Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '08

 
Kategori
Öykü
 

İnanılmaz şeyler

İnanılmaz şeyler
 

Güzel, sakin, bahar duruşlu bir Pazar günü olmasına rağmen, bir keyifsizliği vardı Ergün beyin. Durgun, isteksiz, umursamaz bir tavır içindeydi. Öyle, çok karamsar bir ruh hali içersinde olduğu söylenemezdi gerçi. Ama bu isteksizlik hali, böylesi bir güne yakışacak gibi de değildi… Gene de dikkatini toplayıp, önündeki zaman süresince yapması gereken işleri düşündü. Fazlaca yoğun bir gündemi yoktu bu tatil gününde. Sadece, veli toplantısına katılmak için, oğlunun okuluna gitmesi gerekiyordu.

Ne kadar aklına getirmemeye çalışsa da, unutmaya çalıştığı o sevimsiz mesele, gelip, düşüncesine yerleşmişti bir kez daha. Kararını verdi. Şu istenmeyen sonuçla yüzleşmek gerekiyordu artık. Olayı yeni baştan aldı, aklında ölçüp biçti… Bir değerli yazara, gönderdiği öykü çalışması hakkındaydı bu can sıkıntısının nedeni. Verdiği emeklerin, nasıl bir yorumlanışla kendisine geri döneceğini nasıl da merakla beklemişti. Sabırsızlıkla geçen bir haftalık sürenin sonunda, kendisine ulaşan o önemli iletiyi okumuş ama sevinememişti. Çünkü, arzu ettiğinin tam tersi bir değerlendirmeyle yazılmıştı bu cevap. Hayal kırıklığını da unutturan, şaşırtıcı bir iddia vardı yazarın değerlendirmelerinde. Söz konusu bu öyküyü okuduğunu, ama hiç de inandırıcı bulmadığını bildiriyordu Ergün beye. Öykünün kahramanlarından olan bilge ihtiyar ile saygılı öğrenciyi ütopik bulan bir yaklaşım ileri sürülüyordu. Öykü yazarının, mesaj verme kaygıları, ya da kendinden bir şeyler katabilme inisiyatifi yok sayılıyordu. Öyküdeki diyalogların düzgünlüğü bile, bu yönüyle eleştiriliyordu. Özgünlük adına ortaya koyduğu titiz paragraflar hiç dikkate alınmamıştı. Kısacası, Edebiyat çalışmalarındaki o kritik dönemeçte, toparlanamayacağı bir savruluşa maruz kalmıştı. Yazmak adına ortaya koyacağı azim ve inancı bir daha bulamayacağını düşünüyordu artık.

Vakit gittikçe yaklaşmakta, toplantıya ulaşabilmenin telaşı da kendini hissettirmeye başlamıştı. Ergün bey okula gitmek üzere, biraz da aceleyle evden çıktı. Sokaklardaki hareketlilik, geç kalma kaygısının verdiği huzursuzluk ve aile babası olmanın sorumlulukları, onu, son düşüncesinden uzaklaştırmıştı. Gözü saatte, aklı toplantıda ve sabırsız bir tutum içinde yolculuğunu tamamladı. Biraz gecikerek de olsa toplantının yapıldığı sınıfa girdi.

Dört saat kadar süren toplantı sona erdiğinde, artık ceket giymeye gerek duyurmayacak derecede bir sıcaklık vardı havada. Okul ile otobüs durağı arasındaki uzunca mesafeyi, yavaş adımlarla yürüdü. Üstgeçidi kullanarak karşıya geçti. Merdivenlerin az ilerisindeki durağa varıp beklemeye koyuldu… Hiçbir işle meşgul olmadan beklemeyi oldum olası hep sıkıcı bulurdu. Arabaların geliş geçişlerini izlediği anayolda, bir ara, değişik bir olay oldu. Motosikletli bir trafik polisinin, yine motosiklet sürücüsü iki kişiyi, yolun kenarına yanaştırdığını, peşinden de ceza kesişini uzaktan, bir süre izledi. Şu anda en çok arzu ettiği şey, beklediği otobüsün fazlaca gecikmeden gelmesiydi.

Bu bekleyiş esnasında, bir ara, birkaç adım ötesindeki küçük bir kız çocuğunu fark etti. Çocuk, az önce yanlarında durduğu, iki kadından biraz uzaktaydı şimdi. Tombulca bedeni ve başındaki, renkli kartondan yapılma kraliçe tacı ile çok sevimli bir hali vardı. Minicik turlarla dolaşıp duruyordu. Ergün bey bazen yola, ama çoğunlukla da çocuğa yöneltiyordu bakışlarını. Nasıl olur bilinmez ama bazen, güzel olayların gerçekleşeceğini önceden hisseder insan. Ne mutlu ki; burada da çocuğun öykümüze girdiğinden yaklaşık beş dakika sonrası, güzel ve ilgi çekici bir olaylar dizisi yaşanmaya başladı. Prensesimiz; kırmızı montu, jöleli saçları ve geniş çerçeveli güneş gözlükleriyle dikkat çeken ve orada yalnız başına beklemekte olan delikanlıya yaklaştı. Ona, elindeki küçücük kır çiçeklerinden birini, çekingen fakat kibar bir edayla uzatıverdi. Beklenmeyen, şaşırtıcı ama o ölçüde de güzel davranış karşısında delikanlı gülümsedi. Bu nazik armağanı alırken, büyük ihtimalle gurur da duydu. Ergün bey bu duygulu küçük hanımın bütün hareketlerini artık daha yakın bir ilgi ve sempatiyle takip ediyordu. Birkaç dakika sonra, bu dostluk esintisi, oradaki birkaç kişiye ve sonunda Ergün beye de ulaşmıştı. Küçük prensesin verdiği, kendisi gibi minik, fakat canlılığını yarı yarıya kaybetmiş, cılız sapı yumuşamış olan sarı çiçeği bir minnet duygusuyla aldı. İçten teşekkürlerini sundu…

Dünya tatlısı sevimli prensesimizin bu masum ve soylu sunuşunu kabul edenlerin yanısıra, geri çevirenler de çıktı ne yazık ki. Sevimli küçük kız, elindeki kır çiçekleri ve içindeki büyük insan sevgisiyle, hep hatırlanacak bir iş başardı.

Ergün bey ise, bu özel hatırasını her anışında, bütün şu yazılanları gerçekdışı olarak niteleyecek kimselerin varlığını da hesaba katmak gerektiğini düşündü.

 
Toplam blog
: 34
: 589
Kayıt tarihi
: 28.07.08
 
 

1952 yılı Şanlıurfa doğumluyum. Edebiyat ve Türk Sanat Müziği yapabildiğimce- uğraştığım sanat dalla..