Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '07

 
Kategori
İnançlar
 

İnançlar değişirken

İnançlar değişirken
 

Karşımıza aniden olağandışı bir olay çıksa, Tanrı'ya sığınırız. Hangi dinden olursak olalım ve neye, kime tapıyorsak tapalım, kendi dilimizce ve elimizden geldiğince tanrımıza sığınır, ondan yardım isteriz.

Aslında bu davranış biçimi, din denen inancın ve onun sahibi olan Tanrı'nın ya da tanrıların nasıl ortaya atıldığını bizlere açıklamaktadır: Korku!

İnsan aklının gelişimiyle birlikte korkulan şeylerin asıl nedenleri bilimsel olarak açıklandığında Tanrı kavramının şekli ve adı da değişime uğramıştır. Bu nedenle, artık uygar toplumlarda bazı ufak-tefek tarikatlar dışında, bir maddeye mâl edilen tanrılara tapılmıyor. Yani yıldızlara, putlara, dağlara, hayvanlara, ateşe, yıldırıma, karanlıklara, yer altına tapılmıyor. Tapan toplumlar şu an yeryüzünde gözükse de, bunların bilimsel düşünceden çok, mistik düşünceye yöneldiğini biliyoruz.

Tek tanrılı dinler dediğimiz, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık'ta bile birçok inanç sistemi değişmiştir. Artık, kutsal kitaplarda bizlere anlatılan birçok doğaüstü olay, bilimsel bir açıklama yapılabilmesi için bilimin masasına yatırılmış ve biliminsanlarının neşteri altında incelemeye alınmıştır. Nuh Tufanı, Musa'nın Kızıl Denizi ikiye ayırması, Musa'nın firavunla bastonlarını yılana dönüştürme öyküleri, Musa'nın Tanrı ile konuşması... İsa'nın ölüleri diriltmesi, hastaları iyileştirmesi, bir somun ekmekle bin kişiyi doyurması, çarmıha giden yolda ihbar emrini Yahuda'ya kendisinin vermesi, çarmıha gerilirken "Baba, oğlunu böyle yalnız mı bırakacaktın?" çaresizliği... Muhammed'in, ayı ikiye ayırması, "En büyük mucizem Kuran'dır" dediği Kuran-ı Kerim'in ayet ayet incelemeye alınarak yeni yorumlar getirilmesi... Hepsi tek tanrılı dinlerin bilimsel platformda incelenmesi anlamına gelmektedir.

Bu incelemeler süredururken, bilimsel düşüncenin insan beyni üzerindeki olumlu etkisi de kendisini göstermeye başlamıştır. Belki de Nietzche (Niçe)'nin işaret ettiği gibi "Yeryüzünün gerçek amacı olan insanüstü"ne doğru yaklaşıyoruz. Çünkü, geldiğimiz aşamada tek tanrılı dinlerin bir tek "Tanrı" kavramı elimizde kaldı. Bütün dinlerde varolan adları değişik de olsa "dört melek" artık mitolojik bir varlık olarak görülmeye başlandı. Bütün kutsal kitaplar, birer belge olarak algılanmaya başlandı ve hepsi yıllardır inceleme altında.

Geldiğimiz noktadan hiç kimse kuşku duymasın. Çünkü, insan beyninin, zekâsının, aklının gelişimi sonucu, gelinmesi kaçınılmaz noktaya gelmiş bulunuyoruz. Geldiğimiz noktadan korkanlar ve inatla, bilimde değil de dinde takılıp kalanlar, ne yazık ki geri kalmaya, ezilmeye, sömürülmeye ve teknoloji karşısında dua etmeye mahkûm kalacaklardır. Tarih bunların kanıtlarıyla doludur. Bırakın tarihi, günümüzde bile bilimsel düşünce ve teknoloji, kendinden milyonlarca fazla insan sayısına sahip, yalnızca inanmışlığa sahip kitleleri korkutabilmekte, onları işgal edebilmektedir.

Din, herşeyde olduğu gibi bir son değildir. Yani, onların da aşılması gerektiği bilinmelidir. Çünkü, onların kurucuları da bunu öğütlemişlerdir. O kurucular, başı dik, ezilmeyen, hakları sömürülmeyen, adaletsizliğe karşı başkaldıran toplumlar yaratabilmek için, bulundukları dönemin en çağdaş öğretilerini ortaya koymuşlardır. O öğretiler, zamanları içinde en ilerici olanlarıydı.

Ya şimdi?

Çağdaş toplumlarda din dediğimiz inançlar sistemi, insanla inandığı tanrısı arasında gizli bir ilişkiler zinciridir. Hangi dine inanıyorsa, (ki bu da özgür bireyin iradesine bağlıdır, ister inanır, ister inanmaz. Kimse de buna karışamaz.) gider duasını yapar, kendince huzura kavuşur. Hattâ, Hristiyanlığın "günah çıkarma" seanslarından sonra insanın bulduğu iç huzur, Sigmund Freud'a, Psikanalist bilimini ortaya çıkarttırmıştır.

