Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aysegül Akbay Yarpuzlu

http://blog.milliyet.com.tr/yarpuzlu

05 Ocak '22

 
Kategori
Felsefe
 

İLERLEMECİ LİBERALİZME DAİR

“İnsanların kendi gücüne güveniyoruz. Bu kulağa hoş geliyor ancak bu güç tam olarak nedir? Neden bu güce güveniyoruz? Ve bu güven nereye kadar gidiyor? Bu, insanların kendi aralarındaki ilişkileri ve insanlar ile hükümet arasındaki ilişki vizyonumuz için ne anlam ifade ediyor? Bu makale, bu terimler ile soruların sınırlarını araştırmaktadır. Bu makale; ne bir arşiv veya kütüphane ya da liberal prensipler ansiklopedisi ne de bir kampanya ya da fikir çatışmasına yönelik bir cephane değildir. Bu makale, temelde, felsefemize ilgi duyanları ve bu felsefeyi bizimle birlikte daha da geliştirmek isteyenleri teşvik etmek içindir.”
 
 
 
İNSANLARIN KENDİ GÜCÜNE GÜVENME
 
İNSANLIK ALGISI: BİREY VE ÖZEL ALAN
 
 
 
            İnsanların kendi gücüne güvenme, her bireyin kendi öz isteğine sahip ve kendi kararını verme yeteneğiyle donatılmış olma düşüncesine dayanmaktadır. Her insan muhakeme etme ve harekete geçme yeteneğine sahiptir. Böyle yaparak insanlar, kendi hayatlarını ve parçası oldukları toplumu şekillendirirler. Bunun sonucu olarak diğerleri; neyin doğru ya da yanlış olduğuna veya bir başkasının ne yapacağına, ne yapamayacağına ya da ne isteyeceğine karar veremez. Hiç kimse tüm cevaplara sahip değildir.
 
Kişisel Gelişim
 
            İnsanların kişisel gelişimi ve ahlaki iç görü kazanması kendi kendine gerçekleşmez. Bir insan otomatik olarak kendi kararını verme kapasitesine sahip olmaz ya da kararına uygun harekete geçmez; insanlar bilgili, bağımsız ve zeki varlıklar olarak doğmazlar. Bu özellikler geliştirilmek zorundadır. Biz insanoğlu değiliz; (kademeli olarak) insanoğlu oluruz. İnsanlar büyür: yürümeyi öğrenmek, düşmeden ve her seferinde ayağa kalkmadan mümkün değildir. İnsanlar deneme ve yanılma ile büyürler.
 
            İnsanların kendi gücünün gelişimi boşlukta meydana gelmez. Sosyal çevre ve hükümet bireylerin gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir ama aynı zamanda onların, örneğin eğitime olanak sağlayarak, olumlu etkileri de vardır. Eğitim insanların kendi gücünün gelişimi için önemli bir ön koşuldur. Tabi ki ebeveynlerin rolü bu süreçte eşit derecede önemlidir: aile ve arkadaşların aktif dahil olduğu bir duygusal destek süreci gibi beslenme, giyim ve barınma elzem ön koşullardır. İnsanların kendi gücü kendi kendine ya da eşit derecelerde ortaya çıkmaz. Bazı dönemlerde ya da durumlarda bireyler her zamankinden daha fazla ya da daha az güce sahip olabilirler. Daha az güce ya da fırsata sahip olan insanlara karşı ortak bir sorumluluğu omuzlarımızda taşıyoruz.
 
Güven
 
            İnsanların kendi gücüne güvenmek, tüm insanların “iyi” olduğu ya da “iyi” şeyler yaptığına inandığımız anlamına gelmez. Elbette ki insanlar, kendilerinin ya da başkalarının çıkarlarına ters düşen mantıksız şeyler yaparlar. İnsanoğlu saf akılcı biçimlerde düşünmez ya da harekete geçmez; aynı zamanda tutku ve dürtülerle hareket ederler ve -çoğunlukla bireysel çıkarları hariç- sınırları test ederler. Bireyin özgürlüğü, mutlak anlamda, kendisinin topluluğa bağlı hissettiği ve ona dahil olduğu anlamına gelmez. İnsanların kendi gücüne güvenmek, bu nedenle, toy bir güven değildir.
 
“İnsanların kendi gücü kendi kendine ya da eşit derecelerde ortaya çıkmaz.”
 
