Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '08

 
Kategori
Psikoloji
 

İnsan olmak yeniden

İnsan olmak yeniden
 

Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” isimli kitabı yeni çıkmasına rağmen tüm dünyada yankı uyandırdı. Pek çok yerde konuşulan kitap, yazarın “kibar ve acımasız” eleştirileriyle dünya düzenindeki Tanrı inancını ve bundan faydalanan kar odaklarını yerden yere vuruyor.

“Gen Bencildir” kitabıyla da insanların kafasındaki dünyanın dengelerini yerinden oynatmayı başarmış olan yazar “Gen Bencildir” in hala en çok satılan kitabı olduğunu söylüyor. Kitabın ünü arttıkça okuyanlar ve etkilenenlerin sayısı da artıyor.

“Gen Bencildir” kitabının eleştirilerinin bir kısmından çok rahatsız Dawkins. Çünkü “Gen Bencildir”i okuyan birçok kişi psikolojik sorunlar geçirmeye ve hatta depresyona girmeye başladı. Bunlardan iki tanesine de bizzat tanık olmuş Dawkins. Bunu şaşırtıcı bulduğunu söyleyen yazar “Ben bu kitapta sadece doğa yasalarının temellerini açıklamaya çalıştım, kimseye karşı sosyal ortamda yanlış yapın veya bencil olun diye bir telkinim olmadı” diyor. Hatta bir ara kitabın adını, "Gen Bencildir: İnsanlar neden iyidir?" diye değiştirmeyi bile düşünmüş.

Bu tür kitapların depresyonla beraber karakterde yozlaşma diyebileceğimiz yan etkilerine ben de rastladım çevremde. Hayatın anlamsızlığına dem vuran insanlar, düşünmeden veya umursamadan kararlar veriyorlar ve sebep olarak da ilkel içgüdülerini gösteriyorlar. Aslında bu yozlaşma sadece bu kitabı okuyanlarda değil, bilimle ve psikolojiyle iç içe olup insan davranışlarını inceleyen kişilerde de görülüyor zaman zaman. Modern bilimin var olduğunu ispatladığı ilkel davranış eğilimleri (kızgınlık, sevinç, cinsel istek) konuyu yeterince bilmeyen veya yeterince özümseyememiş kişilerin davranışlarında yozlaşma, depresyon ve asosyalleşme gibi yan etkiler ortaya çıkarıyor.

Bu tür kitapları herhalde “dikkat psikolojik sorunlara yol açabilir” diye bir ambalajla satmakta fayda var. Ama bundan daha önemlisi belki de insan olmanın bencillik veya hayvani güdülerden ibaret olmadığını, sosyalleşme ve akıl yürütme olgusunun insanın en büyük ve en değerli evrimleşmiş özelliklerinden biri olduğunu dikkate almak gerekiyor.

Bilimin her gün ortaya çıkardığı davranışlarımızın temelleri nelerdir?

Zaaflarımızı bilmek karakterimizi yozlaştırmak için geçerli bir sebep mi?

Ve en önemlisi davranışlarımızın temelindeki sebebin ne olduğu, mutlu olmak ve insani davranışlar sergilemek için bir engel mi?

Devam eden satırlarda bu sorulara cevaplar bulmaya çalışacağım…

Freud 100 yıldan dana önce insanın iki temel içgüdüsü olduğundan bahsetmişti. Cinsel güdü ve önemli olma güdüsü.

İnsan güdülerden oluşan bir makine değil ancak güdülerimizin de yaşamımızda önemli bir yeri var. Dolayısıyla bu ilkel davranışlarımızın sebeplerini, insan beyninin evrimini ve diğer canlılardan bizleri ayıran özelliklerin biyolojik temelini anlamadan insan olmanın farkını kavrayamayız.

Canlılar evrimleşirken organları ve beyinleri de buna bağlı olarak evrimleşmiştir. Ancak bu evrimleşme sürecinde organların gelişmesi çıkarıp yerine yenisinin takılması şeklinde olmaz, eski organlar kalır üzerine yeni bölümler eklenir veya organlar başka şekle dönüşür.

