Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '16

 
Kategori
Kitap
 

İlk aşk, ilk aşk mektubu ve...

İlk aşk, ilk aşk mektubu ve...
 

Bizim hiçbir hürriyetimiz yok

Hiçbir hürriyetimiz

Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek…

     A. KADİR                            

            Önceki yazılarda “Mucize Kaymakam Turan Eren”in çocukluk yıllarından söz etmiştik. İlkokuldayken, köylerini üç – beş dakikalığına ziyaret eden Malatya valisine halkın gösterdiği ilgi, sevgi ve saygıyı görünce, “Ben de vali olayım” diye düşünmeye başlamıştı ya…

 

            Nasıl vali olunurmuş? Okuyarak… Önce ortaokul ve lisede, sonra da üniversitede… İşte bu amaçla köyünü ve ailesini bırakıp Manisa’nın Akhisar ilçesindeki amcasının yanına gider. Ortaokulda Akhisarlı olmayan, “yabancı” tek öğrenci odur. Dolayısıyla ilk günlerde, ilk aylarda ne o kimseye yaklaşabilir, ne de kimse ona. Kendini kanıtlamak için derslere asılır o da. Bunun sonucu birinci dönemde karneler alınınca notları yüksektir ve de “iftihar” listesinde. Öğretmenleri de, “Çok akıllı, dürüst, çalışkan ve başarılı bir çocuk” diye överler.

            Amcası ve yengesi elbette çok sevinir, gururla takdir ederler. Hele hele “Amcası”, iftihar belgesini çerçeveletip duvara da asınca, değmeyin Turan’ın keyfine!

            Başarısı kendine olan güvenini pekiştirir iyice. “Sadece okulda başarılı olmak yetmez, iyi bir insan da olmalıyım.” diye düşünür. İyi insan olmak için ne gerekir? Oturup bunları not eder bir kâğıda. Sonra da bunları derleyip toplayıp “Turan’ın Anayasası” başlığı altında sıralar. Neymiş bakalım bunlar:

            “1) Çalışkan bir öğrenci olacağım. Derslerime günü gününe çalışacağım.

            2) Asla yalan söylemeyeceğim.

            3) Sigara, içki ve küfür gibi kötü alışkanlıklar edinmeyeceğim.

            4) Yengeme, amcama ve komşulara karşı saygılı olacağım.

            5) Tertipli, düzenli, temiz bir insan olacağım. Dişlerimi her gün fırçalayacağım.

            6) Arkadaşlarımla iyi ilişkiler kuracağım. Onlara gereksiz el şakaları yapmayacağım.

            7) Ne olursa olsun, onlarla kavga etmeden, saygı ve sevgiye dayanan ilişkiler kuracağım.

            8) Okulun koyduğu kurallara, öğretmenlerin tavsiyelerine uyacağım.

            9) Vatanını, milletini seven, toplumun örf ve âdetine saygılı uygar bir insan olacağım.

            10) Bilgimi, becerimi geliştirmek için gayret göstereceğim. Bu nedenle her gün gazete okuyup radyo dinleyeceğim. Fırsat buldukça kitap okuyacağım.

            11) Liseyi bitirmedikçe Malatya’ya gitmeyeceğim.

            12) Herkese karşı iyi niyetli, kişilikli, onurlu davranacağım. Asla yağcılık ve ikiyüzlülük yapmayacağım.”

            Ne güzel bir anayasa bu! Keşke her çocuğumuzun, her gencimizin, dahası her insanın böyle bir anayasası olsa! (TC Anayasası değil bu, TE Anayasası… Üstelik bu anayasa 1962’de, yaklaşık 55 yıl önce yapılmış ve o günden bugüne hiç değiştirilmemiş.)

            Amcası, iki dönüm tütün ekip bu işten sağlarmış geçimini.

            Bir gün, “Turan, yazın okullar tatil olduğunda köye gitmeyip bana yardım edersen, bu yıl beş dönüm tütün ekelim.” der.

            Kendi yaptığı anayasasının ilk maddesini, “Çalışkan olacağım.” diye yazan bir insan, işten kaçar mı? Nitekim, “Olur amca, yazın seve seve çalışırım.” diye cevap verir hemen. Gerçekten de, liseyi bitirinceye kadar, yaz tatillerinde Malatya’daki köyüne, çok özlediği anacığı ve babacığına gitmeyip yengesiyle birlikte gece gündüz çalışıp tütün ekmeye, sulamaya, kırmaya ve dizmeye yardım eder. (Ne büyük bir özveri!)

            Derim ki ben, “Çocuklarınızın yalnızca okulda değil, hayatta da başarılı olmasını isterseniz, yaz tatillerinde mutlaka bir işte çalıştırın onları. Köydeyseniz bağda, bahçede, tarlada… Orakta, harmanda, değirmende… Kasaba ve kentte iseniz fabrikada, atölyede, matbaada, marangozda, demircide… Bakkalda, lokantada, otelde, tamircide…”

  Niçin mi?

            “Çünkü hangi yaşta olursa olsun, çalışan insandan zarar gelmez. Korkacaksanız; günlerce, haftalarca, aylarca bomboş gezen, hiçbir işi gücü, hiçbir sorumluluğu olmayanlardan korkun. Kötü alışkanlıkları öyle çabuk kapar ki onlar! Hiç yorulmadıkları için dinlenmenin, doğru dürüst acıkmadıklarından dolayı da yemek yemenin zevkini alamaz o garipler!”

