Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '10

 
Kategori
Güncel
 

HSYK darbesi: Bırakınız yapsınlar, bırakınız görsünler

HSYK darbesi: Bırakınız yapsınlar, bırakınız görsünler
 


Erzincan’daki Ergenekon davasını soruşturan Erzurum Özel Yetkili Savcılarının HSYK tarafından yetkilerinin kaldırılması Türkiye’de son yıllarda yaşanan siyasi gelişmelerden bağımsız, tek başına ele alınabilecek bir olay değildir. HSYK’nin bu kararı bir zihniyetin yeni bir icraatıdır. Hukukla falan ilgisi yoktur, tamamen siyasi ve ideolojik bir karardır. Net bir şekilde söylemek gerekirse, yargı eliyle yürürlüğe konan ve aşama aşama hayata geçirilecek bir darbenin ilk adımıdır. Varlığının tehlikeye düştüğünü gören statükocu vesayet rejimi elindeki gücü seferber etmeye karar vermiş gibi görünüyor. Bunun arkası da gelecektir. Ana hedef, Ergenekon davasını akamete uğratmak, bununla eşzamanlı olarak AKP’yi kapatmak ve temelinden sarsılan düzeni restore etmektir. Bu kapsamda yakın bir tarihte AKP’ye yeni bir kapatma davası açılacağını ve bu defa kesin olarak kapatılacağını göreceğiz.

Yani darbeciler 1960’da, 1971’de, 1980’de tanklarla, 1997’de gazete ve televizyonlarla yaptıklarını başka çareleri kalmadığından bu defa yargı eliyle yapacaklar. Zaten Türkiye’de hukuk sistematik biçimde tamamen siyasal ve ideolojik bir araç haline getirildi. Bu ta, Cumhuriyetin kuruluşunda da böyleydi ama 12 Eylül döneminde tamamen bu amaca uygun olarak dizayn edildi. Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın Danıştay’ın son yıllarda verdiği kritik kararları bir hatırlayalım, hemen hemen hiçbirinde zerre kadar hukuk yoktur. Anayasa Mahkemesi 367 kararı gibi bir komediye imza atmıştır. Bu yetmemiş, TBMM’de 411 oyla kabul edilmiş bir Anayasa değişikliğini sadece usul yönünden incelemesi gerekirken esastan inceleyerek iptal etmiştir. Yani, Anayasa hükmü gereği TBMM’ye ait olan yasama yetkisini zorla ele geçirmiştir. Bununla da yetinmemiş, gazete haberlerinden derlenmiş delillerle ve üstelik suç olmayan suç isnatlarıyla açılan kapatma davasında AKP’yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan etmiştir. Anayasa Mahkemesi, AKP’yle ilgili önüne gelen her davada otomatik biçimde bu parti aleyhine karar vermektedir.

Benzer biçimde Danıştay da Hükümetin yürütme faaliyetleriyle ilgili önüne gelen hemen her davada Hükümet aleyhine karar vererek Hükümeti görev yapamaz hale getirmektedir. Anayasa Mahkemesi yasamanın, Danıştay ise yürütmenin yetkilerini ele geçirmiş ve bu iki erki işlemez hale getirmiştir. Sistem şöyle işlemektedir: TBMM’de çıkarılan kritik düzenlemelere ilişkin olarak Sabih Kanadoğlu adlı emekli savcı bir fetva vermekte, CHP TBMM'nin yaptığı düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşımakta, Mahkeme de şaşmaz biçimde iptal etmektedir. Aynı şekilde Hükümetin ya da yetkili organların her türlü değişiklik veya reform girişimini de (mesela YÖK’ün katsayı uygulaması) CHP zihniyetindeki kurumlar Danıştay’a götürmekte ve o da iptal etmektedir. Yani ülkeyi Hükümet yönetir gibi görünürken aslında fiilen CHP ve onun zihniyetindeki yargısal, bürokratik organlar yönetmektedir. Bugün Sabih Kanadoğlu'nun yargı mekanizması üzerindeki etkisi Cumhurbaşkanından da Adalet Bakanından da Hükümetten de kat kat fazladır.

Yargıtay da son yıllarda siyasi içeriği olan davalarda verdiği kararlarla aynı amaca hizmet etmektedir. En taze örnek Prof. Baskın Oran’ın kendisine iftira atan Mustafa Balbay’a açtığı davada verdiği skandal karardır. Balbay, henüz Ergenekon davasından tutuklanmamışken yaptığı bir televizyon konuşmasında Baskın Oran’ı “maddi ve manevi olarak satın alınmış olmak”la suçlamış, bunun üzerine Oran açtığı tazminat davasında yerel mahkeme Balbay’ı 3500 lira tazminat cezasına çarptırmış, ancak Yargıtay bu kararı bozmuştur. Bozma kararının gerekçesi ise aslında iftirayı atan Balbay’ı değil, iftiraya uğrayan Oran’ı cezalandırmaktadır: “Davacının AGOS gazetesinde Ermeni sorunu hakkında yazılar yazdığı, yurtdışında akademik çalışma yürüttüğü anlaşılmaktadır. Dava konusu yayın bir bütün olarak incelendiğinde, davacının AGOS gazetesinde yayımlanan yazılara tepki olarak ve gündeme uygun biçimde yapılmış konuşmanın bir bölümünün dava konusu edildiği sonucuna varılmaktadır. Davacı, öğretim üyesi olarak özgürce düşüncelerini açıklayabildiğine göre bu düşünceler aleyhine yapılan açıklamalara, katlanmak zorundadır.”

