, bir kentin sıradan insanlarının nasıl yaşadığı, nerelerde oturduğu, nerelerde ne yiyip içtiği, nasıl giyindiği, nasıl eğlenip, nasıl gezdiği gibi şeylerdir...

Bu manâda gezilmesi ve görülmesi gereken yerler arasında en önemlisi, kentin La Barcelonata adı verilen sahil kesimi olmalı.

Dev yolcu ve taşıma gemilerinin barındığı büyük liman, Maremagnum adlı dev alışveriş merkezi, sayısız balık çeşidinin vitrine çıkarıldığı Akvaryum ( L'aquarium), en lüks oteller, binlerce insanın kendini sereserpe güneşe ve Akdeniz'e sunduğu uzun plaj bandı, işte bu La Barcelonata'da bulunuyor.

( Sahilde yürürken bir süre paparazzilik yapıp, cüretkar İspanyol hatunlarının üstsüz hallerini çektim ama galerime eklemeyi içime sindiremedim:)

 

Ağaçlıklı sokak aralarında, geniş bulvarlarda yürüdük, adım başı rastladığımız bakkal, manav türünden küçük işletmelerin, bar ve restaurantların arasında, küçük yöresel alışveriş merkezlerinin dar pasajlarında ve daha çok siestanın bitip, akşam rüzgarının esmeye başladığı saatlerde karıştık bu güzel şehrin yaşantısına...

Sangrinia dedikleri hafif alkollü şaraplarının, tappa adlı mezelerinden bazılarının tadına baktık, safranlı pilav üstü, karides, midye ve tavuk etiyle süslenen paelle yemeğinden yedik. ( Ama ben pek hoşlanmadım!)

İspanyol insanları genellikle renk ve tip olarak bizlere benziyor. Kadınlar genellikle güzel, temiz, şık giyimli, bir de zayıf ve uzun bacaklılar (Peh!) Erkekleri ise uzun boylu, yakışıklı ve göbeksizler (Benim gördüğüm kadarıyla yani!:)

İspanyollar, bizim gibi aile kurmaktan, toplu halde bulunmaktan hoşlanıyorlar(mış). Parklar, bahçeler, bar ve restoranlar, birbiriyle tanışan, şakalaşan, kadınlı, erkekli keyifli ve kalabalık gruplarla dolup taşıyor.

Ha tabii, bu keyfin bir sebebi de Katalunların refah düzeyinin hayli yüksek olması ve geçim endişesi taşımamaları olmalı...

 

Barselona'da geniş bulvarlar birbirine paralel uzanıyor, bu bulvarları diklemesine kesen caddelerin birleştiği her dört yol ağzında sekizgen kavşaklar ve yaya geçitleri oluşturulmuş.

Öyle düzenli bir kent ki, hele elinizde bir şehir haritası varsa, kaybolmak isteseniz de kaybolamıyorsunuz...

Burada trafik inanılmaz muntazam işliyor, pırıl pırıl ışıklandırılmış caddelerden birisi gidişe ayrılmışsa, paralelindeki diğer cadde gelişe ayrılmış. Bütün caddeler, bulvarlar kocaman ağaçlarla yeşillendirilmiş.

Denize diklemesine inen bol ağaçlıklı, serin ve esintili sokakları, yayalara ayrılmış yolları, dinlenme alanları, oyun alanları ve spor kompleksleriyle, gelişmiş metro, tren, deniz ulaşımı, eğitim, sağlık, güvenlik sistemleriyle ve özenle korunmuş tarihi dokusuyla, tam bir Avrupa kenti olan Barselona'yı böyle gezdik işte!

Galiba tadında, kıvamında...

(Mağazalarındaki gümrüksüz satışlar nedeniyle bir alışveriş cenneti olan küçük ve bağımsız devlet Andorra'ya gidemedik ve
bir doğa cenneti olduğunu son anda öğrendiğimiz Montserrat Dağları'na çıkamadık gerçi ya!)

Artık gitme zamanı...

Bir daha buralara yolum düşer mi bilmem, kısmet!

Hoşçakal Barselona!

Adios Espana!

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..