Benzer süreç beynin gelişiminde de yaşanmıştır. İlk ilkel hayvan beyni 1 milyar yıl önce ortaya çıkmıştı ve o zamanlar görevi belli başlı önemli metabolizma görevlerini sürdürmekti. Günümüzde de beyin sapı olarak da nitelendirdiğimiz bu kısım değişmeden kalmıştır ve kan dolaşımı, ısı düzenlemeleri, solunum gibi temel canlılık faaliyetlerini yönetmektedir.

Bunun üzerine canlıların evrimleşme seviyesi türlere bağlı olarak arttıkça canlıların beyninde de yeni özellikler ortaya çıkmıştır. Ancak ortaya çıkan tüm yeni özellikler bu beyin sapına dokunmadan, onun işlevlerine müdahale etmeden, ilave ek bölümlerin gelişiyle sağlanmıştır. Canlıların karmaşıklık seviyesi arttıkça beyinde ilave edilen bölüm sayısı da artmaktadır. Örnek vermek gerekirse köpekbalığı ve tavşan beyninde beyin sapına ilaveler yapılmış ve beyin büyümüştür. Ancak maymunların beyni bu iki hayvana göre çok daha büyüktür çünkü maymunların hareket ve yaşam karmaşaları köpekbalığı ve tavşana göre çok daha fazladır. Benzer şekilde insanoğlu da bu açıdan en karmaşık yaşam tarzına ve dolayısıyla da en karmaşık beyne sahiptir. Ancak bu fazlalık beynin ilk ortaya çıkmış beyin sapında değil (beyin sapı diğer hayvanlarla aynı) ilave bölümlerin gelişiyle sağlamıştır. Bu ilave bölümler ilkel beyin sapına göre o kadar fazladır ki; ilkel beyin ilavelerin yanında küçük bir kablo kanalı büyüklüğünde kalmaktadır.

İşte birazdan değineceğim insanı insan yapan bu özelliklerimiz, beynimizin ilave edilmiş özellikleriyle sağlanmaktadır. Ama önce ilkel beyin özelliklerimizinden biraz daha bahsedelim.

Milyonlarca yıldır türün biriktire geldiği bilgi birikiminin bir kısmı kalıtım yoluyla aktarılmaktadır. Örneğin bebekler doğdukları andan itibaren güzel ve çirkin yüzleri ayırt edebilmektedirler. Geometrik şekiller ve üç boyutlu haritalama yeteneğimiz doğduğumuz anda mevcuttur. İşte bu atalardan miras bırakılan faydalı bilgiler gibi aynı zamanda birtakım davranış şablonları da programlanmış olarak doğumla birlikte hazır gelir. İşte bu şablonlara içgüdü denir ve beynin ilkel tarafında yer alır. Ruhsal durumlar olarak sevinç, korku, endişe, keder, açlık susuzluk ve hatta sümüksü bir maddeden tiksinmek bile içgüdüsel davranışlara örnektir. Bu ve benzeri özelliklerimiz ilk atalarımızdan miras kalan bu beyin bölümü tarafından kontrol edilmektedir.

Örnek olarak beslenmeyi ele alalım. Ev hayvanlarının acıktıkları zamanki davranışlarını düşünelim. Acıktıkları ve yemek verileceğini anladıkları zaman sahiplerinin üzerine koşarlar, atlarlar hatta ellerinden kendileri için hazırlanmış yemekleri almaya çalışırlar. İşte ilkel beynin çalışma biçimi burada yatar. Acıktın yemeğe saldır! O an, hayvan için daha önemli bir şey yoktur. Başka bir şey düşünmeden odaklanmış bir şekilde yemeğini yer.

Oysa biz insanlar acıktığımızda ve yemek vakti geldiğinde yemeği pişirir, sofrayı kurar ailenin tüm üyelerini bekler ve belli bir adaba göre yemeğimizi yeriz. Yemekten sonra da sofrayı toplar, bulaşıkları yıkar ve bir sonraki öğünü temiz bir ortamda yemek üzere sofradan kalkarız. İnsan olarak çok acıktığımızda içimizden bir ses yemeğe bazen saldırmamızı söyler gibi gelir. İşte o ses beynimizin ilkel tarafından gelir ancak gene de yemeğe saldırmayız çünkü doğru olanı yapmamızı söyleyen beynimizin insani donanımları baskın gelir.