Bunun meali şudur: "madem ki Agos'ta yazıyorsun, her türlü iftiraya müstehaksın"

Yargıtay’ın bu akıllara seza kararları Oran-Balbay davasından ibaret değildir. Özellikle Güneydoğu’da güvenlik güçlerinin vatandaş aleyhine işlediği suçlarda mağdurları, maktulleri değil sürekli sanıkları koruyan kararlar vermektedir. Şoför Ahmet Kaymaz ve oğlu Uğur Kaymaz’ı öldüren polislerin beraat ettirilmesi, kendisine taş atan çocuğu tarayıp öldüren uzman çavuşun beraat ettirilmesi gibi kararlar hâlâ akıldadır. Hrant Dink'in TCK 301. maddeden mahkum edilmesi bir hukuk cinayeti olarak tarihe geçmiştir. Son olarak, sosyolog Pınar Selek hakkında yerel mahkemenin verdiği beraat kararını bozması ve Selek’in 36 yıl hapis cezası istemiyle yargılanmasına karar vermesi bir başka fecaattir. Pınar Selek davasından haberdar olmayanlar ayrıntıları şu linkten okuyabilir: http://bianet.org/bianet/toplum/119964-sosyolog-pinar-selek-icin-muebbet-hapis-istendi

Üst yargı kurumları verdikleri bu gibi kararlarla yargının varlık sebebini ortadan kaldırmışlardır. Bugün Türkiye’de hiç kimse üst yargı kurumlarının kararlarının hukuksal dayanaklarla verildiğine inanmamaktadır. Her kararın altında siyasal ve ideolojik yaklaşımlar sırıtmaktadır. Bu çok net ve kaba bir güç oyunudur. Ortada hukuk falan kalmamıştır. Artık bu ülkede Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş ne kadar hukukçuysa ilkokul mezunu sıradan bir vatandaş da o kadar hukukçudur. Hatta o vatandaş Kanadoğlu gibilerden çok daha iyi bir hukukçudur; çünkü hiç değilse onun hak ve adalet anlayışı ideolojik saplantılarla bozulmamıştır.

Özetle, çürümüş statüko bu çürümüş zihniyeti ve kireçlenmiş mafsallarıyla birkaç adım daha atabilir; kimimizin hayatını, çoğumuzun hayatından birkaç yılı daha çalabilir; bu ülkeyi yeni ve daha koyu bir karanlığa sürükleyebilir. Ama bu onların son oyunları olacaktır. Bu hayat onları ilelebet taşıyamaz, bir noktada bünyesinden mutlaka atar ve atacaktır.

Statükocular AKP’yi hukuk dalavereleriyle kapatıp 28 Şubat sürecinde yaptıkları gibi Hükümeti CHP-MHP ikilisine "altın tepsi içinde" sunabilirler. Ancak statükocuların imtiyazlarını kaybetme korkusuyla giriştikleri bu kanunsuzluklar bu ülkeyi korkunç bir kargaşaya sürükleyecektir. CHP-MHP zihniyeti bu ülkeye ne verebilir? AKP’yi kapatıp demokrasiyi ve hukuku yok etmeye karar verenler bu ülkenin hangi sorununa nasıl bir çözüm getirecektir? Bugün cebelleştiğimiz sorunları yaratan, büyüten, Türkiye’yi bir iç sömürge haline getiren, halkın onurunu ayaklar altına alan bu zihniyet değil midir? Eğer bu köle düzeninin sürmesi mümkün olsaydı tarih AKP gibi demokratik bir gelenekten gelmeyen, demokrasinin ABC'sinden bile haberdar olmayan bir partiye demokratik reformları gerçekleştirme görevi yükler ve AKP de bunları hayata geçirmeye çalışmak zorunda kalır mıydı hiç?

Erzurum savcılarının yetkilerinin kaldırılmasıyla başlayan yargı darbesi AKP’nin kapatılması ve Ergenekon’un ört bas edilmesiyle sonuçlanabilir. Zaten yapılmak istenen bu… Ancak bu darbe aslında statükonun kendi eliyle kendi sonunu hazırlamasını beraberinde getirecektir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız görsünler.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..