Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '10

 
Kategori
İstanbul
 

Ilık bir nefeste, İstanbul’dur solunan..

Ilık bir nefeste, İstanbul’dur solunan..
 

http://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http://aton.ttu.edu/images/pics/12-01-istanbul.jpg&imgrefurl=


Türlü, türlü oyunların vardı senin. Tren raylarının üzerine bıraktığın çiviler o tonlarca ağırlık altında ezilirdi de bunlardan kargılar ve ok uçları yapardınız. Küçükyalı’dan bindiğiniz banliyö treninin vagonları arasında koşuşturur, içeride başkalarını rahatsız etmeği göze alarak köşe kapmaca oynardınız hani. Suadiye sinemalarının gündüz matinelerinde dönemin en güzel filmlerini izlerde, dönüşte anlatılanı merakla dinleyen diğerlerine ballandıra, ballandıra keyifle aktarırdınız çocukça yaşanan tüm o anları. Taksim sinemalarının adını şimdi hatırlayamadığım en gösterişli olanlarından birinde izlediğin ve başrollerinde Charles Bronson’un oynadığı “ Beyaz Buffalo” adlı film ne unutulmaz güzellikte bir filmdi öyle. Sinemanın yukarıdan aşağıya olan eğimli iç mekânı ise nasılda büyülemişti seni hani, hatırlar mısın acaba bunu şimdi. Bostancı’dan Göztepe’ye bütün o kıyı boyunca yaya olarak gezilip dolaşılmadık hiçbir yer bırakmazdınız.

Otomatik kumar makinesini ilk kez orada görmüştün. Hazneye atılan bozuk paranın, düşeceği son noktaya ininceye dek çarparak iliştiği tüm metal yüzeylerde duyulan o metalik bozuk para sesi ile heyecanlanır, içini kazanma hırsı kaplardı. Sonra dönmeye başlayan o renga renk küçük yuvarlak silindirlerle birlikte aynı renklilikte yanıp sönen ışıklar. Küçük kazançların ardından başlayan kayıplar. İyice araştırılan ceplerde bulunan yirmi beş kuruşlara bağlanan büyük umutlar. Pendik’ten Kartal’a uzanan o güzergâhtan ise hoşlanmazdın hiç. Ama telli baba’yı nedense çok sevmiştin. Kâğıt helvalar mıydı bunun nedeni, o vakitler yeşili fazla olan bakir doğası mıydı? hatırlamıyorum ama sevmiştin işte kısaca, o yakayı. Gülhane Parkı’ndaki hayvanat bahçesinden çok istediğin o evcil hayvanları ise satın alamamıştın bir türlü. Yine orada, bir gözü kırmızı diğeri yeşil olan köpek bulunamadığı için Japonya’ya sipariş verilmişti sözde! Onun yerine uyuz görünüşlü, tek gözü kör olan kirli bir sarman kedi alınmıştı ya!. Zayıflıktan zavallı hayvanın kaburga kemikleri sayılıyordu. İçerlemiştin tabii ki bu duruma. Kızmıştın evdekilere de, taa ki, köpeğin yanında Avustralya’dan bir de kanguru getirilmesi sözü karşılığı barışmıştın yeniden, o hinoğlu hinlerle. Nedense hiçbir zaman gelmedi oralardan, sipariş edilen şu hayvanlar. İlk haftalar ve aylar boyunca tüm o beklemeler nafile. Iııı, gelmiyordu işte! Acaba bir daha mı verilseydi şu siparişler?

Tommiksler, teksaslar, zagorlar derken, hayvan dergilerinin o dönemler fasikül halinde yayımlanan serilerine abone olunmuştu. Çocuk aklıyla neydi ki acaba bu abonelik? Abonman bileti gibi bir şey ise, sonuçta ne işime yarardı ki bu! Fakat şu arabalı vapurun en üst katından suya atlayan ağabeyler var ya, hayrandın vallahi onlara. Nasılda, hiç korkmadan dalıyorlardı suya. Her bir dalışta suda, yüzeyden derine kaybolmakta olan şu iki buçuk liraları balıklara kaptırmadan ağızlarında çıkarıveriyorlardı hemencecik dışarı. Bir dalış iki buçuk liraydı demek haa, üstelik onca alkış, onca pohpohlama! Ne iyi vallahi! Büyüyünce onlar gibi mi olsaydım acaba bende. Şöööyle gererek kaslarımı metrelerce yüksekten baş aşağı dalabilseydim denize. Üstelik ben para da istemezdim kimsecikten. Yalnızca, şu küçük alkışlar olsun, yeterdi bana. Bir de şeyy, utanıyorum söylemekten belki ama şu karşı sitedeki kızın kulağına şöyle hafiften bir çalan olsaydı yapacağım o dalışları! Manzarayı düşünmek bile kıpır, kıpır ediyor insanın içini. Birde gerçek olsa, ne iyi olurdu bu. Göz göze gelmekten kaçınırdım onunla. Yüreğimin gümbürtüsü dışarıdan duyulmasın diye neler, neler yapmazdım ki. Ama o, salaş bir yürüyüşle sırıtarak yanımıza geldiğinde ise yatışırdı kendiliğinden tüm o telaş ve o kargaşa. Köşe başlarında saklambaçlar oynar, aramızda ebeyi yanıltmak için giysilerimizi değiştirirdik.

Vakit çarçabuk geçer akşam oluverirdi birden. Balkonlardan uzanan meraklı başlar, yükselen ve gittikçe öfkelenen çığırtılar arasında sokağa saldıkları çocuklarının adlarını haykırırdı. “ Esiin, Füsuuun nerdesiniz gıız, körolasıca şeyleee., Allah belanızı vermesin, sabahtan beri nerelerde sürtmektesiniz bakiiim siz öööle, gelmek bilmediniz nedense bi türlü eve! ”

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..