Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '13

 
Kategori
Anılar
 

İnsan bir düşmeyegörsün

İnsan bir düşmeyegörsün
 

Tam burada düşmüştüm...


Savaşla kazandığımız bir çok şeyi masa başında verir miydim, vermez miydim?

Sizi yere yıkan yumruk, sert olandan ziyade, geldiğini görmediğiniz yumruktur. Jeo Torres
 
Hava çok güzeldi, Esengül’le deniz kenarına gidip güneşin batışını seyredelim dedik. O önden ben arkadan evden çıktık. Kapının önünde Ömer’le Ünal araba yıkıyorlardı. 
Evin ön kapısından çıktım, yan taraftaki çardağın altından geçtim, köşeyi döndüm. Tam otoparka çıkarken, bir basamak çıkmam gerekiyordu. Sol ayağımı attım, sağ ayağımı kaldırmıştım ki, dengemi kaybettim. Duvarın üstüne doğru düşerken, dengemi korumak için çırpındım. Birden başımın süratle betona çarptığını, burnumun üzerin doğru bir ağırlık hissettim.
 
Ömer, Esengül ve Ünal hemen yanıma geldiler, beni kaldırmak istediler. Başımdaki ağrı burnumun deliklerinden çıkıyordu. “Beni kaldırmayın, ölürüm” diye haykırıyordum. Beş dakika öyle kaldım. Arabayı hazırladılar ve 20 dakika sonra Milas Devlet Hastanesindeydim. 4 saaat kadar orada müşahede altında kaldım. Onları hayal meyal hatırlıyorum.
 
Eve dönerken Güllük çıkışında bilincim yerine geldi. O gece sabaha dek kızımla eşim beni saat başı uyandırdılar. Doktor uyumamam gerektiğini söylemiş.
 
Ertesi günü içimde bir sıcaklık hissettim. Tekrar hastaneye gittik. Acil beni beyin cerrahına gönderdi. O da tomografi çektirmemi söyledi. Tomografiye bakan teknisyen de “Randevu alacaksınız” deyince Ömer sinirlendi. “Acil hasta, ölmesi mi gerekiyor” dedi. Başhekime gittik, ilgileneceğini söyledi, biz tekrar acile döndük. 20 dakika sonra tomografinin çekilebileceğini haber verdiler ve tomografi çektirdik. Bu arada saat 12.30 olmuştu. Doktorun 13.30 da geleceğini belirttiler biz yine acile döndük. Doktor saat 14.00 e doğru geldi. Filmi inceledi, emekli karneme baktı ve bana “Bundan sonra gideceğiniz doktoru iyi bilin.” Ben anlamazdan geldim, “İlginize çok teşekkür ederim.” dedim. Bir kaç ağrı kesici hap yazdı, midemin rahatsız olduğunu hapları içemeyeceğimi söyleyince, mide için de bir ilaç yazdığını söyledi oradan ayrıldık. Ben hala başımda bir ağrı, bazan dengemi kaybederek yaşama sıkıca tutunuyorum.
 
İnsan bir düşmeyegörsün, her şey alt üst oluyor. Merak ediyordum yaşadım. İnsan attan düşerse nasıl bir değişime uğrar diye…
 
Attan düşmedim ama bir basamak çıkma isterken dengemi yitirdim. Bayağı bir değişim geçirdim. Bir süre düşüncelerimi toparlayamadım. Söylenenleri anlayamadım. Anlasam bile uygun sözcükleri bulup yanıt veremedim. Şimdi bu halimle kalkıp sitenin yönetim toplantısına katılsam epey yanlış yapardım diye düşünüyorum.
 
Balkonu PVC ile kaplattım diye bana noterden ihtarname çeken yönetimin her dediğini yapmaya çalışır, uslu çocuk olurdum. Onlar yapmadan ben balkondaki pvc leri söker atardım. İlle de evinin önünden yol geçireceğim diye tutturan yönetim kurulunun sayın üylerine “Ne demek başım üzre” derdim. Hatta eski yöneticilerden birinin değerli düşüncesi olan, evimin bahçesine çocuk parkı yapma eylemine bile hayır demezdim. İyi ki bu ara toplantı falan olmadı.
 
