Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '09

 
Kategori
Güncel
 

İnsandaki mutasyonun en değerli eseri; özgür zihin

İnsandaki mutasyonun en değerli eseri; özgür zihin
 

Aslında konu ile direk ilgili değil ama çok dikkatimi çeken bir çalışmaydı,


NATO Genel Sekreterliği seçimi esnasında yeniden gündeme gelen karikatür krizi üzerinden, inanca saygı ve ifade özgürlüğü çakışmasını incelerken, yeni bir gelişme konumuza paralel bir şekilde gündeme girdi.

Duman Grubu, SONY BMG etiketiyle Mart 2009’da Duman I ve Duman II adıyla iki ayrı albümü yayınladı. Yayınlandıktan bir süre sonra “Duman I” isimli albümün 9. Parçası olan “Rezil”, şarkı sözleri nedeni ile dikkat çekmeye başladı ve bugünlerde giderek artan bir tepki ile karşı karşıya.

Tepkiye neden olan ise Grubun‘ Rezil’ isimli şarkısının sözlerinde, Kur’an-ı Kerim’in surelerinden ‘İhlas Suresi’nin bir ayetinde “Lem yelid ve lem yuled’ olarak bilinen kısmına benzer şekilde ‘Lem yelid ve löp yutar’ ifadelerinin geçmesi.Sözlerin geçtiği kısım tam olarak şöyle; “Ortada bir dergâh var/Devrilir başın yanar/Arkasında tezgâhlar/Lem yelid ve löp yutar...”

Bir muhafazakâr açısından bakacak olursak, İslam peygamberinin karikatürünü çizmek ile, Kuran’daki bir surenin sözleriyle oynamak aynı seviyede iki hakaret gibi algılanabilir. Bu nedenle önümüzdeki günlerde bu grubun ve şarkısının ciddi bir gündem maddesi olmasını bekleyebiliriz.

Ama bu yazıda işimiz, a) gelişmelere bir muhafazakâr bakış açısı ile bakmak değil, b) tek tek olaylardan önce genel bir ilkeler belirleyebilmek. Nerede? İnanca saygı ile ifade özgürlüğü kavramları arasında. Çünkü bu iki kavram yaşamın birçok noktasında çakışıyor.

Muhafazakâr bakış açısına göre, kendi inancına yönelik olsun olmasın, gerek bir önceki yazıda gerekse bu yazının girişinde örneklerini verdiğimiz inanç imgelerinin kullanıldığı eserler ifade özgürlüğü kapsamına girmez. Milyarlarca insanın inandığı ve değer verdiği kavramlarla bu şekilde oynamak hoş karşılanmaz. Bu bakış açısının, insanların hareket açısını daralttığına şüphe yok. Ama diğer yanıyla, insanlara daha güvenli ve istikrarlı bir alan vaat ediyor.

Ancak bu dünyadaki herşeyin geldiği gibi gitmesini istemeyen insanlar da var. Bu tip insanlar büyük ihtimalle insanoğlundaki evrim sürecinde oluşan mutasyonlar (gendeki rastlantı sonucu oluşan bozulmalar:-) ) neticesinde ortaya çıkan kişiler yani özgürleşmeye çalışan bireyler. Oturmuş, yerleşmiş, genel kabulleri onaylamayan, özgürlüklere-kutsal, tabu, töre, değer vb gerekçelerle- getirilen kısıtlılıkları kabullenmeyen ve daha güvenliksiz de olsa, okyanuslara açılmaktan çekinmeyen bireyler.

…………………..

Bu arada küçük bir not ekleyerek devam etmek istiyorum. Genellikle muhafazakârlık dindarlıkla özdeşleştirilir. Oysaki bu yanlış ve yetersiz bir ifadedir. İnançlar muhafazakârlığın ciddi elementlerinden birisidir. Ama onun tek ve kaçınılmaz malzemesi de değildir. Örneğin gelenekçilik ya da törede ciddi bir muhafazakârlıktır. Bunun dışında rejim muhafazakârlığı denilen bir türde mevcuttur. Ülkemizde bunun tümünün örnekleri var ve ne yazık ki toplumun çoğunluğunu bu muhafazakâr zihniyetler oluşturuyor.