 
 
            İnsanoğlu tabiatı gereği “iyi” veya “kötü”ye meyilli değildir. Eğer şu ya da bu şekilde meyilli oldukları iddia edilirse bu sadece kendilerini “iyi” ya da “kötü” yapabilecek kaynakları kullanıp kullanamayacaklarına karar vermeleri anlamına gelmektedir. Ahlaki anlamda insanların nasıl geliştiği onların kendi kararları ve sorumluluklarıdır; bu, onların kendi öz isteklerine bağlıdır. İyi istek dışında, katıksız bir şekilde iyi olan herhangi bir şeyi hayal etmemiz kati surette imkansızdır. Bu nedenle insanlar ahlaki eylemlerinde özgürdürler ama aynı zamanda diğer insanların ahlaki özgürlüğünün de farkındadırlar. Bir insan, tercihlerin ayrıca ortak çıkarı etkilediğini ve bu tercihlerin yalnızca belirgin ya da geçici sonuçları olmadığını algılayabilir.
 
Açık Toplum
 
            “İnsanların kendi gücü”- “iyi” şeyler yapma ve “iyi” olma isteği ile insanların kendi öz (ahlaki) eylemlerini öğrenme ve seçme yeteneği- insanlık hali hakkındaki düşüncemiz için gereklidir. Bu kişisel güç, otoriter ya da kapalı bir toplumla uyuşmamaktadır. İnsanların “gerçeklik, güzellik ve iyilik” hakkında kendi kararlarını vermekte özgür oldukları açık bir toplum var gücüyle savunulmalıdır.   
 
            İnsanların kendi gücüne güvenme; onların kendilerini geliştirmek için alan ve fırsatlara sahip olması gerektiği ve bunu gerçekleştirmeleri için- büyük veya küçük çapta- onlara meydan okunması, onların isteklendirilmesi ve onlara yardım teklif edilmesi kanısına dayanmaktadır. İnsanlar; kendileri ve diğerleri için açık, dinamik ve sürdürülebilir bir toplum yaratmakta hükümetten daha yeteneklidirler. Bu gelişmeyi mümkün kılan özgürlük sürekli olarak savunulmalıdır. Sınır (bir insanın özgürlüğünün diğerinin özgürlüğüne tecavüz etmeye başladığı nokta) belirgin değildir ama bu sınır akılcı insanların sürekli olarak karar verdiği şeyin bir sonucudur.
 
 
 
KENDİ ARALARINDA İNSANLAR: İNSANLAR ve KAMUSAL ALAN
 
 
 
            Bir birey tecritte anlaşılamaz. Bireyler toplumdaki ağların, grupların ve ilişkilerin birer parçasıdırlar. Her insan farklıdır ama çoğu insan diğerleriyle her zaman irtibat halindedir. Bu, toplumdaki bağlılığın temelidir. Kamusal alanda insanlar daimi diyalog ile meşguldürler ve herkes için kabul edilir bir örtüşen uzlaşı arayışı içindedirler.
 
Farklılıklar İçin Alan
 
            Her birey farklıdır ve her biri kendi hayatıyla ne yapacağı hakkında kendi öz fikrine sahiptir. Her insan yaratıcı düşünme ve çözüm üretme kabiliyetine sahiptir. Bu yaratıcı kabiliyet; diğer görüş, düşünce ve eylemlerle karşılaşıldığında serpilir. Böylesi bir karşılaşma insanların kendi inançları ve tercihlerinin bilincinde olmalarını sağlamaktadır. Çeşitliliği kabullenmek ve “farklı” olarak görülen insanlar için alan yaratmak önemlidir. İnsanoğlu aynı değildir fakat birbirlerini eşittirler. Çeşitlilik ve gelişim için alan, ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Bunlar topluma dinamizm ve ilerleme sağlarlar.
 
            Çeşitlilik- bazı ülküler nedeniyle- bireysel özgürlüğü sınırlamaya çalışan felsefelerle tam anlamıyla örtüşmez. Diğerlerinin farklı fikirlerine alan vermek ve onları korumak, sadece ahlaki nedenlerle değil aynı zamanda aydınlanmış bir kişisel çıkar nedeniyle, önemlidir. Neticede herkes bir şekilde bir azınlığın parçasıdır.
 
