Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '08

 
Kategori
Futbol
 

İlk yarı hikaye, ikinci yarı destan

İlk yarı hikaye, ikinci yarı destan
 

Çeyrek finalin ilk ayağında maçın adamı Deivid oldu.


Türk futbolunun tarihi sınavı öncesi, Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu’nun web sitesine baktığımızda “Club World Ranking – Top 350” isimli listenin birinci sırasında İngiliz devi Chelsea’nin adını görmek belki hepimizi tedirgin ediyordu. Buna rağmen Fenerbahçe de aynı listenin 23.sırasında Werder Bremen’in hemen altından bizlere göz kırpıyor ve adeta “Ben yabana atılacak takım değilim.” diyordu. Hem bir gün önce bu sıralamanın 61.sırasını işgal eden Schalke, evinde 1-0 yenilmesine rağmen Barcelona ile başa baş mücadele etmiş, zaman zaman 9.sıradaki rakibini zor durumlara düşürmüştü. Çeyrek finale kalan 8 takım arasında IFFHS listesinin en kötü derecesini yapan Alman takımı yanında Fenerbahçe bayağı fiyakalı bir yere sahipti. Fenerbahçe ve Schalke dışında kalan takımların ilk on içerisinde yer aldığı anımsanacak olursa, olası bir sürprizi gerçekleştirebilecek takım olarak Fenerbahçe adı öne çıkıyordu. Her ne kadar global futbol dünyasında çokça kaynaklığına başvurulan “transfermarkt” isimli portal Chelsea’nin kadro değerini 442 milyon 500 bin Euro, Fenerbahçe’ninkini ise 92 milyon 500 bin Euro olarak belirtiyorsa da futbolun salt ekonomik güç anlamına gelmediğine dair örnekler de geçmişte bolca mevcuttu ve takımlar adına sonuca etki edebilecek diğer faktörler değerlendirmeye muhtaçtı.

Her şeyden önce her iki takımın futbol anlayışları, özellikle bilinmezlerle dolu ilk maçın gidişatına büyük oranda etki edebilirdi. Chelsea’nin Fenerbahçe önüne gelene kadar Şampiyonlar Ligi maçlarında yalnızca iki gol yemiş olması bu konuda önemli bir doneydi. Bilhassa deplasmanlarda “defansif 4-3-3” oynayan Chelsea’nin tıpkı Olympiakos deplasmanında olduğu gibi önce gol yememeye dayalı oyun stratejisini Fenerbahçe’ye kabul ettirmeye çalışması ve oyunu kilitlemesi kuvvetli bir ihtimaldi. Teknik Direktör Avram Grant’ın selefi Jose Mourinho’dan sonra üstüyle başıyla çok da oynamadığı bu oyun yapısı, İngiltere’de Chelsea taraftarlarınca ciddi şekilde eleştirilmesine rağmen çoğu zaman sonuç da veriyordu. Orta sahanın ortasını fizik gücü yüksek ve çift yönlü oynayabilen üç oyuncuyla kapatan Grant, her iki kanada striker vasıfları çok güçlü olmayan ama forvet özellikli, top taşıyabilen isimler yerleştiriyor ve bu oyuncuların Drogba’ya destek vermesini istiyordu. Fenerbahçe’nin de bilinen futbol karakteri gereği gol servislerini orta sahada oyunu pişirdikten sonra yapması maç öncesi bizlere bir orta saha mücadelesinin sinyallerini veriyordu. Böyle bir durumda ise; Fenerbahçe’nin Aurelio-Maldonado ikilisiyle bu alanda üstünlük kurması, Makelele, Ballack ve Lampard’ın varlığı dikkate alındığında oldukça zordu. Ancak dünya üzerinde her takımın olduğu gibi Chelsea’nin de bir yumuşak karnı vardı ve Şampiyonlar Ligi’nde olmasa da Premier Lig’de bu sorun başını Grant’ın çokça ağrıtıyordu. Özellikle Petr Cech’in kaleyi koruyamadığı maçlarda defansın duran toplarda yaptığı yanlışlar Cudicini’nin kişisel hatalarıyla birleşiyor ve Chelsea kalesi golle burun buruna geliyordu. Tüm bunların üzerine Fenerbahçe’nin duran toplardaki etkinliği ve Alex’in rakip kalecileri zor durumda bırakarak uzak köşeyi bulan kesme ortaları eklendiğinde Fenerbahçe’nin Chelsea önünde gol ya da goller bulması ihtimali de azımsanmayacak ölçüdeydi.