            Sakın dinlemeyin siz beni. Abuk sabuk şeyler söylerin ben bazen böyle. Ortaöğretim ya da yükseköğretimdeki yavrularınıza kıymayın sakın! Ne kendi işinizde çalıştırın onları, ne de başkalarının işinde… Sekiz ay boyunca derslerle, kitaplarla, ödevlerle yorulan çocuklarınız, bırakın; dört ay da dinlensin. Bırakın, isterse geceleri sabahlara kadar eğlensin, gündüzleri uyusun. Böylece, öğrenimini bitirir bitirmez, yüksekokul ya da üniversite diplomasını alır almaz çalışmak mecburiyetinde kalmayıp boş gezenin boş kalfası olur yıllarca!

            Bizler, her yaz çeşitli işlerde çalıştık ve öğrenimimiz biter bitmez ağır sorumluluklar yüklendik de başımız göğe mi erdi sanki?

***     ***     ***

            Kızlar gibi erkekler de ortaokul ya da lise yıllarında ilk aşklarını yaşar genellikle. “Turan Eren de böyle bir aşk yaşamış mıdır acaba?” diye merak ederseniz, evet, yaşamış.

            Şöyle: Delikanlı artık 15 yaşında, ortaokul son sınıfta ve okul başkanıdır. Bir gün, okul başkanı olarak teneffüste sınıfları kontrol ederken, 2/B sınıfında öyle bir kız görür ki, çarpılır adeta. Geceleri ders çalışamaz olur; onu düşünür yalnızca. Ve bir mektup yazıp aşkını ilan eder. İyi de, nasıl verecektir bu mektubu?

            Aynı sınıftaki bir arkadaşına, “Bu mektubu falancaya ver” der. “Tamam âbi; öğleyin veririm” der, o da.

            Ancak çok pişman olur sonradan. Niçin mi? “Ben buraya niye geldim? Kızı düşündükçe derslerden uzaklaşıyorum. Bu işin sonu nereye varacak? Keşke yazmasaydım o mektubu, keşke kıza vermesini söylemeseydim o arkadaşa.” diye üzülür durur.

            Öğleyin eve gelir, yengesi yemeğini hazırlamıştır ama yiyemez. Kıza yazdığı mektubu verdiği çocuğun evine koşar. “Turan Ağabey, kusura bakma, mektubu veremedim. Benden önce çıkmış, yetişemedim.” sözünü duyunca, dünyalar onun olur. “İyi olmuş, hemen ver bana o mektubu” deyip alır. Eve dönerken, parça parça yırtıp atar. Ve rahatlar böylece.

            Yazar, şöyle sonlandırır, bu ilk aşkını:

            “O günden sonra, sevdiğim kız N…’yi unutmak için bütün irademi kullandım ve bir hafta içinde de başardım. Artık kıza karşı hiçbir ilgi duymuyordum. Yeniden derslerimi büyük bir şevkle çalışmaya başladım. (…) Bu olaydan sonra önemli bir karar vererek kız arkadaş olayını tamamen kapattım. Üniversiteyi bitirinceye kadar o anlamda hiçbir kız arkadaşım olmayacaktı. Çünkü ben kız işi ile ders işini birlikte yürütemiyordum.”

            İyi ki, cep telefonu ve internet icat edilmemiş o yıllarda. İcat edilmiş olsaydı, bu işten böyle kolayca sıyrılamazdı; Turan Eren.

            Buradan pay biçelim ki, gençlerin işi daha zor günümüzde. Bu bilinçle gençlerimizi kendimizle mukayese etmeye kalkmayalım. Aksine, “Cebimizde akıllı bir telefon, evimizdeki çalışma masamızda internete bağlı bir bilgisayarımız olsaydı, biz neler yapardık?” diye soralım kendimize.

            Çocuğumuzdan, torunumuzdan, öğrencilerimizden daha farklı bir genç mi olurduk acaba?

***     ***     ***

            “İlkokulda vali olmayı aklına koyan Turan, ortaokulda bu konuyu düşünmemiş midir hiç?” diye sorarsanız, düşünmüş.

            Arkadaşlarıyla meslek seçimi konusunda tartıştıkları bir gün, “Vali olmak istiyorum. Kesinlikle vali olacağım.” der. Arkadaşı Beşir, “Hemen vali olunmuyor. Önce kaymakam olman gerekir. Ben de vali olmak isterim ama …” der. Eşref’i de yanlarına alıp birlikte kütüphaneye giderler. Mesleklerle ilgili kitabı alıp okurlar. Bunun için Siyasal Bilgiler ya da Hukuk Fakültesini bitirmek gerektiğini öğrenirler.

            O andan itibaren Turan, Akhisar Lisesini bitirip Siyasal Bilgiler Fakültesine gitmeye karar verir. Ve hiç değiştirmez bu kararını.

            Başarması gereken işleri ve kendini hedefe götürecek yolu kesin olarak çizmiştir artık kafasında.

            Hedef ve hedefe ulaşılacak yol belli ise, başarı kesin demektir.

            “Bu gerçekten böyle mi olmuştur?” sorusunun cevabı, gelecek haftalardaki söyleşilerimizde.

     Hüseyin Erkan

                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..