Hoşgörü
 
            İnsan çeşitliliği ve çeşitliliğin önemini takdir, dolaylı olarak hoşgörüye işaret etmektedir. Hoşgörü “tahammül etme”, “göz yumma” ve “sabır gösterme” anlamlarına gelmektedir. Sosyal, kültürel ve dini bağlamda bu; toplumun ya da diğer grupların üyelerinin görünüşte sapkın olan davranışının- çoğunluğun, azınlığın davranışı ya da fikrinin kınanması gerektiğini düşündüğü zamanda bile- sınırlandırılmadığı, cezalandırılmadığı ya da yasaklanmadığı anlamına gelmektedir. Aslında bu kolay bir erdem değildir ve bir insanın iyi niyetinin sınırlarını zorlayabilir.
 
            Hoşgörü özünde kayıtsızlıktan farklıdır. Cezalandırmama ya da yasaklamama, sapkın fikirlere karşı konulmaması ya da sapkın davranışla mücadele edilemeyeceği anlamına gelmez. Fakat “sapkınlığın” da değeri vardır. “Asiler”; içinde herkesin kendi yolunu bulabildiği uzlaşının, kurallar ve değerler bütününün sınırlarının test edilmesinde rol oynarlar. Geçmişte huzur bozucular ve kışkırtıcılar büyük değişikliğe sebep olanlardı- Kopernik ya da Galileo’yu düşünün. Bu düşünceler ve inançların özgür kalması önemlidir. “Farklı olmanın” kökünü kazımaya çalışan bir toplum ya da hükümet hiç gelişemez ve açmaza sürüklenir. Gelecek zamanın habercileri (edebiyatta, sanatta ve medyada) ilerleme için gereklidir ve onlar doğası gereği aykırıdırlar.
 
            Tüm seslerin, özellikle uzlaşıya karşı olanların, duyulmasına izin vermek felsefemiz için elzemdir. Bu aynı zamanda; örneğin, ırk, din, kültür ve dilin hesaba katıldığı “sapkın” unsur hakkındaki önyargılar ve yerleşik inançlara karşı dikkatli olmamız gerektiği anlamına gelmektedir. Önyargı, herkesin kabul edebileceği bir uzlaşının gelişmesini engeller ve bireylere sahip olduklarından daha az ya da daha çok kişisel güç atfetmemize neden olabilir.
 
            Kültürel ve dini çeşitliliğin kabulü bazen engellerin maksatlı olarak düşürülmesini, bazen de sınırların maksatlı olarak belirlenmesini gerektirir. Farklılıklara olan hoşgörü; hoşgörünün mümkün olmadığı, insanlar arası eşitliğin ihlal edildiği ve şiddet ile baskının özgürlük ve adaletin yerini almaya çalıştığı yerde bitmektedir. Sonuç olarak; gelişim ve çeşitlilik için gerekli olan alan da Temel Değerler adı altında tanımladığımız gibi uyumlu ve sürdürülebilir bir topluma yönelik çalışmamızla sınırlandırılmaktadır.
 
Açık Toplum: Diyalog
 
            Çeşitliliği takdir eden ve ona saygı duyan farklı grupların, diyalog aracılığıyla, herkesin dünyada kendi yerini bulmasını mümkün kılan açık ve sürdürülebilir bir yaşam biçimi üzerinde anlaşmaya varması gerektiğine inanmaktayız. Diyalog insanları birbirine bağlamak için en etkili araçtır. Böylesi bir diyalogda, iyi yönetilen bir tartışmada olduğu gibi, tüm taraflar eşit söz hakkına sahiptir. Amaç, bir grubun çıkarlarının üstün gelmesi değil müşterek bir plan üzerinde karara varmaktır. Diyalog kurma yeteneği tanrı vergisi bir şey değildir. Bu yetenek, insanların eğitimle başlayan kişisel gelişiminde önemli bir yeri hak etmektedir.
 
            Kamusal alanda farklı insanlar ve gruplar birbiriyle bağlantı kurmaktadır. İnsanların, (Rawl’un tanımladığı şekilde) herkesin üzerinde mutabık olduğu bir “örtüşen uzlaşı” aradığı yer kamusal alandır. Bu uzlaşının boyutu ve sınırları sürekli bir biçimde tekrar ve tekrar sorguya çekilmek zorundadır. Herkes kendi fikrine sahip olmalı mıdır? Evet. Bir insan bir diğerini öldürebilir mi? Hayır. İnsanlar herkesle el sıkışmalı mıdır? Belki. Örtüşen uzlaşının sınırlarını belirleme; insanların, düşünceler pazarında diğerlerinin düşünce ve inançlarına özgürce izin vermesini gerektirmektedir. Bu, demokrasinin düzgün işleyişi için gerekli bir ön koşuldur.
 
