Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ekim '07

 
Kategori
Tarih
 

İkinci Cumhuriyet'i yaşadık, şimdi sonunda mıyız?

İkinci Cumhuriyet'i yaşadık, şimdi sonunda mıyız?
 

I-G İ R İ Ş

Birinci Dünya Savaşı'nda, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yanında İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD'ye karşı cephe alan Osmanlı İmparatorluğu, içinde yer aldığı cephenin yenilmesiyle yenilmiş sayılmış ve çok değişik devletler arası anlaşmalara imza atmaya zorlanmıştır.

Savaşın ilerleyen zamanında İtalya bu savaşa katılmış önce İttifak devletlerinden yana olmuş, sonra itilaf devletleri saflarına katılmıştır. 1917 yılında Lenin'in önderliğinde yapılan büyük sosyalist devrimden sonra Rusya hem itilaf devletlerinden hem de savaştan çekilmiştir. Çarlık Rusya'sındaki bu oluşum, hem Birinci Dünya Savaşı'nın kaderini değiştirmiştir, hem de gelecekte kurulacak Türkiye Cumhuriyeti'nin önünü açmıştır. Ancak, 1917 yılında itilaf devletlerinden ayrılan Rusya'nın yerini ABD doldurmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilmiş olarak kabul edildiği savaştan sonra yapılan anlaşmalar şunlardır: Mondros Mütarekesi 30.10.1918, Paris Barış Konferansı 18.01.1919, San Remo Konferansı 19.04.1920, Sevr Anlaşması 10.08.1920.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki zorlukları anlamamız için Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'na imzalatılan bütün anlaşmaları tek tek okumak ve öğrenmek zorunluluğumuz vardır.

30.10.1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi'nin maddeleri şöyleydi:ıÜü

1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.


2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.


3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.


4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.


5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.


6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.


7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.


8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.


9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.


10-Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.


11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.


12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.


13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.


14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)


15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.


16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır.


17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.


18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.


19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.


20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.


21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.


22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerinin nezdinde kalacaktır.


23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.


24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.


25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.

Şimdi, lütfen bu anlaşmanın 1. 5. 7. 12. 24. maddelerini defalarca okuyun. Bir de 4. madde ile 22. maddeyi karşılaştırın.

19 Nisan 1920 tarihinde toplanan San Remo konferansı da Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği bakımından önemlidir. Çünkü bu konferansta Sevr'in ana hatları belirleniyor ve Osmanlı toprakları bölünerek paylaştırılıyordu.

26 Nisan'a kadar süren görüşmeler sonunda, Lübnan ve Suriye, Fransızların; Irak, Filistin ve Musul, İngilizlerin korumasına giriyordu. Doğu Anadolu'da, bağımsız Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu.

İşte bu anlaşma ve konferanslardan sonra sıra Osmanlı'nın ipine çekmeye geliyordu. Bunu yapacak anlaşma 11 Mayıs 1920 tarihinde Osmanlı Padişahı Vahidettin'e incelenmek üzere verilmiştir. Fakat, itilaf devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nu zor durumda bırakıp biran evvel Sevr'i imzalatmak için Yunanistan'ı maşa olarak kullanmaya karar vermiştir. Nitekim, itilaf devletlerinin onayı, yönlendirmesi ve desteği ile Yunan ordusu 23 Haziran 1920 tarihinde Trakya ve Anadolu'da saldıraya geçirtilmiştir. Bursa, Balıkesir, Uşak, Nazilli işgal edilmiştir. Bunun üzerine 22 Temmuz 1920 tarihinde Osmanlı Padişahı Vahidettin, Tevfik Paşa'ya bu anlaşmayı imzalamasını söylemiştir. Ancak, Tevfik Paşa, Osmanlı'nın parçalanmasını ve bitirilmesini isteyen bu anlaşmayı imzalamamış ve onun yerine Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik Paşa 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalamışlardır. Sevr Anlaşması, Padişah Vahidettin tarafından paraflanmadığından ya da onanmadığından hiç bir zaman devletlerarası geçerliliğe kavuşmamıştır. Fakat, buna rağmen Osmanlı hükümetinin imzaladığı bu anlaşmaya dayanarak Osmanlı İmparatorluğu işgal edilmeye devam edilmiştir.

