Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '07

 
Kategori
Felsefe
 

İnsan olma erdeminin olmazsa olmazı; Eleştiriyi kabullenebilme yeterliliği ve ülkemizdeki durum

İnsan olma erdeminin olmazsa olmazı; Eleştiriyi kabullenebilme yeterliliği ve ülkemizdeki durum
 

Yaslanalım arkamıza ve düşünelim biraz; acaba başkalarını acımasızca eleştirirken, onları bu eleştirilerimizle yerden yere vurup, hayatlarını karartırken, bizi onların eleştirmelerine ne kadar da tahammül gösterebilme erdemine sahibiz. Yani, başlıktaki ifadeyle ‘eleştiriyi kabullenebilme’ yeterlilik katsayımızı, insan olabilme erdemine sahip olabileceğimiz seviyelere çıkarabiliyor muyuz?

Sırf bu eleştirilerin önünü kesebilmek, sırf kendi eksikliklerimizi giderip, zayıf yönlerimizi giderme çabasına girmemek için attığımız taklaları, yaptığımız aldatmacaları düşündükçe, tüm bu gereksiz faaliyetler için harcadığımız zamanı, yeterli olup olmadığımıza bakmadan toplumda kendimize yer edinmek için yaptığımız manevralar için harcadığımız zamanla da birleştirdiğimizde ortaya çıkan muazzam zamanı kendimizi yenilemek, hatalarımızı gidermek için harcayabilsek mükemmel insanlar olarak ortaya çıkabilir, hem kendimize hem de çevremize daha faydalı olabilirdik diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Buna bir de yaşadığımız coğrafyanın bize sürprizi olan ama bununla da yaşamaya alışmak zorunda olduğumuz (ama onlara benzemeden, kendi değerlerimizi koruyarak) Ortadoğu yaşam şeklinin ana dayanağı olan duygusallık batağını eklersek, ülkemizde akıl kullanımının önündeki engellerden birisini daha kabul etmiş olur ve bu sayede de çözüme bir adım daha yaklaşmış oluruz.

Yeri gelmişken, yazılarımda sıklıkla kullandığım Ortadoğulu olma tabirini biraz daha açmak istiyorum, yanlış anlaşılmalara sebep olmamak için, bunu yaparken de, akıl kullanımı ve duygusallığı birbirleriyle karşılaştırmak istiyorum. Bu noktada, eleştiriyi kabullenebilme yeterliliğine sahip olabilmenin olmazsa olmazının Ortadoğu’nun bu duygusallık bataklığından kurtulmak olduğunun bilincinde olduğumu da söylemek isterim. Eleştirmek hatta karşıdakini yerden yere vururcasına eleştirmek, karşıdakinin gururunu, kişiliğini düşünmeden vurdukça vurmak ama kendimiz eleştirildiğimizde ise duygusal bir tepkinin batağında hemen ‘mazlum’u oynamak, bizim dokumuza işlemiş olan Ortadoğulu olma hastalığının sonucudur. Osmanlı’nın bu coğrafyaya en acı hediyesidir aslında Ortadoğulu değerlere sahip olmak. Hilafet ile beraber bu süreç daha da hızlanmış, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu coğrafyada yaşayan ve de kendisini Türk Milliyetçisi olarak siyaset yapan, Türklerin temsilcisi olarak gören insanların ‘ya Allah bismillah, allahuekber’ sloganlarıyla da farkında dahi olmadan destek verdikleri bir süreçtir. Bu süreç, bu coğrafyanın insanlarını dine daha da bağlamış ve bunun sonucu olarak da kendilerini İslamiyetin sahipleri olarak gören Arapların kültürünün toplumun tüm damarlarına işlemesine yol açmıştır. Kısaca, bu Ortadoğululuk kavramını açıkladıktan sonra düşüncelerime devam etmek istiyorum.