            Kamusal alandaki bu diyalog devam eden bir süreçtir ve tüm sosyal süreçler gibi deneme ve yanılma ile çalışır. Hoşgörü; belirli bir seviyedeki belirsizliğin kabulü olduğu gibi toplumun istikrarlı bir dengeye ulaşamayacağı bilinci, uzlaşının her zaman geçici olması ve diyaloğun hiçbir zaman bitmemesi anlamlarına gelmektedir.
 
Etkileşim
 
            Sosyal ve sürdürülebilir bir toplumun gelişimi için insanlar arasındaki karşılıklı etkileşim ve bağlantılar gereklidir. Bu sosyal etkileşim zorla yaptırılabilir mi? Eğer yaptırılamazsa, işlerin kendi başına iyi bir şekilde sonuçlanmasını mı ummalıyız?
 
            İnsanlar diğerleriyle bağlantı kurmak isterler. İnsan davranışı sadece akılcılık ve duygu ile yönlendirilmez, ayrıca onay ve -belki de toplumdaki en önemli harekete geçirici etkenlerden biri olan- geçerlilik ile de yönlendirilir. Bu onay pek çok biçimde olabilir: aşk, konum, para, güzellik ya da güç. Tanınma isteği ve sosyal hiyerarşide daha yüksek bir konuma ulaşma arzusu uğruna, gerekirse, fiziksel olarak mücadele edilmektedir. Aynı zamanda, insanların onaylanma isteği ile yönlendirildiği gözlemi de insanların tecritte anlaşılamayacağını göstermektedir. Onay, nihayetinde, başkalarından gelir.
 
“İnsanlar, topluma dahil olduklarını hissetmek için her zaman aynı fikirde olmak zorunda değildirler.”
 
 
 
            1960’lar ve 70’lerde gerçekleşen vatandaşın özgürleştirilmesi daha çok özgürlük ve gelişim fırsatlarına yol açmış ve aynı zamanda ülkemizde eşi benzeri görülmemiş bir yaşam standardına katkıda bulunmuştur. Vatandaşın özgürleştirilmesinin sivil katılımda düşüşe neden olduğu iddiası gerçeklerle desteklenmemektedir. Benzer olarak, toplumumuzdaki temel davranış kuralları hakkında ara ara inanıldığı kadar insanlar fikir ayrılığına düşmemektedir. İnsanlar, topluma dahil olduklarını hissetmek için her zaman aynı fikirde olmak zorunda değildirler.
 
            Hükümet, sosyal uyumun ortaya çıkmasında sorumlu değildir. Hükümet, sosyal uyumun yaratıcısı ve düzenleyicisi değil onun bir ürünüdür. Hükümet ahlaki bir rol üstlenmemelidir. Koşullara olanak sağlayarak ve önlemler alarak hükümet, insanlar arasında başka türlü var olamayacak bağlantıları teşvik edebilir. Bu; sayısız çeşitteki eğitim, istihdam, gönüllü iş aracılığıyla gerçekleşebilir. Bununla birlikte bağlantılılığın- sıklıkla bireyin sevgisi ve mutluluğunun ön koşulunun- anahtarı insanların kendilerine aittir. Bu nedenle, topluluğa hükümet müdahalesinin bulunmaması; öz örgütlenme, canlılık ve eyleme sebep olan şeydir.
 
Öz Örgütlenme ve Güven
 
            Kendi aralarında insanlar, sıklıkla, sosyal meselelere daya iyi, daha etkili ve daha adil çözümler önermekte hükümete oranla daha yeteneklidirler. Eşitlik temeline dayanan bu müşterek işbirliği, bazı siyasal ideolojilerin tavsiye ettiği hiyerarşi, dadılık ve kontrolün tam tersidir. Çoğu sosyal süreç, herhangi bir merkezi yönlendirme olmaksızın kusursuzca işlemektedir. Öz örgütlenmenin (bir patron ya da hükümetin olmadığı zeki bir örgütlenmenin) biçimleri; sağlık hizmetleri, trafik, eğitim ve spor gibi her türlü alanda iyi çözümler üretmektedir.
 