Osmanlı'yı küçük düşüren, parçalayan ve yok etmeye çalışan bu anlaşmalara karşılık Anadolu'nun içlerinde Mustafa Kemal adlı bir asker halkı örgütlemeye ve işgallere karşı direnmeye başlamıştır. Hattâ Mustafa Kemal'in önderliğinde kurulan Meclis'te, Sevr'i imzalayanlar "Vatan haini" olarak kabul edilmiştir. Bu Meclis, itilaf devletleriyle yapılmış olan hiç bir anlaşmanın kendilerini bağlamadığını da duyurmuştur.

İşte Sevr Anlaşması'nın iç yüzü:

RıÜüumeli sınırımız İstanbul vilayetinin sınırı olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve havalisi) Yunanlıları verilecekti. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfus bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiyetine de giremeyecekti.

Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devletini İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.

Bütün bu anlaşmalarda görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun işgali ve parçalanmasının yanı sıra, ortadan tamamen kaldırılması da söz konusudur. Bu aşamada Yunanlıların nasıl kukla olarak kullanıldığını da görüyoruz. Aslında Yunan ordusunun arkasında İtalya, Fransa, İngiltere ordusunun varolduğu ortadadır.

Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı'nda ittifak yaptığı devletlerin yenilmesiyle yenilmiş sayılan Osmanlı İmparatorluğu hükümetine, Sevr Anlaşması imzalatılmış ve Osmanlı İmparatorluğu bitirilmiştir. Osmanlı Padişahı Vahidettin herşeyi ile teslim olmaktan başka çare bulamamıştır. Nitekim, Osmanlı toprakları Fransa, İngiltere, İtalya ve onların maşaları Yunanlılar tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Hattâ, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul, 18 Mart 1920 tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Bu işgali telgraf memuru Manastırlı Hamdi Efendi, Mustafa Kemal'e iletir iletmez, Mustafa Kemal derhal bu işgali Avrupa devletlerine gönderdiği notayla protesto etmiş ve o unutulmaz ileri görüşünü söylemiştir: "Geldikleri gibi gideceklerdir!".

II-ANLAŞMALARIN GÖLGESİNDE ANADOLU HALKI:

Bütün bu anlaşmalar itilaf devletleri tarafından Osmanlı'ya imzalatılırken, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a ayak basan büyük asker Mustafa Kemal, gelişmeleri her an dikkatle takip ediyordu. Yapılan anlaşmalarla limanlarına, topraklarına, silahlarına ve hattâ askerlerine el konan Osmanlı İmparatorluğu halkından yeni bir ordu kurmak zorunluluğu vardı. Bu sırada doğu komşumuz Rusya'da Lenin önderliğinde Sosyalist bir devlet kurulmuştur. Lenin, emperyalist karşıtı ve Maksist görüşe sahipti. Bu nedenle emperyalistlere karşı savaş veren Mustafa Kemal'e destek vermeye karar verdi. Bu karar sonunda Mustafa Kemal'e altın yardımı yaparken aynı zamanda silah yardımına da başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu'na anlaşmalar imzalatan itilaf devletleri Lenin önderliğindeki Rusya'nın, Mustafa Kemal'le olan ilişkilerinden endişe duydukları ve adımlarını temkinli attıkları tarihin ilerleyen aşamalarında ortaya çıkacaktır.

Mustafa Kemal, önce halka güvenmiştir. Çünkü, Mustafa Kemal, Türk halkının asırlardır süre gelen bağımsızlık ve boyun eğmeme karakterini bilmektedir. Onların bir lideri olarak ve bütün Türk halkının duygularını dile getirerek "Bağımsızlık benim karakterimdir" demiştir.