Olması gereken de budur. Her şeyi, ama her şeyi dünyada yaşayan canlıların iyiliği için kullanma niyeti. Bugün, insanoğlunun varmış olduğu insani değerleri ölçü alırken, Avrupa kıtasını örnek alıyoruz. Özellikle, Avrupa kıtasının kuzey ülkelerindeki yaşama koşulları, insani değerlerin en üst düzeyi olarak gözüküyor. Çünkü, buralarda inançlar, tamamen insanla, tanrısı arasında bırakılmıştır. Din öğretileri buralarda bilimsel gelişmenin, sosyal yaşantının önüne engel olarak çıkartılmamaktadır.

Ancak, Doğu'ya geldiğimizde durum farklılaşmaktadır. Dinsel inançlar, yönetim şekillerinin henüz lâikleşmemesi, bu ülkeleri, bütün doğal zenginliklerine karşın, huzura kavuşturamamıştır. Oysa, "Doğu'nun Güneşleri" başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, asırlar önce İslâm dünyası böyle değildi. O dönemlerde, İslâm dünyası, bugünün çağdaş, bilimsel dünyasını hazırlamakla uğraşıyordu. Fakat, ne yazık ki, İslâmiyetten, Müslümanlıktan para kazanmasını öğrenen din hokkabazları "tarikat" adı altında Müslümanlıkta varolamayan bir örgütlenmeyi kurarak İslâm dinine inanan insanları sömürmeye ve geri bıraktırmaya başladırlar. Doğal kaynakları ellerinde bulunduran bu İslâm dünyasının insanlarının geri bıraktırılmaları, Batı'nın da elbette işine gelmektedir. Tarikât liderlerinin işbirliği ile ülkelerinin sömürülmesine göz yumanlar ne yazık ki durumun korkunç ciddiyetini hâlâ kavrayamamış durumdadırlar.

İslâm ülkelerinde ne yazık ki, hâlâ dini duyguları kullanarak oy toplamaya çalışan partiler vardır. Parti liderleri tarikatlara üyedirler. Bu tarikat liderlerine bulundukları ülkelerden veya dış ülkelerden para yağmaktadır. Öylesine güçlü tarikatler vardır ki, yüzlerce okulları, camileri, tekkeleri vardır. Bu tarikatler gazete ve televizyonlara sahiptir. Ülke yönetiminde bulunan iktidarları yönetebilmektedirler. Ülkenin en önemli kilit noktalarına geçip, servetlerine servet katarken, zavallı inanan insanları da sömürmektedirler. Bu nedenle çağdaş okulların önüne kendi tarikat okullarını açmaktadırlar. Bu yüzden kendi camilerini açıp, kendi imamlarını yetiştirmektedirler. İnanın servet düşkünlüklerinden başka hiçbir niyetleri yoktur bu tarikat liderlerinin. Bu servetlerine kavuşabilmek için de, sömürdükleri halkın mutlaka aydınlanmaması ve dinine sıkı sıkı bağlı olması gerekmektedir. Onlar da bunu yapmaktadırlar.

Çok geç kaldık ama İslâm dünayası çevresine bakmak zorunda. Tarikat liderleri ve bu tarikatlere bağlı ülkeyi yönetme konumundaki insanlar zenginleştikçe, halk fakirleşmektedir. Bundan kurtulmanın yolu tekdir. o da "lâiklik"tir. Dinsel ibadetler tanrısı ile kulu arasında gizlice yapılması gereken ve yapıldığında kişisel huzur yaratan bir inançlar zinciri olarak kalmalıdır. Dini ve Tanrıyı ülke yönetimine sokmamak temel amaç olmalıdır. Aksi durumda, din ülke ilerlemesinin önünde engelmiş gibi gösterilmektedir ki, bu dine yapılan çok büyük bir haksızlıktır. Din ve Tanrı kavramları ile ülke insanları sömürmek ise dine küfretmektir. Din ve Tanrı üzerinden para kazanmak ise, dünyanın neresinde olursa olsun, en büyük ahlâksızlıktır.

İlk insandan bu güne dini inançlar çok büyük değişimlere uğramıştır. Bugün bile tek tanrılı dediğimiz Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık dışında bir çok dini inanç sistemi vardır. Gördüğümüz kadarıyla, inananlarının en çok ve en acımızca sömürüldüğü, tarikatlerin kucağına atıldığı din İslâmiyettir.

Yazık değil mi Hz. Muhammed'in öğretilerine?

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..