            Öz örgütlenmenin bu biçimleri, büyük bir sosyal ilerlemenin başka bir olası kaynağını içermektedir. Hep birlikte girişimci bireyler; insanların etkileşim içinde bulundukları ve ona dahil oldukları, ve girişimcilik ile ekonomik büyümeye alanın olduğu açık, elzem bir toplum oluşturmaktadırlar. İlerlemeci liberalizm girişimciliği (ya da daha genel anlamıyla pazarı) yüceltmez ama iş kurma özgürlüğünün ortaya çıkarabileceği kişisel güce güvenmektedir. Bir pazar düzenleyicisi tarafından dayatılan kısıtlamalar bu durumla bağdaşmamaktadır ama aslında bu kısıtlamalar sıklıkla zorunludurlar. Denge sağlayan güçler gereklidir çünkü bir kişinin özgür girişimciliğinin; bir başkasının özgürlüğü ve bu nedenle, nihayetinde, toplumun tamamının refahı pahasına bir tekele ya da pazar egemenliğine dönüşmesine izin verilemez. “Başarıyı ödüllendirin” temel değeri bilinçli olarak “zenginliği paylaşın” değeri tarafından takip edilmektedir. İlerlemeci liberaller, her zaman, başarı ve çabayı ödüllendirme ile zenginliğin paylaşılması arasında bir denge aramaktadırlar.  
 
            Öz örgütlenme güvene dayanmaktadır. İlerlemeci liberal toplum, “güven, yoksa” temelinde çalışmaktadır. İnsanların bir diğerine güvendiği bir toplum, onların birbirine güvenmediği bir toplumdan daha etkili çalışmaktadır. Bu kural her zaman etkili olmasa bile öz örgütlenmeye güvenme, tüm insan hata ve tehlikesini ortadan kaldırmaya çabalayan bir hükümet seçeneğine sıklıkla tercih edilmektedir. Tüm toplumu kapsayan böylesi bir denetim (ve kişisel tercihler yapmaya yönelik olan bireysel özgürlük üzerindeki geniş kapsamlı kısıtlama) ütopyacı bir dünya görüşü tarafından bile savunulamaz. Önceki yüzyıllarda insanlık; hem insan hayatı, üzüntüsü hem de israf açısından bir ütopya peşinde koşmanın sonuçlarının ne olabileceğini tekrar ve tekrar keşfetmişlerdir. Bu anlamda toplum “yaratılamaz.” Çözüm hastalığın kendisinden daha kötüdür. “Örgütlenmiş güvensizlik” kaçınılmaz olarak, temel hakların ürpertici bir kısıntısına yol açmaktadır.
 
 
 
İNSANLAR ve HÜKÜMET: VATANDAŞLAR ve SİYASAL ALAN
 
            İnsanların kendi gücüne ve onların kendi çözümlerini bulma yeteneklerine güveniyoruz. İnsanların kendi aralarında işleri halletme kabiliyeti ancak buraya kadardır ve burası devletin sorumluluğunun başladığı yerdir. Hükümetin gücü demokratik hukuk kuralları tarafından belirlenmektedir. Egemenlik, insanlara- devlet bağlamında vatandaşlara- dayanmaktadır. Siyasal alanda vatandaşlar devletin sınırlarına karar vermektedir.
 
Hükümet: Görev ve Sorumluluklar
 
            Sıklıkla ve yanlış olarak; liberalizmin her zaman sınırlandırılmış hükümet ve “gece bekçisi devlet” felsefesi- devletin, vatandaşlara neredeyse hiç müdahalesinin olmadığı ve eğitim ile sağlık hizmetleri gibi meseleleri tamamen özel girişimlere bıraktığı düşüncesi- olduğuna inanılmaktadır. Hollanda’da neredeyse tam zıttı söz konusudur. Tüm önemli siyasi felsefeler- kendilerini “iktisadi liberaller”, “ilerlemeci demokratlar” ya da “sosyal liberaller” olarak adlandıranlar dahil- Hollanda’da sosyal devletin kurulmasında beraber çalışmışlardır. Aslında liberalizm; devleti, vatandaşlarının istekleri ve çıkarlarına en uygun biçimde hizmet edecek biçimde şekillendirme konusunda belirgin bir hedefe sahipti.
 