Tüm bu düşünceler zihinleri meşgul ederken, hakem Claus Bo Larsen’in düdüğüyle maçın başlamasından kısa süre sonra endişelerimizde çok da haksız olmadığımızı anladık. İlk yarının geneli itibariyle, sarı-lacivertli temsilcimiz bırakın gol pozisyonuna girmeyi topu üçüncü bölgeye taşımakta bile oldukça zorlandı. Şüphesiz Fenerbahçe’yi kilitleyen başlıca faktör Chelsea orta sahasının sarı-lacivertli ekibimize oldukça sert gelmesiydi. Top Fenerbahçe’de iken yarı sahasından başlayarak etkili biçimde kapanan İngiliz temsilcisi, sarı-lacivertlileri dar alana sıkıştırarak kora kor mücadeleye zorladı. Fizik bakımdan hayli güçlü Ballack, Makalele, Lampard, Essien, A.Cole gibi isimler girdikleri hemen her omuz omuza mücadelede ayakta kalmayı başardılar. İlk yarı sonunda istatistiklere göz attığımızda topun %52 oranında Fenerbahçe’de kaldığını gördük ancak bu sayısal üstünlük oyun üstünlüğü anlamına gelmediği gibi oldukça da yanıltıcıydı. Chelsea’nin kurduğu seti aşmakta zorlanan sarı-lacivertliler, sürekli yana ve geriye oynamak durumuna kaldılar. 13.dakikada Deivid’in kendi kalesine attığı şanssız golle moral motivasyonu da erozyona uğrayan temsilcimiz, bu gibi anlarda gemisini kurtaran kaptan rolünü başarıyla üstlenen Alex’i devreye sokmaya çalıştıysa da Chelsea’nin kademeli takım savunması arasında kaptan da kaybolup gitti.

İkinci yarıya daha istekli biçimde başlayan temsilcimiz, isabetli uzun paslar atarak ceza sahasına kaçıracağı sürpriz adamlarla gol bulmak istedi. Hızlı oyun ve alınan risk, topun kaptırıldığı anlarda Fenerbahçe kalesinde büyük tehlikeler anlamına gelecek olsa da Zico’nun önünde çok da fazla seçenek yoktu. 53’te Uğur-Kazım değişikliğine giden Brezilyalı teknik adam, Essien karşısında zorlanan Uğur’un bölgesine Deivid’i göndererek Kazım’ı sağ kanada monte etti. Takip eden dakikalarda adam eksiltme ve dripling özelliklerini kullanmak isteyen Kazım’ın kaptırdığı birkaç top Chelsea’nin hızlı akınlarla Fenerbahçe kalesine gelmesine yol açtı ama 65’te Alex’in akıl dolu pasını değerlendiren genç futbolcu skoru dengeye getirip, tribünleri çılgına çevirdi. Bu gol aynı zamanda Fenerbahçe’de kaybolan moralleri yerine getirdi. İkinci bir artı, ilk yarıdakinin aksine Chelsea’nin topu ileride tutmasında çok büyük pay sahibi olan Drogba’ya sürekli yakın oynayan Lugano, tatlı-sert futboluyla yıldız golcüyü yıldırmayı başardı. Bu da ilk yarıdaki tablonun tamamen ters dönmesine yol açtı. Chelsea açısından Drogba’nın kaybettiği toplar saha parselasyonunda probleme yol açınca ilk yarıdaki etkili pres kayboldu. Topla oyuna çıkmaya başlayan Fenerbahçe’nin de üstünlüğü böylece su yüzüne çıkmış oldu. 72.dakika Kezman-Semih değişikliğiyle gol bölgesine taze kan gönderen Zico belli ki, Semih’in hareketli oyunundan Alex ve Deivid’in yararlanabileceğini düşünüyordu. 81’de Deivid’in yaklaşık 30 metreden attığı harika gol maçın skorunu tayin ederken Fenerbahçe’nin Chelsea gibi bir takımı geriden gelerek yenmesi de Türk futbolu adına altın yaldızlı bir gelişmeydi.

Fenerbahçe özellikle ikinci yarıdaki futboluyla hepimize tur ümidi aşıladı fakat Stanford Bridge’deki maç öncesi Fenerbahçe’nin yapacağı en büyük hata bir tür zafer sarhoşluğuna kapılmak olur. Objektif bir gözlem yapacak olursak, sarı-lacivertliler ilk maçta rakipleri önünde oldukça az gol pozisyonu üretebildiler. İngiltere deplasmanlarının boğucu havasını da dikkate hesaba katarak, ikinci maç için enine boyuna düşünülmüş bir taktik stratejiye ihtiyaç duyulabilir. Özellikle Fenerbahçe’nin attığı ilk gol bu stratejinin oluşturulmasında bir başlangıç noktası…
 
Toplam blog
: 235
: 717
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Yazar 1976 yılında İstanbul'da doğdu. Tüm eğitim ve öğretim hayatını burada tamamlayarak, 1999 yı..