Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '10

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İnsani kriz ve etik zeka (MQ)

İnsani kriz ve etik zeka (MQ)
 

Psikoloji ve özellikle davranış bilimlerinin penceresinden günümüz insanına baktığımızda görüyoruz ki bireyi kuşatan eşya ve varlık gibi işi, konumu, eğitim alanı ve düzeyi ne olursa olsun insanlar da yoğun bir dönüşüm içinde. Teknoloji, ulaşım, iletişim ve günlük hayata dair konforun artışına inat, sosyal değerler, kültürel kimlikler, insani etkileşim ve iletişimler azalıyor, daralıyor ve yapaylaşıyor. Daha da önemlisi insani değerler yıpranıyor, aşınıyor.

Görünürde ekonomik kriz dünyayı sarsıyor olsa da özde insani kriz var. Bugün yeryüzünde bulunan 6.5 milyar nüfusun bir milyarı açlıkla boğuşurken dünyayı kim bilir kaç kez yok edecek silahlanmaya dev bütçeler ayrılıyor. Bebek yaştaki çocuklara yönelik şiddet ve dile getirmekten bile irkildiğimiz cinsel istismar çığ gibi artıyor. Çalışmadan, üretmeden, hak etmeden kazanmak bir maharet gibi alkışlanabiliyor. Anne-babalar, her yaştaki çocuklarını sokakların acımasızlığına terk edebiliyor. Çocuklar ve gençler, şiddetin doruklarında en yakınlarını kanlar içinde bırakabiliyor. İnsanların yaşama ve kendilerini özgürce ifade hakları kısıtlanabiliyor. İnandıkları gibi yaşamaları kısacası insan olmaları hor ve fazla görülebiliyor. Toplumlar, ehil olmayan, koyu taraf liderler ve kişiler ya da çıkar grupları tarafından yönlendirilebiliyor. Sözü edilen bütün bu insani erimeyi çeşitli gerekçelelere dayandırmak mümkün. Ancak günümüzde birçok ülkede birbirinden bağımsız olarak yapılan araştırmaların ortak bulgusu, insani erimenin başlıca nedeni olarak ahlakı işaret ediyor. Böylece modern zamanın bilim adamları, pek alışık olmadıkları ahlakı ve ahlak odaklı etik zekayı (MQ-Morality Quotient) inceliyorlar. İnsanların birbirinden farkları ve bu kişisel farkların en yoğun olduğu zihinsel yetenekleri belirlemek ve ölçmek insanlık tarihi kadar eskidir. Antik Yunan filozofları, rasyonel bir bakışla insanı insan yapan temel değer olarak aklın öncülüğüne işaret etmişlerdir. Zamanla insanın ve insanlığın hayatını aydınlatan kutsal kitaplar, aklın yanında ahlakı ve özellikle insan onuru ve insani değerleri vazgeçilmez biçimde öne çıkarmıştır. Nihayet modern psikoloji biliminin gelişmesinden sonra zihinsel yeteneklerin ölçülmesi söz konusu olmuş ve bireylerin soyut zeka düzeylerini (IQ-Intelligence Quotient) belirleyen testler kullanılmaya başlanmıştır. Ancak tek başına gelişmiş alt yeteneklerin ve soyut zihinsel kapasitenin, insanın mutlu ve başarılı bir hayat sürmesinde yeterli olmadığı anlaşılmış ve böylece duygusal zeka keşfedilmiştir.

Soyut zeka; bireyin kavramlar, şekiller, rakamlar, kelimeler dünyasındaki anlamların ve etkileşimlerin hızla kavranmasını sağlar
. Duygusal zeka (EQ-Emotional Quotient) ise kişinin diğer insanlar ve çevre ile kurduğu ilişki, iletişim ve etkileşimindeki başarı ve verimliliğini etkileyen temel zihinsel yatkınlığa işaret eder. Ne var ki birbirini tamamlıyor gibi görünen bu iki zihinsel kapasitenin günümüz insanının yaşadığı insani erime ile başa çıkmada yetersiz kaldığı anlaşılmıştır. Yaşanan hızlı dönüşümüm yol açtığı insani kriz ve yabancılaşmanın odağında ahlakın yer alması, üçüncü bir zihinsel kapasite olarak etik değerlerin öne çıkmasını sağlamıştır. Öyle ki insanın yaratılışından bu yana bilinen, gerek bütün dini inançlarda gerekse evrensel insani değerler arasında baş sırayı alan ahlakın, birey ve toplum üzerindeki çimento görevi azaldıkça temel bir zihinsel kapasite olarak bu potansiyelin geliştirilmesi önemli bir inceleme konusu olmuştur. Bir anlamda modernitenin yol açtığı ahlaki erime ile başa çıkmak, etik zekanın bireysel bir zihinsel kapasite ve yatkınlık olarak ele alınmasına, aranan bir değer olarak öne çıkmasına yol açmıştır.