            Hükümete, belirli sosyal gelişmeler ve ilişkilerin sınırlayıcı unsurlarını oluşturması için ihtiyaç duyulmaktadır. Hükümet, diğer düzenlemelerle- örneğin demokratik hesap verilebilirlik eksikliği ya da özel bir şahsın yaklaşmakta olan tekeli yüzünden- hazırlanamayacak önemli sosyal görevleri yerine getirmektedir. Bu bakımdan hükümet; herkes için eğitimden, ulusal savunmadan, yasal yetkileri olmaksızın bireylerin kendi çıkarlarına göre yasal düzen sağlamaya çalışmalarını engellemekten, hesaplı sağlık hizmetlerinden ve asgari gelir seviyesini güvence altına almaktan sorumludur. Herkes eşit derecede kendine bakma yeterliliğine sahip değildir. Özellikle bir vatandaş çok yönlü, çoğunlukla (bozuk sağlık veya bağımlılık; ya da evsizlik, işsizlik veya kişisel ilişkisizlik gibi) kişisel problemlerle karşılaştığında onun kendi kendine yeterliliği tehlikeye girebilir. Bu koşullarda sosyal güvenlik ağı, medeni bir toplumun göstergesidir.
 
Hükümet Müdahalesi: Sınırlar
 
            Hükümetin etkin bir şekilde müdahale etme yükümlülüğü bir yerde başlamak zorunda ama nerede? Ve bu yükümlülük nerede bitmektedir? Siyasal alan, diğer alanların (özel ve kamu) sınırlarını ne kadar ihlal edebileceğine karar verebilme gibi alışılmadık bir özelliğe sahiptir. Bu müdahale için bir yol haritası bulunmamaktadır. İlerlemeci bir liberal için hükümet müdahalesi, her zaman müzakere edilmek ve meşrulaştırılmak zorundadır. Sürekli olarak, hükümet müdahalelerinin ne ölçüde siyasi emelleri gerçekleştirebilmek için olduğunu tanımlamak zorundayız. Bu tartışmayı yapmak, aslında, insanların kendi aralarında vatandaş olarak örgütlü olduğu siyasi bir ortaklığın birincil fonksiyonlarından biridir.
 
“Hükümet müdahalesi her zaman müzakere edilmek ve meşrulaştırılmak zorundadır.”
 
Hükümetsiz yapamayız ama hükümetin boyutu ve gücü her zaman mevcut olaylar ışığında hesaplanmalıdır. Bazen bir hükümet çok baskın hale gelir ve budama hüküm sürer. Diğer zamanlarda hükümete; piyasayı sakinleştirmesi, toplumda geri bırakılmışları desteklemesi ya da ortak çıkarı savunması için ihtiyaç duyulur. Hükümet gerçekten sadece; açık, sürdürülebilir ve uyumlu bir toplumun gelişimi tehlike altındayken müdahale etmelidir. Örnek vermemiz gerekirse, dayanışmanın dini hükümler çizgisinde düzenlenmesini ya da önemsiz bireysel tercihlere dayanmasını istemiyoruz.
 
Hükümet ayrıca, bireysel özgürlüğü korumalı ve savunmalıdır. Hükümet için bireysel özgürlük ve temel haklar sıklıkla müdahale edilmeyecek alanlardır. Müdahale etmeyerek hükümet, vatandaşlarının özgürce fikir oluşturmasını ve onu ifade etmesini sağlamaktadır. Bununla birlikte diğer özgürlükler; sadece hükümet, örneğin herkes için eğitimi güvence altına alarak, müdahale ettiğinde ortaya çıkmaktadır. İnsanların kendi gücü, insanlar gerçekten ona sahip olduğunda ustalıkla kullanılabilir. Vatandaşın özgürlüğü sıklıkla, kontrol edemedikleri kudretli toplumsal güçler tarafından sınırlandırılmaktadır. Ayrımcılığı, kapalı seçkin sınıfları ya da büyük kurumların (lobicilik) kudretini düşünün. Hükümet gibi dengeleyici güçlere, bu toplumsal güçleri dizginlemek ve tüm vatandaşların özgürce davranabilmesini sağlamak için ihtiyaç duyulmaktadır.
 