Şimdi, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basan büyük dâhinin öncesine ve biraz sonrasına dönelim ve Osmanlı topraklarının nasıl işgal altında olduğunu görelim, Mustafa Kemal'in nelerle boğuştuğunu ve ülkeyi kimlerden kurtardığını görelim:

İngiliz işgalindeki topraklar:

ıÜüMusul : 3 KASIM 1918 Çanakkale Boğazı : 6-12 KASIM 1918 İskenderun : 9 KASIM 1918 Antakya : 7 ARALIK 1918 Batum : 24 ARALIK 1918 Kilis : 27 ARALIK 1918 Ankara İstasyonu : ARALIK 1918 Ayıntap : 1 OCAK 1919 Cerablus : 3 OCAK 1919 Haydarpaşa İstasyonu : 15 OCAK 1919 Konya İstasyonu : 22 OCAK 1919 Turgutlu-Aydın Demiryolu : 1 ŞUBAT 1919 Maraş : 22 ŞUBAT 1919 Birecik : 27 ŞUBAT 1919 Samsun : 9 MART 1919 Harabnaz ve Telebyaz : 16 MART 1919 Urfa : 24 MART 1919 Merzifon : 30 MART 1919 Kars : 13 NİSAN 1919

Fransız işgalindeki topraklar:

ıÜüDoğu Trakya Demiryolları : 9 KASIM 1918 Çanakkale Boğazı : 6-12 KASIM 1918 Dörtyol : 11 ARALIK 1918 Mersin : 17 ARALIK 1918 Toros Tünelleri : 27 ARALIK 1918 Adana ve Pozantı : 27 ARALIK 1918 Doğu Demiryolları : 15 OCAK 1919 Turgutlu-Aydın Demiryolu : 1 ŞUBAT 1919 Çiftehan ve Akköprü : 3 ŞUBAT 1919 Afyon İstasyonu : 16 NİSAN 1919

İtalya işgalindeki topraklar:

Antalya: 28 MART 1919 Konya İstasyonu: 26 NİSAN 1919 Kuşadası: 4 MAYIS 1919 Fethiye-Bodrum: 11 MAYIS 1919 Marmaris: 11 MAYIS 1919 Akşehir: 14 MAYIS 1919 Afyon: 21 MAYIS 1919 Malkara: 27 MAYIS 1919 Burdur: 28 HAZİRAN 1919ıÜüıÜü

Yunanistan işgalindeki topraklar:

Uzunköprü-Hadımköy Demiryolu 9 OCAK 1919 ve İzmir 15 Mayıs 1919.

İşte Mustafa Kemal'in elindeki vatan topraklarının durumu buydu. Yapılan Kongrelerde masaya yatırılan bu toprakların düşman işgalinden kurtarılmasıydı.

III-VATANIN KURTARILMASI

Mustafa Kemal, içerde ve dışarda büyük mücadeleler vererek düşmanla savaşacağını biliyordu. Çünkü içerde de kendisini çekemeyen asker arkadaşları vardı. Çok kez bunlarla mücadele ederek zaman kaybetti. Ama, sonunda hep o kazandı. Ankara'da kurduğu Meclis'e yurdun her bölgesinden temsilci çağırdı. Her kararını bu meclisten çıkarmaya çalıştı. Ancak, vatanın kurtuluşu yönünde çıkarılan kararlara karşı direnenlere meclise rağmen asla ödün vermedi ve kendi doğru bildiğini kabul ettirdi. "Başkomutan" sıfatıyla hemen bütün savaşlarda bizzat bulundurdu. Bulunmadığı muharebelerde telgraf aracılığı ile yönlendirmelerde bulundu. Bir çok muharebede -ki buna İnönü Muharebeleri de dahildir- onun eşsiz görüşü ve taktikleri sayesinde başarı elde edilmiştir.