Ya bu halde 17 Aralıkta Brüksel’de olduğumu bir düşünseniz. Savaşla kazandığımız bir çok şeyi masa başında verir miydim, vermez miydim? Kesin verirdim. Geceleri rüylarıma giriyor, kan ter içinde uyanıyorum. Brüksel’e giden heyet içinde omadığım için. Çünkü, sonuçta sen düşmeseydin, biz bu koşulları kabul etmezdik derlerdi bana. Vicdan azabı çekerdim.
 
Geceleri nasıl kan ter içinde uyanıyorum. Ya ben oğlumun düğününü yapmadan önce düşseydim. 3500 kişiye davetiye gönderseydim, hatta özel uçakla eşe dosta davetiye vermeye gitseydim, onları akşam yemeklerine davet etseydim, 5000 polis görevlendirip, insanların evlerine giriş çıkışlarını kontrol altında tuttursaydım. Bir yerine ayıp olmasın diye bir kaç nikah şahidi olsaydı. Ne olurdu? Sanırım bir şey olmazdı…
 
Ya Semra hanım gibi oğlumla “Gelinim Olur musun?” evine gider miydim? Düştükten sonra kesin giderdim. Orada ne yapardım, bağırır çağırırdım. İyi de reyting toplardım. Sinem’e kızınca düşer bayılırdım. Sinem’de avucunu yalardı. Hem onu oğluma almazdım hem de altınları da paraları da toplardım.
 
Düşmek bana iyi mi geldi diye de düşünmeye başladım. Bayağı parlak düşünceler üretmeye başladım. Şimdi önce Seda Sayan, Gülben Ergen, Yasemin Bozkurt; Serap Ezgü ile kanal kanal dolaşmaya başlayacağım. Bütün Türkiye dusun benim düştüğümü, sonra Ali Kırca, Defne Samyeli dertken haber programlarını gezerim. O zamana dek bayağı düşünce de üretirim.
 
Ah insan bir düşmeyegörsün. Ne yapacağını şaşırıyor. Beynimin içinde fikirler çarpışıp duruyor. Tutamıyorum hiç birini. Niye şimdiye dek düşmedim diye de kendime kızmaya başladım.
 
Atlardım uçağa Almanya, Fransa,İspanya, İtalya, Yunanistan gezer dururdum. Tek başıma değil bir sürü insan götürürdüm yanımda hani hörmetlicesinden…
Kan ter içinde uyanıyorum. Karşımad bir gazete ve Yalçın Doğan’ın 25 12. 2004 tarihli köşe yazısı gözümün önünde duran “ANİ harabelerinin onarılması mı?.. Var!..
 
Ilısu Barajı’nın Munzur Vadisi’ne verdiği çevre kirliliğinin giderilmesi mi?.. Var!.. 
Leyla Zana ve arkadaşlarının serbest bırakılmasıyla birlikte, onların siyasal örgütlenmelerine kolaylık gösterilmesi istemi mi?.. Var!..
 
Yeni bir Anayasa önerisi mi?.. Var!.. 
 
Parti kapatmalarına son verilmesi mi?.. Var!..
 
Sendikal haklar mı?.. Var!..
 
Ermeni soykırım iddialarının araştırılması mı?.. Var!.
 
Sivil toplum örgütlerinin ağırlık kazanmalarına katkı için çağrı mı?.. Var!..
 
Kadın haklarını mı?.. Var!..
 
Musevi, Ermeni, Ortodoks, Süryani gibi gayri müslim Türk vatandaşlarına eğitim ve yayın hakkı mı?.. Var!..
 
Cem Evlerinin tanınması ve korunması mı?.. Var!..”
 
Bütün bunlara imza atar mıydım? DÜŞMESEYDİM...
 
Toplam blog
: 222
: 1359
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Matematik öğretmeniyim. Liselerde okutulan MEB Talim Terbiye Kurulundan onaylı matematik ders kit..