Bireysel Gelişim Devletine Doğru
 
            İlerlemeci liberaller, herkesin tam gücüne ulaşabildiği bir devlet istemektedirler. Arzuladığımız devlet işte bu kişisel gelişim devletidir sosyal devlet değil. Burada devlet ve toplum arasında bilinçli bir ayrım yapmaktayız. Neticede, hükümetin (siyasal alanın) yanı sıra, toplum da bireylerden (özel alandan) ve kendi aralarında insanlardan (kamusal alandan) oluşmaktadır.
 
            İnsanların kendi gücüne güvenme, insanların ne yapamayacağından ziyade ne yapabileceğine dayanan bir hükümet için sürekli olarak görev belirlememiz gerektiği anlamına gelmektedir. Bu hükümet görevi, kişinin kendi kaderini iyileştirmesi için fırsat eşitliğine odaklanmaktadır. İnsanlar bu fırsat eşitliğini hayattan en iyi şekilde yararlanmak için kullanabilirler. Muhafazakar liberalin herhangi bir hükümet müdahalesi biçimine karşı olduğu yerde ilerlemeci liberal bu müdahaleyi, mümkün olduğu kadar çok insanı tam bireysel gücüne ulaşması için yetkilendirdiği takdirde gerekli görecektir.
 
Demokratik Hukuk Kuralı
 
            Demokratik hukuk kuralını, insanların bireysel gelişimi için temel bir ön koşul olarak görmekteyiz. Hukuk kuralının özü bireyin temel haklarını güvence altına almasıdır. Diğerleri arasında bunlar; din ve inanç özgürlüğü, siyasi örgütlenme hakkı, sansürsüz bilim yapma ve sanat yaratma hakkı, ifade özgürlüğü, eşit muamele hakkı ve vücut bütünlüğünün korunmasıdır. Bunlar Hollanda anayasasında belirtilmiştir. Bu temel hakların dayandığı değerler evrenseldir; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nde tanımlanmıştır.
 
            Hukuk kuralları ile bireysel haklar güvence altına alınmıştır ve devletin gücü anayasa ile sınırlandırılmıştır. Burada hükümetin demokratik denetime tabi olduğunu belirtmeye dahi gerek yoktur. Hukuk kuralları, insanların kendi gücüne güvenebilmek için önemli bir ön koşuldur. Neticede temel haklar, kişilere gelişmek için bir fırsat sunmaktadır. Aynı zamanda hukuk kuralları, insanlar arasında etkileşimlerin meydana gelebileceği ve bireylerin tam güçlerine ulaşabileceği bir çerçeve yaratmaktadır.
 
Demokrasi
 
            Egemenlik; hükümete, tanrıya, krala ya da meclise değil vatandaşlara dayanmaktadır. Hükümetin gücü her zaman vatandaş tarafından verilmektedir. “Sözde gücü” sorgulamak ilerlemeci liberalizmde önemli bir rol oynamaktadır. Ortak çıkarın temsilcisi olarak vatandaşın, vatandaşın hükümete yetki devrinde demokratik denetleme yapması elzemdir.
 
            Demokrasi kavramı düşüncemizin merkezindedir ve bu kavram, siyasi bir ideoloji ya da dünya görüşünden çok daha fazlasını temsil etmektedir. Her şeyden önce demokrasi; bir düşünce yapısı, azınlığa saygıyı içeren bir yönetim biçimidir. Geniş bir destek tabanına sahip iyi çözümlere ulaşmak için tüm “oylar” göz önünde bulundurulmak zorundadır. Bu sadece siyasal alan için geçerli değildir. Örneğin ekonomik kesimde, (kurumlar, birlikler, emeklilik fonları, Dünya Ticaret Örgütü, vb. gibi) örgütlenme bolluğunda; azınlığın çıkarlarına saygı duymak daha sürdürülebilir bir gelişmeye ve dünyada daha çok refaha yol açabilirdi.
 
            Demokrasi; gücün inşası, uygulanması ve denetimi sistemidir. Bu güçler birbirinden ayrılmıştır. Denetleme ve dengeleme mekanizmaları mevcuttur ve dengeleyici güçlerin inşası söz konusudur. Felsefemizde değişmez olan, vatandaşa bu sistem içinde mümkün olduğu kadar çok nüfuz verme arzusudur.
 