Aslında birbirleriyle alakasızmış gibi görünen bu duruşlar arasında çok temel benzerlikler var. İlk olarak tüm muhafazakâr düşünce yapıları için geçmiş bugünden iyidir. Geçmişte altın bir çağ vardır ve zaman geçtikçe toplum, birey o temiz çağın niteliklerini kaybetmektedir. Çözüm geçmişin belirli bir döneminin (örneğin yıl 571 ya da 1919) tekrarı ile mümkün olabilir. Geçmişi simgeleyen kutsallaştırılan isimler, liderler, kitaplar, ritüeller bugünün tutunulacak dallardır. Bu “değerlere” yönelik her girişim, “kutsal”a yönelik bir saldırıdır. Elbette her muhafazakâr zihniyet, kendisi için bir öncülük payesi biçer ve bir ileri geri takvimi oluşturur. Ve toplumda bu yanılsama çoğunlukla oluşur. Ama dışarıdan bakıldığında temel yapıdaki farklılık kolaylıkla görülür.
………………….

İnanca (ya da değerlere) saygı ile fikir ve ifade özgürlüğünün çatışması günümüz toplumlarında çok fazla karşılaşılan bir durum. Ve bu durumda kişilerin genellikle belirledikleri politika, üzerinde özgürlük hakkı kullanılan “değer”in kime ait olduğuna göre belirleniyor. Örneğin bir dini muhafazakârın “değer” ine yapılan bir eleştiri, rejim muhafazakârı tarafından kabullenilirken, tam tersi yönde gelişen bir süreç benzer etki ile değerlendiriliyor. Yani özgürlük kavramının savunulması, özgürlüğe verilen değerden değil, durumun kendi açısında sağladığı avantaj açısından ele alınıyor.

Oysa ki, demokrat ve özgürlükçü bireyler açısından, kavramın savunulması, stratejik bir faydadan dolayı değil, doğrudan özgürlüğe verilen önemden kaynaklanıyor. Bu nedenle kendi aleyhlerine gözüken özgürlükleri bile içten bir duruşla kabullenebiliyorlar. Örneğin başörtüsü yasağına dair gelişmeler bunun en iyi örneğini oluşturur. Bu ülkenin demokrat ve özgürlükçü bireyleri, türbana sıcak bakan ve olumlayan insanlar olmasalar da, olayı bireyin inanç özgürlüğü açısından ele alıp yasağın kalkmasında yana tavır aldılar.

Bu noktada ayracın, inanca verilen değer değil, bireyin inanma hakkına duyulan saygı olduğunu fark etmek gerekiyor. Bir birey bir inanca, kutsala ya da değere saygı duymak zorunda değil. Ona yönelik eleştiri, tepki, fikir ve eser üretme hakkına da her zaman sahip olmalıdır. Ama beraberinde o inanca sahip bireyin inancını ifade etme, sergileme ve uygulama hakkına saygı duymalıdır. Yani işin öznesi inanç değil insandır.

Bu noktada, kutsala, değere kısacası inancın tüm öğelerine dokunmak, kendi algısını ortaya koymak isteyen özgürlükçü bireyler için haktan öte bir görev gibidir. Ancak işin bu kısmında elbette özgürlüğün sınırı olup olmadığı meselesi ve beraberinde toplumsal sorumluluk kavramları giriyor. Burada özgürlüğünü kullanan bireyin, bu özgürlüğü ne ölçüde sorumlu kullandığı meselesi tartışılabilir. Ya da her özgürlük kullanımının doğruya tekabül edip etmediği de apayrı bir sorundur. Ancak sorumsuz davranışlar ya da özgürlükleri hata yapmak için kullanmak toplumsal süreçler içinde karşılığını bulur. Ama bu hatalar temel ilkeyi ortadan kaldırmaz. Bu paragrafı daha geniş bir şekilde ve muhafazakarlığın modern toplumlarda taşıyabileceği olumlu işlevleri bir başka yazıda ele almak gerekiyor.

Ama bu yazının bence temel sorusu şu; karikatür krizinde meseleye, özgürlükçü – muhafazakâr bakış açısı denkleminden değil de, emperyalist ve ikiyüzlü batı ile saf, mağdur ve mazlum doğu açısından bakıp, batıyı yargıladıktan ve karikatürleri çizenleri ve onları savunanları suçladıktan sonra, bu ülke içinde bir müzik grubunun şarkısı ve ona duyulan tepki karşısında, nasıl özgürlükçü ve demokrat bir duruş sergilenecek işte ben bunu merak ediyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..