Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '12

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

İmalat sanayi nereye gidiyor?

İsmail ÇİLOĞLU-2012

İnovasyon ve Ar-Ge faaliyetlerinin teknolojik gelişmeleri hızlandırması, emek maliyeti düşük ülkelerin piyasaya girmesi ve uluslararası sermaye hareketlerinin hızlanması dünya ölçeğinde üretim maliyetlerinin ve fiyatların düşmesine yol açmıştır. Günümüzde üretim, vasıflı emeğin yoğun olduğu ülkelerde yaratılan teknolojinin, vasıfsız ama ucuz olan emeğin olduğu ülkelerde kullanılması suretiyle yapılmaktadır. Bu manada bütün sınırlamalar ve engeller kalkmış olup, en düşük maliyetli sermaye, en ucuz işçilik ve en ileri teknoloji kolayca bir araya gelebilmektedir. Unctad’ın (United Nations Conference on Trade and Development) 2012 Raporunda, dünya yabancı sermaye hareketleri trendi göz önüne alındığında, 2013-14 yıllarında Çin’in en fazla sermaye çeken ülke olacağı, ilk on dokuz ülke içerisine de Hindistan, Endonezya, Brezilya ve Rusya’nın içinde olduğu 11 gelişmekte olan ülkenin dahil olacağı öngörülmektedir. Kaçışın mümkün olmadığı ve tüm Asya kıtasını ve Güney Amerika’yı kapsayan bu ekonomik düzen, yakın zamanda Afrika’daki potansiyeli de içine alacak şekilde genişleyecektir( Güney Afrika Cumhuriyeti yabancı sermaye girişi yönünden gelişmekte olan ülkeler arasında 9.sıradadır).

Gelişmiş ülkeler, imalat sanayi üretimini tümüyle gelişmekte olan ülkelere devredip, sadece teknoloji satışı ve sermaye gelirinden pay alacak olup; imalat sanayi üretimi işçilik, sosyal güvenlik, vergi ve çevre maliyetleri daha düşük olan gelişmekte olan ülkelerde yapılacaktır. İmalat sanayinde istihdam imkanı kalmayan kişilerin tümünün hizmetler sektöründe istihdam imkanının olmayışı, artan sosyal güvenlik maliyetleri ve ekonomik daralma, üretim tesislerini gelişmekte olan ülkelere kaydıran/kaptıran gelişmiş ülkelerin çözmekte zorlandığı problemlerdir.

Bu noktada en önemli soru, ülkemizin bu ekonomik düzen içinde nasıl bir rol üstleneceğidir? Ülkemiz gibi, doğal kaynakları sınırlı( çok çeşitli ama ekonomik olanı az), sermaye ve emek maliyetleri görece yüksek bir ülkenin, dünya talep miktarına göre belirlenen devasa üretim kapasitesine sahip tesisleri, düşük işçilik ve sosyal güvenlik maliyetleri, doğal kaynakları ve sahip oldukları coğrafi büyüklükleri ile Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi ülkelerle aynı piyasada(aynı ürün demeti) faaliyet göstermesi orta ve uzun vadede mümkün değildir.

Bu noktada en gerçekçi çözüm farklı mal üretmek, markalaşma ve en önemlisi de teknoloji üzerinde yoğunlaşmaktır. 2010 yılı dünya gemi inşa siparişlerinin % 45’ini Çin, % 20’sini de Güney Kore almıştır. Bu ülkeler 300-350 bin DWT’luk devasa tanker ve yük gemileri üretimine yoğunlaştığından, ülkemiz gemi inşa sektörü ancak, 30-40 bin DWT’luk, talebe göre projelendirilen sipariş gemilere yönelerek bu ülkelerle rekabetin dışına çıkabilmiştir. Üretim maliyetleri ülkemizden daha düşük bu ülkelerle rekabetten kurtulmak için bir diğer önemli husus ise, Türk menşeli ürünün, kullanılan teknoloji, malzeme, işçilik ve tasarımı ile tüketici nezdinde farlı mal algısı bırakacak bir marka yaratabilmektir. Rekabette kalıcı üstünlük sağlamak için gerekli olan ise teknolojidir. Zira teknoloji en zor bulunan ve dolayısıyla malın fiyatı içinde en fazla payı olan üretim faktörüdür. Örneğin, Tekstil-konfeksiyon sektöründe teknoloji on yılda bir değişmektedir. İşletmelerimiz de rekabet edebilmek için 5-7 yıl vadeli borçlanarak yatırım yapmaktadır. Yani basit anlatımla 10 yılın yedisinde makine imalatçısına çalışıyoruz.

Teknolojiyi ele geçirmenin tek yolu ar-ge faaliyetleridir. Ar-ge harcamalarına gelişmiş ülkeler GSMH’nın %2,5’u ile %3’ü arasında pay ayırmakta iken, ülkemiz tüm çabalara rağmen %0,8’lere ancak ulaşabilmiştir. Esasen Ar-Ge harcamalarının % olarak değil global büyüklük olarak kıyaslanması daha doğrudur. Bu şekilde Ar-ge harcamalarına ayrılan kaynak miktarı olarak bakıldığında aradaki fark daha da büyümektedir.

Ar-ge konusunda özel kesimin, ağır rekabet ortamında ayakta kalmanın teknolojiye sahip olmaktan geçtiğini ve teknolojiyi satın alarak ya da başkasına ait marka ve dizaynı kullanarak bir yere varılamayacağını görmesi, en önemli yatırımını teknoloji üzerine yapması, bilim insanlarının ve Üniversitelerin özel kesim ve kamunun finansmanı ile oluşturulan fonlarla belirlenen sektörlere yönelik araştırmalara yönlendirilmesi, kamunun da Ar-Ge için gerek doğrudan gerekse destekleme amacıyla ayırdığı kaynağın miktarını artırmak yanında verimliliğe de önem vermesi gerekmektedir. Zira, kamuda idari ve usul yönünden kontrol yaygınken etkinlik yönünden kontrol ikinci plana itilmektedir. Bu yaklaşımın kırılması ve zaten yetersiz olan kaynakların daha verimli kullanılabilmesini teminen kamu desteğiyle yürütülen Ar-ge projelerinin kaçının faydalı modele dönüştüğü ve piyasa kullanımına sunulduğu 5-10 yıllık sürelerle takip edilmeli ve sonuçlarına göre destek sistemleri gözden geçirilmelidir.

Günümüzde bazı sektörler ile kurumsallaşmış büyük işletmeler teknolojiye sahip olma anlamında büyük çaba gösteriyor olmasına rağmen bu ekonomik yaklaşımın tümüyle ülke ekonomisine yayıldığını söylemek zordur. Hala iç ve dış rekabette, kayıt dışı faaliyetlere, gelişmiş ülkelere göre düşük işçilik, sosyal güvenlik ve çevre maliyetlerine güvenerek faaliyet gösteren işletmeler ve sektörler mevcuttur. Ancak kısa dönem için geçerli olan bu hatalı yaklaşımın değişmesi için gerekli zaman ve kaynak ihtiyacı, ülkemiz ekonomisinin bütünüyle uluslar arası rekabete entegrasyonunda en hassas konudur. Başarılı olunamaması halinde, üretim maliyetleri ve potansiyelleri yönünden ülkemize göre büyük avantajlara sahip, uluslar arası ekonomiye entegre olan ya da olmaya aday pek çok ülke iç ve dış pazarımızı kolaylıkla ele geçirebilecektir.

 

 
Toplam blog
: 9
: 147
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi 1986 yılı Maliye Bölümü Mezunu Kamu Çalışanı ..