            De Tocqueville demokrasinin en asgari seviyede en iyi şekilde çalıştığını belirtmektedir. İşletmeler, lokaller, emeklilik fonları, hastaneler ve siyasi birlikler gibi her türlü sivil örgütlenmelere vatandaş katılımı iyi bir şeydir. Ancak bu, herkesin bilgi ve habere eşit erişimini gerekli kılmaktadır. İnsanlar; bağımsız, kendinden emin ve sosyal yönden aktif vatandaşlar olarak doğmazlar. İnsanlar; paylaşılan sorumluluklar, haklar ve görevler ile vatandaşa evrilirler. Bu evrilme sürecinde, ayrıca, demokratik süreç aracılığıyla pratik yapmak ve ahlaki davranışa yönelik iç görüyü geliştirmek önemlidir. Hükümet kaliteli eğitimi mümkün kılarak burada aktif bir rol oynayabilir fakat bu, aynı zamanda; ailelerin, okulların, lokallerin, medyanın, ailenin, komşuların, düşünce liderlerinin ve çevrimiçi ağların daimi çabasını gerektirir.
 
Doğrudan Demokrasi
 
            Daha doğrudan demokratik yönetim biçimleri özendirilmelidir. Vatandaş girişimleri teşviki hak etmektedir. Toplumun tüm katmanlarında vatandaş, hükümet ve piyasa arasındaki müşterek düzenlemeler demokrasi ile daha güçlü bir etkileşim yaratmaktadır. Bilgi toplumunun teknolojik imkanları bu noktada yeni bir dinamik yaratmaktadır.
 
            Daha doğrudan demokrasi biçimleri arayışımız temsili demokrasinin, miadını doldurmuş bir model olduğuna inandığımız anlamına gelmemektedir. İdari meselelerin karmaşıklığı, pek çok görüş ve çıkarın tartıldığı kararları gerektirmektedir. Bu kararları vermek için yeterli bilgiye ve sorumluluk bilincine sahip seçilmiş seçmenlerin varlığı zorunludur. Bununla birlikte bu dolaylı etki sistemi, şeffaflık ve hesap verebilir temsilciler aracılığıyla meşrulaştırılmak zorundadır.
 
 
 
SONUÇ
 
            Bu makalede insanların kendi gücüne güvenmeyi üç açıdan inceledik. İlk olarak belirli bir insanlık algısına kökeninde göz attık. Sonra bu güvenin, insanların kendi aralarındaki ilişki ve vatandaş ile hükümet arasındaki ilişki açısından ne anlama geldiğini tartıştık.
 
            Siyasi alan (hükümet); kendi alanı, büyüklüğü ve sorumluluğunun kapsamını belirleyebilecek yetenekte olağan dışı bir karaktere sahiptir. Kendi adına diğer alanların (özel ve kamu) sınırlarını ne kadar ihlal edebileceğine karar verebilir. Bu yazıda ele alındığı gibi, bu sınıra gelince, insanların kendi gücüne güvenmek için ilkeli ve olumlu bir tercih yaparız. Bu tercih gücün; insanların seviyesine doğru, insanların kendi aralarında ve bireysel vatandaşlarda yeniden dağıtılması ihtiyacına işaret etmektedir. Yeniden dağıtma, durmadan değişen toplumsal durumlara nasıl uyum sağlayabileceğimizi görmemiz için mevcut gücün her zaman ciddi bir biçimde incelenmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu faydacı değişim ihtiyacı, bu yazıda tanımladığımız teorik temellere dayanmaktadır.
 
            İnsanların kendi gücüne ve onların kişisel gelişimine güveniyoruz. Bu nedenle gelecek hakkında iyimseriz. İnsanlar yaratıcıdırlar ve kendi başlarına çözüm bulabilirler. Biz hükümetin; bu gücü, becerikliliği ve yaratıcılığı desteklemesini ve bunlara alan sağlamasını istiyoruz. Değişimin anahtarı insanların kendisindedir ve biz hükümetin bununla uyumlu hale gelmesini istiyoruz. En nihayetinde, insanların kendileri ve başkaları için ne yapabileceği, hükümetin ne yapabileceğinden daha önemli ve etkilidir.
 
 
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 46
: 361
Kayıt tarihi
: 21.03.12
 
 

Halk Sağlığı Profesörü, Kamu Yönetimi ve Avrupa Birliği Uzmanı   ..