Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

İlim irfan yuvası

İlim irfan yuvası
 

Her sabah saat 9:00 sularında iş yerime gitmek üzere evimden çıkıyorum. Yolum uzun, her defasında bir saatimi alıyor. Akşamları da aynı trafiğe kalmamak için 15:30’da terk-i daire yaparım. Yol yine bir saat sürer. Bu iki saatlik yol sürelerimi değerlendirmek için İstanbul radyolarındaki çeşitlemeleri dinlerim. Güzel programlar yapmaktalar. Bu programlar havadan-sudan sohbet programları olduğu kadar, bu sabaha kadar ciddi olduklarına inanmış olduğum haber programları da olmakta. Bu sabah da (7.11.2007-Çarşamba) aynı saatlerde yola çıktım. Dün akşamdan kalma radyo kanalında bir haber programı yayında. Program sunucusu günlük olaylara değinmekte. Günlük olaylar da, tabii Kürt sorunu ve Kuzey Irak’a yapılacak, sadece teröristlere yönelik müdahale.

Sunucu cunta diye nitelediği ’80 darbesi sonrası askeri yönetimi esnasında devlet başkanı olan Kenan Evren’in bir itirafını dile getiriyor.

Kenan Evren, askeri yönetim süresinde, bir gün doğu illerinden birine gidiyor. Orada bir ilkokulu ziyaret ediyor. Ziyareti esnasında 4. sınıfa giriyor, hoş geldiniz, sağ olun selamlaşmasından sonra bir ders kitabını rasgele açıyor ve ön sıralardan bir çocuğa okumasını söylüyor açtığı sayfaları. Çocukta çıt yok. Sesi çıkmıyor. Sonradan öğretmeninden öğreniyor ki çocuk bir Kürt çocuğu ve Türkçe bilmiyor, okumasını da bilmiyor yazmasını da. Öğretmenleri de Kürt ve tedrisatı Kürtçe yapmakta. Bunu gören Kenan Evren Ankara’ya döner dönmez Kürtçeyi yasaklıyor. Ve ardından geçtiğimiz hafta bir röportaj esnasında yaptığı bir açıklamasında hata yapmış olduğunu itiraf ediyor.

Şimdi, sunucu bu itirafı almış, bir taraftan bizlere haber olarak sunarken diğer taraftan da işi bilmeyen insanların bu şekilde fevri olarak verdikleri kararların her zaman hüsranla sonuçlanacağını, hataların yapılacağını, oysa bir cunta lideri olan Evren'in Ankara’ya döndüğünde bilenlerle bunu konuşması ve tartışması gerektiğini, görüşmüş, tartışmış olsaydı Kürtçenin yasaklanmamış olacağını ve böylece bugün bu gibi problemlerin olmamış olacağını ballandıra ballandıra anlatıyor.

Sunucunun bir gazeteci olduğunu, yani gazete satan bir kişi değil de, Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirmiş olabileceğini düşünüyorum. Yanılmış da olabilirim tabii. Fakat adı geçen bu okulda sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimleri mi öğretiliyor ki, bu arkadaşlar buralara çıkıp yorumlar yapabilme hakkını elde ediyorlar? Bir türlü anlamış değilim.

Bir taraftan Evren’in yaklaşımını tenkit ederken, diğer yandan kendisi olayı yorumlayarak aynı hatayı işlememekte midir sizce? Bence işlemektedir. Bir gazeteci sunucu olarak – eğer öyleysen tabii – senin görevin haberi aktarmaktan ibarettir. Senin yorum yapmaya hakkın yok ki. Sen yorumunu arkadaş sohbetlerinde, ne bileyim forumlarda filan yap istersen. Ama böyle büyük kitlelere hitap eden medya mikrofonlarından bu tip, senin ilmin dahilinde olmayan, konuları yorumlayamazsın.

Bu sözü sarf ederken bir an düşündüm. Bu sunucu tek değildi ki. Medyada karşımıza çıkan tüm sunucu-gazeteci diye nitelendirdiğimiz şahıslar aynı şeyleri yapıyorlardı. Bu ne biçim işti? Efendim orta doğu uzmanıymış. Nasıl olunuyordu böyle Orta Doğu uzmanı gazeteci. Eğer gazeteci olup da bir de yöreye gidilip gelinip, orada birçok röportaja imza atarak o yörenin uzmanı olunabiliyor ise, Siyasal Bilimleri bitirmiş, mastırını doktorasını Uluslararası İlişkiler üzerine yapmış bireyler nerelerin uzmanı olmaktalar? Şaşırıyorum gerçekten. Sormak lazım bu çileleri çekip sınavlara girmiş araştırmalar yapmış o siyasal bilimcilere, o sosyologlara, o psikologlara veya toplum psikologlarına, sizler ne kadar yanlış yollar seçmişsiniz bu bilgileri öğrenmek ve bu konuların uzmanı olmak için; neden gazetecilik yüksek okuluna gitmek dururken, öyle kıytırıktan siyasal bilimlere gittiniz, sosyoloji veya psikoloji filan okudunuz? Aklınızda kıtlık mı var sizin? diye sormak gerekir.

Şaşkınlıktan o bir saat süren yolun nasıl geçtiğini bu sabah farkına varamadım. Aslında bu tutum ve tavırlar her dalda aynıydı. Görsel medyada da izlemekteyiz.

Milletvekiline soruyorlar: Kuzey Irak’a girme konusunda ne düşünüyor sunuz?

“Eeee, öhöm, Efendim şimdi kış geliyor, o dağlarda sıfırın altında 6 dereceye düşüyor geceleri sıcaklık, dolayısıyla askerlerimizin en uygun mevsimi beklemesi gerekiyor…. bıdı bıdı”

Ya kardeşim sen TSK mensubuydun da ayrıldın, şimdi de geldin vekilimiz mi oldun?

Nereden biliyorsun?

Oradan bir gazeteci çıkıyor, Cudi uzmanı (??) “Efendim, bu dağlarda düzenli orduyla hiçbir şey yapamayız, vur kaç uzmanları olması gerekir”

Nereden biliyorsun? Harp okulunu bitirirken sınav sorusu olarak geldi de sen soruyu bilmene rağmen gittin gazeteci mi oldun? Nasıl oluyor?

Söylemek istediğim şudur. Sen bir kere gazetecisin. Yorum yapmak senin ne görevin ne de buna muktedirsin. Çünkü bilgin yetersiz ve/veya kanıtlanmış değil. Eğer ortaya yorum koymak istiyorsan, karşına bir-bilen alacaksın. Ona sorular soracaksın, o da sana cevaplar verecek. Kendi bilgisi dâhilinde cevaplar verecek. Durup ona branşı dışında soru da sormayacaksın ki bir anda o da saçmalamaya başlamasın. Bu şekilde, aktarmak istediğin yorumları bir-bilen ağzından kitlelere aktaracaksın.

Bence bu iş böyle yapılmalı.

Gerçi ben de Basın Yayın Yüksek Okulunu bitirmedim ama çarpıklığa maruz kaldığım için bu kadarcığını düşünebiliyorum.

 
Toplam blog
: 24
: 2699
Kayıt tarihi
: 10.05.07
 
 

Rumî takvimin 1900+55 senesi sonunda nüfusa katkıları olsun diye annem ve babam oturmuşlar, benim il..