Etik zeka; bireylerin ahlak kökenli davranışlarının potansiyelini ve performansını belirleyen zihinsel kapasite olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla günümüz insanının mantık kökenli soyut ve kavramsal zihinsel kapasitesi, ilişki ve etkileşim kökenli duygusal kapasitesi kadar bunları tamamlayan ve hatta yönlerini belirleyen ahlak kökenli etik zeka da tartışılmaya, bireylerde ve toplumda aranan yegane bir potansiyele dönüşmeye başlamıştır. ABD’nin stratejik düşünce kuruluşlarının öncülerinden olan ve 4 yılda bir yayınladığı raporda dünyanın geleceğini tahmin etmeye çalışan NIC (National Inteligence Council)’ın, 2008’de yayınladığı “Global Eğilimler 2025: Dönüşen Bir Dünya” (Global Trends 2025: A Transformed World) raporu, bu dönüşümün ayak seslerinin giderek daha fazla hissedileceğini, gerek insan gerekse insanlığın daha fazla etkileneceğini haber veriyor. Kaynağını ahlaktan, gönülden, insani değerlerden alan etik zekanın yeterince gelişmemesi, giderek daralması sonucudur ki günümüz insanı benlik mücadelesinde yenik düşmektedir. Nitekim etik zekanın en önemli göstergesi, bireyin hayatını kendisine değil başkalarına adamasıdır. Yani ki başkalarının beklenti ve ihtiyaçlarını kendisininkinden daha yukarıda algılaması, hissetmesi ve buna uygun davranmasıdır. Günümüz insanının giderek şahlanan bedensel ihtiyaçları kadar zihinsel ve daha da önemlisi duygusal ve etik kökenli bireysel ihtiyaçlarını da gidermesi gerekliliğin de ötesinde zorunlu olmaya başlamıştır. Bunun içindir ki soyut ve duygusal zekadan etik zekaya doğru dönüşüm giderek hızlanıyor. Böylece kişi, düşünce dünyasını yapay görüntülerle değil, gerçeklik aleminin insani erdemleri, insani değerleri ve idealleriyle doldurabilir. İnsanlara faydaya yönelen bir kişi, aile, kurum ve toplumun benliğe, ayrımcılığa, öfkeye, çatışmaya zamanı yoktur. İçgüdüsel hazların çekim alanından kurtulmak, ahlak kökenli zihinsel potansiyele daha fazla sarılmak ve geliştirmekle mümkündür.

Ancak bu şekilde azların bereketi, çokların yokluğuna, sadeliğin enginliği ve zenginliği, renkliliğin yapaylığına tercih edilebilir
. Ancak bu şekilde bireysel mantığın koyu kavramsallığı, duyguların gem vurulmaz hazları, ahlak potansiyeli ile insani davranışa, erdeme dönüşebilir. Dönüşür de akıl, duygu ve gönül bileşke kuvveti bireyi; para, siyaset, makam, statü gibi geçici hazların ötesine, yüksek ve nadide bir ruh haline ve daha fazla insan olmaya götürebilir. Böylece insanın, unutulmaya yüz tutmuş olan ruh tarafı, yeniden biyolojik ve psikolojik varlığını tamamlamaya, bütünlemeye, eksik olmaktan kurtarmaya başlayacaktır. Dolayısıyla günümüz insanının ve insanlığın yaşadığı insani krizin aşılmasında işi, konumu, görevi ne olursa olsun her bireyin, benlik tutulmasından kurtulup, sıfır noktasında ve hiçliğin bolluğunda mekan tutmasının önemli bir yeri olacaktır. Yoğun insani erimenin ülkemiz insanı bakımından ulaştığı boyut başlı başına bir yazı konusunu oluşturur. Ancak şu kadarını söyleyelim ki bugün makro ekonomik verilerdeki gelişmelere inat dünyada yaşanan insani erimeden toplum olarak ziyadesiyle etkilendiğimiz bir gerçektir. Kişi, aile ve toplumun genetiğinde yer alan kendini koruma içgüdüsü, dönüşüm kasırgalarına yenik düşebiliyor çoğu zaman. Dönüşümün bize getirmesi gereken ve esasen kişi ve toplumsal kültür olarak yabancısı olmadığımız daha fazla demokrasi, bireysel özgürlük ve hoşgörü yerine, maddi hazların doruklarındaki yabancılaşma, aile kurumunun zayıflaması, ötekileşme ile karşı karşıya gelebiliyoruz. Oysa ki genç cumhuriyetimizin fazileti ile demokrasiyi daha fazla içselleştirmemiz, toplum olarak varlığımızı, birliğimizi ve bütünlüğümüzü en öncelikli ve vazgeçilmez hedef olarak korumamız gerekir. Yerel değerlerimizi koruyarak hızla dönüşen dünyada hak ettiğimiz küresel liderler arasındaki yerimizi almamız, toplum olarak geleceğimizi öngörmemiz ve şimdiden yönetmemiz önemlidir. Bunların sağlanmasında kişi, kurum ve toplum olarak günü kurtaran değil; uzun vadeli eğilimleri, stratejileri, olası senaryoları şimdiden çalışmamız, bütün bunlar için de bireyler ve toplum olarak etik zekamızı korumamız ve geliştirmemiz gereği unutulmamalıdır.

 
Toplam blog
: 11
: 1931
Kayıt tarihi
: 01.04.10
 
 

Dr. İlhami Fındıkçı, Erzurum’un Horasan ilçesinde doğdu (1968). Ailesi İstanbul’a yerleşti (1977). Y..