Mustafa Kemal'in başlatmış olduğu Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşmasının en önemli nedeni Mustafa Kemal'in kendisidir. Çünkü, Mustafa Kemal başlı başına bir insanlık mucizesidir. Onun her konudaki ileri görüşü ve kararlığı Kurtuluş Savaşı'nı başarıya ulaştıran en önemli nedendir. Önce halkının bağımsızlık karakterine güvenmiştir. Halkının bu bağımsızlık karakteri sayesinde başaramayacağı bir mücadelenin olmayacağını biliyordu. Sonra çok hesaplı dış politikası sayesinde Rusya'nın yeni lideri Lenin'le yardımlaşması sayesinde silah ve araç-gereç elde etmiştir. Lenin'le girilen bu iyi niyetli yardımlaşma, itilaf devletlerinin attıkları adımlara dikkat etmesi gerektiğini de ortaya çıkarmıştır. Özellikle İstanbul ve İstanbul Boğazı'na itilaf devletlerince el konamamasının en büyük nedeni Lenin'in Rusya'sının buna asla izin vermeyecekleri özündeki görüşleridir.

O halde, şunu söyleyebiliriz: Vatanın büyük bir kısmı işgal altındayken, Mustafa Kemal'e "Geldikleri gibi gideceklerdir" dedirten ve İzmir'in işgalinden sonra İzmir'in hangi tarihte kurtulacağını bir günlük sapmayla tahmin ettiren güç, onun halkını iyi tanıması ve onlara güvenmesinden kaynaklanmaktadır. Sonra, Mustafa Kemal bir dâhinin başımızda olması bu vatanın kurtuluşunda büyük bir şanstı. Ve tabi ki doğu komşumuzun Çarlık'tan kurtulup Sosyalist bir düzene ve Sosyalist bir lidere kavuşması bizim için büyük bir şanstı ve kolaylıktı.

IV-YENİ BİR REJİM KURULURKEN

Mustafa Kemal, arkadaşlarına "Yarın Cumhuriyet'i kuruyoruz" demiştir. Nitekim 29 Ekim 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi'nde Cumhuriyet kabul edilmiştir. 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasından sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilân edilmiştir. 3 Mart 1924 tarihinde ise Hilâfet kaldırılmıştır. Bunlar o aşamada artık padişahlığın kaldırıldığı ve halk yönetiminin onun yerine konduğu, dini devletten yani ümmet toplumundan çıkılıp, ulus devlet olduğumuz anlamına geliyordu.

Yeni meclis 1921 tarihli anayasa yerine 1924 tarihinde yeni bir anayasa kabul ediyordu. ıÜü20 Nisan 1924'te kabul edilen yeni devletin ikinci Anayasası, Milli Mücadelenin kazanılmasından ve Cumhuriyetin ilanından sonra, demokrasi ilkesine değer veren bir anayasa olarak düzenlendi.

1924 Anayasası, dayandığı ilkeler bakımından, 1789 Fransız İhtilali'nden itibaren gelişen ferdiyetçi ve hürriyetçi hukuki ve siyasi ideolojiyi temsil etmekte ve aynı zamanda siyasi fikir akımlarının tarihi gelişmesinden de faydalanmaktadır. Bu Anayasa hazırlanırken, 1921 tarihli Anayasanın dayandığı temel esaslardan esinlenilmiştir. Milli egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birliği ve meclisin üstünlüğü prensipleri, 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu'ndan alınmış ve geliştirilmiştir.

1924 Anayasası, egemenliğin yalnızca millete ait olduğu ve ancak TBMM tarafından kullanılacağı esasına uygun olarak hazırlanmıştır. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması, ona bir diğer ilahi veya beşeri otorite ve makamın ortak olamayacağını kabul etmek demektir. Bu ilkeyle egemenliğin milli niteliği 1924 Anayasasında daha belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kayıtsız ve şartsız millet egemenliği düşüncesinden hareket eden Anayasanın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır. 1924 Anayasası meclis hükümeti ile parlamenter hükümet sistemi arasında bir köprü görevi görmüştür. 1924 Anayasası, 1921 Anayasasından daha yumuşak bir kuvvetler ayrımına yer vermiştir. Milli egemenlik ve meclisin üstünlüğü sistemini geliştirmiş, Anayasa alanını daha geniş ve yaygın bir şekilde düzenlemiş, kamu özgürlüklerine geniş yer vermiştir.

