Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Nurcan Erarslan Aydınoğlu

http://blog.milliyet.com.tr/nisa

05 Mart '07

 
Kategori
Anılar
 

İmza günü böyle bir şeymiş

İmza günü böyle bir şeymiş
 

25 Şubat 2007, Antalya - Tahtakale Spot Mağazası, Ceyhun Yılmaz'ın imza günü... Şiirlerini severek okuyorum, radyo programını beğeniyorum, gerek televizyonda gerek sinema filmlerinde performansını başarılı buluyorum. Demek ki onun imza gününde imza dağıtmayı beklediği "hayran kitlesi" üyesiyim. Gitmemde bir sakınca var mı? Yok. Gitmememde bir sakınca var mı? Oldu! Adamı beğen et, ama sana hitap etmeyi düşündüğü bir günde desteğini ve takdirini esirge. Benim bir şiir kitabım olsa, imza günümde birilerinin kitabımı uzatıp "adım ..." diyerek imza istemesi hoşuma gitmez mi? Hem nasıl... Demek ki beğendiğin bir yazardan bunu esirgemeyeceksin.

Raflar arasında sıkış tepiş sıraya girdim, havasız bir ortam. O da rahatsız olmalı muhakkak, ama çıkıp gidiyor mu? O halde biz de sabredeceğiz...

Kimsenin elinde kitap yok, halbuki piyasada üç şiir kitabı var Ceyhun Yılmaz'ın. Kimisi bir çocuğun elinden tutmuş "Hayat Bilgisi dizisinin oyuncuları gelmiş, şimdi onları göreceğiz" diyor. Kim gelmiş? Ceyhun Yılmaz ile Ortega. Gülümsüyorum, -Paşhan Yılmazer olmadan bir yere gitmiyor son zamanlarda- diye düşünüyorum. Ama kimse "Paşhan" demiyor. Dikkatimi çekiyor birden, mağazanın girişindeki elinde mikrofon olan kız bile "Ceyhun Yılmaz ve Hayat Bilgisi'nden tanıdığımız Ortega mağazamızın 2. katında imza gününe başladılar" diye anons yapmıyor muydu?! Adı yok mu canım bunun? Ayıp olmuyor mu biraz? İnsanlar sırada muhabbet ederken hep Ortega ithafı mevcut, kendimce üzülüyorum.

Üzüntüm masaya yaklaştıkça büyüyor. Kimse çantasından kitap çıkarmıyor. Hatta masada bir dolu kart, üzerinde Ceyhun Yılmaz'ın resmi, yer ve tarih hakkında bilgi altında boşluk mevcut. Sırası gelen adını söylüyor, Ceyhun Bey bir kart alıp boşluğa duyduğu isme hitaben bir imza atıp uzatıyor. Elimdeki kitabı saklama ihtiyacı duyar gibi oluyorum, çok tuhaf. Ben mi fazla abarttım acaba? Bari kalemimi uzatmayayım. Herkese yaptığı gibi önündeki kalemi kullansın. Ama niye? O kalem mavi, ben maviyi hiç sevmem ki.

"Sırada kim var?" diye soruyor. Panik halindeyim. Kendi kendime aptal görünüyorum "ben" deyip kitabı ve kalemi uzatırken. "Bu kalemle mi imzalamamı istiyorsun?" dediğinde "sevinirim" diye cevaplıyorum ama sevinip sevinmeyeceğimi kestirmek zor. İsim neydi muhabbetinden sonra "hangi şiirler kaldı aklında bu kitaptan?" diyor. An'lık bir hızda düşünüyorum -nasıl yani? Hepsi aklımda, bu benim kitabım, okudum, herhalde beğendiklerimi sordu, evet evet bunu kasteddi- iki şiir adı veriyorum, kitabıma bir şeyler yazmaya devam ediyor. Cesaretlenip kafama takılan bir soruyu sormak istiyorum, "bir dakika" diyor, ayağa kalkıp "arkadaşımız bir soru soracakmış, bu bugün başımıza sık gelen bir olay değil, hep beraber dinleyelim lütfen diyor" ama ben onun gibi sesimi yükseltemiyorum, soruyu sorarken de onun duymasını yeterli buluyorum. Soru da cevap da başka kimseyi ilgilendirmiyor gibi zaten. Ne tuhaf bir kalabalık...

Kitabımı geri alınca ardıma bakmadan koşar gibi çıkıyorum.

İmza gününe geliyorsun, demek ki bu adamı beğeniyorsun, takdir ediyorsun. İnsan hiç mi araştırmaz, bir kitabını almaz? Tamam, güzel bir dizi belki, ama yani sadece "Hayat Bilgisi" mi? Madem bu diziyi severek izliyorsun bari beğendiğin karakterlerin adını öğren. Madem ilgilendiğin yok ne diye imza gününe geliyorsun?

Ben mi fazla titizim? "İmza günü" deyince yanlış mı algıladım? Yoksa bu manken gördüğü yerde cep telefonu kamerasına saldıran, adını bilmediği kimseye rol ismiyle hitap eden, imzasını almak için geldiği adamdan msn adresini isteyen millete mi alışamıyorum?

 
Toplam blog
: 9
: 781
Kayıt tarihi
: 05.03.07
 
 

1983 yılının sohbaharının ilk günü Berlin - Federal Almanya'da doğdum. Üç yıl sonra Türkiye'ye te..