Söylemiştim eleştiriyoruz fırsatını bulduğumuzda, en acımasız şekliyle, en sert ve de en alçakça şekliyle; bunu yaparken de, hep bir şeylere dayıyoruz sırtımızı. Bu dayandıklarımız kah güçlü patronumuz, kah sırtı sağlam büyüğümüz, kah unvanımız, kah makamımız, kah paramız ve de kah en acımasızı, en alçakçası olan dini kullanmak oluyor. Ama bu eleştirileri yaparken, bir türlü sahip olduklarımıza ya da insani değerlerimize başvurmayı, sahip olduklarımıza bakarak ve insan kalarak yapmayı beceremiyoruz, Ortadoğululaşma isteğimizin bize yaptığı baskından dolayı. Ancak eleştirildiğimizde de ki bu durum da o güne kadar yaptıklarımızın kendimize bir şekilde dönüşü olarak karşımıza çıkıyor, duygusallık denizinde boğulmayı göze alarak, ağlamaklı bir hal alarak, sırtımızı dayadığımız kah güçlü patronumuzu, kah sırtı sağlam büyüğümüzü, kah unvanımızı, kah makamımızı, kah paramızı, ve de kah en acımasızı ve alçakçası olan dini kullanmak yani kısaca bizi yapay olarak bir yapan değerlerimizi ön plana çıkararak, eleştirilere karşı koymaya çalışıyoruz. Böylesi bir ortamda da, akıl kullanılmayacağı için de yaşanılan sorunlara akılcı çözümler bulup toplumu daha iyi yaşanabilir koşullara ulaştırmak yerine, daha da bir birini yer, daha da bir birbirinden uzaklaştırır bir hale sokuyoruz. Batılılar gibi insanca yaşanır ortama sahip olmak istemek, ya da Sovyet Ruslar gibi Sosyalist bir sisteme sahip olmak istemek ya da Batılıların sahip oldukları dinsel özgürlüklerin aynısına sahip olmak istemek de yetmiyor tek başına, Ortadoğulu duygusallığından kurtulup, aklı kendimize referans olarak alamadıktan sonra. Bu arada, çok değer verdiğim ve bu ülke ve ülke insanı için sahip olduğu mangal gibi yüreğiyle hep her şeyin en iyisini istediğinden kuşku dahi duymadığım bir ağabeyimle bir gün aramda geçen bir diyalogdan bahsetmek istiyorum, bu konuyla ilgili olarak. Türkiye’nin Japonya ve Güney Kore’nin ortaklaşa düzenledikleri Dünya Şampiyonasında üçüncü olmasından sonra yaşanan sevinç gösterileri ve doruğa çıkan ülke sevgisi gösterilerinden sonra, bana ‘anlamıyorum bu kadar abartmak neden, bu futbol insanları bölüyor, milliyetçiliği körüklüyor. Hem ben sınırın bu tarafında değil de Suriye tarafında doğmuş olsaydım ne fark edecekti’ demişti. Aslında karşı çıktığı küreselleşmecilerin de ekmeğine yağ sürerek, onlara dolaylı da olsa destek olduğunun farkında olmadan. Kontrolsüz küreselleşmenin, aydınlanmamış, eğitimi yeterli düzeyde tüm topluma yayamamış ülkelerin sonu olacağını dahi aklına getirmeden. Ben de kendisine ‘eğer sınırın öte tarafında doğsaydın, bugünkünden çok daha kötü şartlara sahip olurdun’ dedim, biz Türklerin en büyük şanssızlığının, Avrupa’da tüm Hıristiyan aleminin yaşadığı aydınlanmayı, ne yazık ki tek başımıza, kendimize kardeş olarak gördüğümüz nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin yaşamadığının bilincinde olarak.

Batılılar birbirlerini eleştirirler hem de en acımasız şekliyle, ama karşılığında da eleştiriyi de göze alırlar. Bu arada akıllar çalışır, güçlü olan kazanır ama duygusallık asla söz konusu olmaz. Doğru neyse, akıl o anda neyi uygun görüyorsa o çıkar kutudan.

Güçlü patronumuz, sırtı sağlam büyüğümüz, unvanımız, makamımız, paramız ve de en acımasızı, en alçakçası olan dini kullanmaksızın, sahip olduğumuz değerlerimize ve de aklımıza güvenerek yaptığımız eleştirilere, yine bu türden sığınaklara sığınmadan, akıl süzgecinden geçirerek vereceğimiz yanıtlarla dolu yarınların, bu ülkeye katacağı güzelliklerin bilincinde olarak, o günlere ulaşmak için var olan gücümüz ve aklımızla çalışmak umuduyla. Bizler bu yolu tercih edip, bu yoldan gitmeliyiz ki nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan diğer ülkeler için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, en iyi örnek olarak kalalım ve de onlar için yukarılarda bir çekim alanı olmaya devam edelim. Yani, batının bizleri onlar gibi görmelerini engellemeye çalışırken, onlara da ‘düzelin siz de kardeşim, sizler yüzünden bizler de sorun yaşıyoruz’ demeyi ihmal etmeden.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..