Yeni kurulan Cumhuriyet ve yeni kabul edilen anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti yepyeni bir kimliğe bürünmüştür. Ancak, Mustafa Kemal'in kafasındaki yenilikler henüz bitmemiştir. O, şimdi yeni devrimlerini ortaya koymaktadır. Bu yenilikleri şunlardııÜü:

Siyasal Kararlar: 1-Saltanatın Kaldırılması 2- Cumhuriyet'in ilanı 3-Halifeliğin Kaldırılması

Eğitim Kararları: 1-Ulusal Eğitim 2-Tevhid-i tedrisat Yasası 3-Lâtin harflerin kabulu

Kültürde Kararlar: 1-Tarih birliği 2-Dil Devrimi 3-Güzel Sanatlara yönelme 4-Halkevlerinin açılması

Hukuk Kararları: 1-Anayasal düzen 2-Yasalarda Batı'ya uyum 3-Kadın Haklarının kabulü

Bunun yanında ölçü ve tartı aletlerinde yenilik, giyim kuşamda çağdaşlık, Tekke ve zaviyelerin kapatılması, Soyadı yasasının çıkarılması da Cumhuriyetle birlikte gelen değişimlerdir.

Günümüzden bakıldığında bile bu tür değişikliklerin ne kadar zor kabul edilebileceği tahmin edilir. Ancak, Mustafa Kemal, gerektiği zaman canını bile tehlikeye atarak çağdaş bir Türkiye kuracağına emindi. Kuracağı bu ülkede birlikte kurdukları halkla omuz omuz çalışacaklar ve başları dik olacaktı. Bu halk zengin, bağımsız ve kültürlü olacaktı. Buydu Mustafa Kemal'in bütün düşüncesi. Bunun için bütün devrimlerini çağdaşlıktan yana yaptı. Bu nedenle Halkevlerini açtı. Bu nedenle halkla hep iç içe oldu. Ve bu nedenle de önce beş olan ilkesini sonraki dünya ekonomik gelişmelerine bakarak altıya çıkardı. Bunlara: Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Lâiklik, Cumhuriyetcilik dedi. Ve dünya ekonomik krizlerinden Türkiye'yi korumak için 1933 yılında "Devletçilik" dedi. Bu ilkelerden hangi Türkiye Cumhuriyeti'nin ya da Türk halkının zararınadır?

Yeni rejimde Mustafa Kemal bu altı ilkesini koyarken elbette tek partili bir siyasal yaşam düşünüyor olmalıydı. Çünkü 1924 Anayasası'nın ikinci maddesi ve 1937 Anayasası'nın birinci maddelerinde bu ilkeler sıralanmıştır. Bu ilkeler doğrultusunda hareket edecek bir parti varken, ikinci partinin kurulmasına neden olunmamalıdır. Bu ülkeyi kuran Cumhuriyet Halk Partisi'dir ve onun lideri Mustafa Kemal'dir. O halde Mustafa Kemal'in görüş ve ilkerini yaşatacak olan da bu tek partidir. Mustafa Kemal'in bir kaç kez çok partili siyasal yaşamı denemesi, ancak sonra bundan vazgeçmesnin arkasındaki niyet, yeni kurulan partilerin tüzüklerindeki altı ilkeye düşülen terslik olmalıdır.

Mustafa Kemal'in düşüncesindeki çok partili siyasal yaşamın belli bir süresi vardır. Bu süre Türk halkının Cumhuriyet'in kazanımlarını özümseme zamanıdır. Yani, Türk halkı önce sıkı bir eğitimden geçilecek, okutulacak, eğitilecek ve aydın bir Cumhuriyet insanı olacak. Yani, Cumhuriyet'in ona neleri kazandırdığı öğretilecek ve yaşatılacak. İşte ondan sonra karşısına değişik görüşleri olan partiler sunulacak. Ve Mustafa Kemal, bu eğitimi almış Türk halkının Cumhuriyet karşıtlarına oy vermeyeceğini elbette biliyordu.