Bu donanımlardan en önemlisi ise ön frontal lob dediğimiz beyin sapının üzerinde ortaya çıkmış olan bölgede yer alır. Bu bölge tam anlamıyla insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerimizi barındırır. Geleceği planlama, öğrenmiş olduğumuz sosyal kurallara göre davranma ve sonuçta kendi yaşamını sürdürmeye yarayacak kararlar alıp uygulama yetileri bu bölgede gerçekleşir.

Yani bir taraftan ilkel beynimiz içgüdülerimiz yoluyla uygulamamızı istediği gelişigüzel talepleri iletirken, ön frontal lob bu talepleri planlı, sosyal ve duygusal davranışlar haline dönüştürür. Ve bu şekilde insanlık dediğimiz olgu başlar. Hayvani içgüdülerimize ket vuran ön frontal lob, uzun vadeli çıkarlarımıza yönelik olarak sosyalleşme, yardımlaşma, paylaşma, dürüstlük gibi uzun vadeli davranışları destekler. Amacı sadece beslenmek ve üremek olan hayvani duygularımız ise yerini paylaşma, acıma, yardımlaşma, ahlak gibi uzun vadeli davranışlara bırakır.

İnsanı, genlerini çoğaltmak için bir makine gibi gören mekanik görüşün eksikliği işte bu tür teknik detayları dikkate almamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü temeldeki itici sebepleri ne olursa olsun insan, sosyal yaşamak için tasarımlanmış bir biyolojik yapıya sahiptir. Zaten Dawkins’in genlerin bencilliğiyle ilgili olarak söylemeye çalıştığı şey de canlıların temelindeki olgudur.

Dawkins’in teorisini insanın sosyal yaşamına uygulamak izafiyet teorisini şehir trafiğinde uygulamaya benzer; sonuçları komik ve dramatiktir. Ne yazık ki konuyu tam olarak irdelememiş kişilerin bölük pörçük öğrendikleri bilgi parçacıkları da trafik kazalarına yol açmakta, hem kendileri hem de çevrelerindeki insanlara zarar vermektedir.

Genlerin temel amacı ne olursa olsun mutluluğu ancak biyolojik yapımıza uygun yaşayarak bulabiliriz. Bunu da sadece ilkel beynimizin emrettiği ye, uyu ve seviş komutlarıyla sağlayamayız. Çünkü bu temel güdülerin tatmini anlıktır ve an bitince yerini panik halinde yeni tatminler aramaya yöneltir. Burada bu tatminlerden de uzak kalmamız gerektiğinden bahsetmiyorum, gerçek mutluluk için mutlaka temek güdülerimizin tatmini de gerekir. Ancak sadece bu güdülere odaklanmak, hazımsızlığı ve yozlaşmayı beraberinde getirir. Tatmin olan ilkel beynimiz, tatminsiz kalan beynimizin insani taraflarıyla bir çatışma haline girer. Bir süre sonra doyumsuzluk, hiçbirşeyden zevk almama ve bencilce yapılan davranışlar, ruhun ve bireyin sosyal çöküşünü tamamlar. Ruhumuz için gerekli gıda sadece bu değildir çünkü…

Gıdamız aynı zamanda düşünmektir, hayal kurmaktır, plan yapmaktır…

Sohpettir ya da dostlarla yapılan.

Ahlaktır bizi yanlışlardan koruyan, dürüstlüktür sonuçta zarar görsek de içimizi rahatlatan.

Paylaşabilmektir sevdiklerimizle yemeğimizi veya acımadır sokaktaki kedilere.
Kahkahadır patlatılan, sevinçtir ilkokul arkadaşımızla karşılaştığımızda sokakta.
Üzülmektir istediğimiz olmadığında, gözyaşıdır sevdiğimizi kaybettiğimizde.
Sanattır duygularımızı harekete geçiren ve cesarettir geleceğimizi şekillendiren.
Pişmanlıktır yeniden aynı hatayı yapmamızı engelleyen ve özlemektir her şeye rağmen içimizde kalan…

 
Toplam blog
: 18
: 1354
Kayıt tarihi
: 17.04.08
 
 

1974 doğumluyum. Mühendislik eğitimi aldım ve özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum. İlgi..