V-ASLINDA İKİNCİ CUMHURİYETİ YAŞADIK

Mustafa Kemal'in zamansız aramızdan ayrılması, onun yapmak istediklerinin tam olarak yapılmasına engel oldu. O, Onuncu Yıl Söylev'inde "Az zamanda büyük işler başardık, fakat bununla yetinmeyeceğiz daha büyük işler başaracağız" demesi düşüncesindeki Türkiye'nin nasıl büyük olduğunu da göstermektedir.

Aslında Mustafa Kemal'in 10 Kasım 1938 tarihinde ölümüyle birlikte başa gelen İsmet İnönü ile ikinci Cumhuriyet başlamıştır. Çünkü, İsmet İnönü'nün görüşleri Mustafa Kemal'in görüşleriyle uyuşmamaktadır. Nitekim Mustafa Kemal'in tam bağımsızlık görüşü İsmet İnönü zamanında yıkılmıştır. Hele 1950 yıllarına doğru lâiklik ilkesinden de ödünler verilmeye başlanmış, eğitim amaçlı açılmış bulunan Köy Enstitüleri bir bir kapatılmaya başlanmıştır. Ve sonunda İsmet İnönü en büyük hatasını yaparak, Batı'nın baskısına boyun eğerek çok partili siyasal yaşama geçmiş ve ülkeyi geri dönülmez bir maceranın içine atmıştır. Ne yazık ki çok partili siyasal yaşamın birer aktörleri olan partiler Mustafa Kemal'in bütün ideolojisini yıkmıştır. Bugün, 21. yüzyılın ilk yıllarında başınımıza gelenler, Ortaçağ karanlığını Mustafa Kemal'in aydınlık Türkiye'si üzerine kurmuşlardır. Kuracaklardır demiyorum çünkü kurmuşlardır.

Halkın eğitim düzeyi yükseltilmeden geçilen çok partili siyasal yaşam, bizleri çağdışı bir yaşama getirmiştir. Artık, Mustafa Kemal'in hiç bir görüşünün varolduğunu söylemeyiz. Eğitimden Mustafa Kemal görüşleri çıktı. Kılık kıyafette çıktı. Altı ilkesi yakında anayasadan çıkarılacak. Lâiklik zaten 1950'lerden beri yoktu şimdi daha da belirgin olarak ortadan kaldrılıyor.

VI-S O N U Ç

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin çok kısa bir tarihini tekrarlamış oldum. Amacım, bugün geldiğimiz noktada kaybettiklerimizin ne zorluklarla kazanılmış olduğunu bir kez daha gözlerimizin önünden geçirmemizi sağlamaktır. Özellikle yukarıdaki anlaşma ve konferansların maddelerini lütfen tekrar tekrar okuyun. Bakın benim gördüğümü sizler de göreceksiniz. O gün Osmanlı İmparatorluğu'na kabul ettirilen, fakat Mustafa Kemal tarafından çöpe atılan bütün anlaşma ve konferans bildirileri nasıl tek tek yeniden kabul ettiriliyor görün. Bunun en büyük nedeni bağımsız ve özellikle ekonomik bağımsız olamamamızdır. Bir diğer neden ise daha da ürkütücüdür. Çünkü bu nedeni bizlere büyük önder Mustafa Kemal şöyle anlatmıştır:

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Ankara, 20 Ekim 1927

Mustafa Kemal, bütün bu anlattıklarından eşsiz bilgisiyle, ileriyi gören dehâsıyla alnının akıyla ve başarıyla çıkmış bir liderdir. Şimdi sıra birilerinde, ama kimde bilmiyorum. Çok büyük yenilgilerden çıkmış bir Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarmış ve yepyeni çağdaş bir Türkiye kurmuş Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün kurduğu ülke çağdışı görüntülerle yıkılmak isteniyor.

Evet, ya yukarıdan beri özetini anlattığım koskoca bir Türk tarihini çöpe atıp Araplaşacağız, ya da yeniden özümüze döneceğiz. Çünkü ve özellikle son 5-6 yıldır bize giydirilmeye çalışılan giysiler Türk modeli değildir. Bunlar Arap modeli giysilerdir.

Ama her şeyi ile Arap modeli.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..