Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '09

 
Kategori
Güncel
 

İnsanın özbenliği ile kendi oluşturduğu benliği arasındaki savaşı

İnsanın özbenliği ile kendi oluşturduğu benliği arasındaki savaşı
 

İNSAN MÜHENDİSLİĞİ FAKÜLTESİ'nin Sürekli Öğrencisi Öner SAMANLI'dan hasbihal...


DIŞINDA IŞIK GÖREMEDİĞİN İNSANLARIN İÇİNDE NUR ARAMAYIN..!

İNSANLAR KENDİLERİNİ NASIL ALDATIRLAR..?

İnsanların yaşamlarını karartmaları, sıkıntılı günler ve yarınlar yaşamalarının, ve mutsuzlukların yoğunlaştığı süreçlerin ardından, onları bu fani dünyada sıkıntıya ve görünmez azaplara sürükleyen konulardan biri, kendilerini aldatmaları ve gerçek olmayan şeylere inanmalarıdır.

İnsanlar, mantık dışı, maneviyatla da alakası olmayan ve yine diğer insanların kendilerine aksettirdikleri telkinler yoluyla inanmak istedikleri bir konuda kendi istedikleri şekilde, kendilerini inandırmakta ve hatta başkalarını bile ikna edebilmektedirler.

Olayları görmek istedikleri gibi yorumlayan bu tür insanlar, kendi oluşturdukları senaryolara öylesine inanırlar ki, bu senaryoların çerçevesinden çıkan oyunları da asla oynamak istemezler.

Yüce, kitabımızdan bir uyarıcı örnek;

"Kim benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)

Kurân-ı Kerim, insanın oluşumunu, Hz. Âdem olarak gösterir. Hz. Âdem, ilk yaratılan insandır. Hz. Âdemin bedeni, topraktan oluşan bir çamurdan yaratılmıştır. (Müminun Suresi, 12) Bu hususu açıklar.

Sonra bu cesede, yüce Yaradan tarafından ruh üflenmiştir. Diğer insanların yaratılışını anlatan bir âyette ise; “sizi topraktan yaratması Onun âyetlerindendir” (Rum, 20) denilmesi gerçekten düşündürücü, düşündürücü olduğu kadar da, o ilahi gücün ölçümsüz büyüklüğünde gizlidir. Hz. Âdem'i topraktan yaratan İlâhî yaratıcı kudretin eli, diğer insanları da topraktan yetişen gıdalarla yaratmaktadır. Herşeyin aslına döndüğü deneysel fizikle somuttur. Bu nedenle de, topraktan yaratıldığımızın en kolay anlaşılan bir delili, Ölenlerin cesedi aslına rücu etmesidir, yani, toprak haline geliştir.

Allah’ı kabul etmeyen maddeci felsefe, kâinatı ezeli kabul eder. Onlara göre, madde yaratılmamıştır, ezelidir ve ebedi olacaktır. Yeryüzünde hayat tesadüfen başlamıştır. Basit canlılar, gittikçe kompleks canlılar haline gelmiş, derlerken, maymun bir evrim geçirerek kıl ve kuyruğunu kaybedip insan olmuştur.

İlmi delillerden uzak ve birtakım öngörülere dayalı böyle bir teorinin kabullenilmesi ve aklı başında insanları ikna etmesi ise ilmin ışığında, bilimin teorilerinde son derece uzak ve kabul göremezliktedir.

Ancak, çok ilginçtir ki, ülkemizde de bu teori yarım yüzyıldan fazla “bilimsel bir gerçek” şeklinde genç ve körpe beyinlere enjekte edilmektedir.

Aslının maymun olduğunu sanan pek çok kişi, zamanla maymun gibi taklitçi ve şahsiyetsiz bir kimliğe bürünmüş, yüzlerine yansıyan ışığı karanlık düşüncelerinin odalarına hapsederek, içlerinde o yüce yaradan tarafından verilmiş nuru da yok etmeyi başarabilmişlerdir.

NEDEN NURSUZLUK

Maddenin çok değerlendiği bir dünya yaşamında, insanların manevi kirlenmeleri de çok daha kolay olabilmektedir.

İnsanlar maddi çıkarlarının arenasında, aşırı derecede samimiyetsizliğe yönelmişlerdir. Bu durum da onların beyinleri ve yüreklerine maddeci bir beklenti yumağı olarak yerleşmiş, böyle maddeci beklentileri olan insanların da yüzlerinde de bir nursuzluk oluşmuştur. Oysa, tüm ölümlüler canlarının bedenlerinden gidişinde, dünyanın servetini dünyada bırakmaktadırlar.

NURSUZLUĞUN OLDUĞU HER YERDE UĞURSUZLUK VARDIR

Din ulemalarının görüşlerinde ve din kitaplarında, nursuzluğun yüze yansımasının iman edip etmemekle, dini vecibeleri yerine getirip getirmemekle ilişkisi bulunmakta olduğudur.

Burada daha tarafsız olmak gerekir.

İnsanların, Allah inancının olması ile olmaması durumu belki daha iyi bir tanımlama olacaktır.

Yüce Mevla, din ve imanın kimde ve nasıl var olduğunu bilebilecek tek varlıktır. Bunu kişilerin bilmesi oldukça zor hatta olanaksızdır. Kişilerin değerlendirmeleri ve sonuç hakkındaki kanaate varmaları bu tür nursuzlukla adlandırdıkları insanların hal ve gidişleri ile ilişkilendirilebilir.

Hazreti Ömer, şu sözüyle bu metnin tamamının özetini asırlar önce sunmaktadır. “ Bir insanın şöhretine, görünüşüne, hatta, o insanın namaz ve niyazına aldanmayınız. İnsanın aklına ve doğruluğuna bakınız.!” Hz.Ömer

Nursuzluk her insanda aynı belirtilerle ortaya çıkmaz. Kimi insanlarda anlamsız, hayatından bezmiş, boş bakışların getirdiği bir görünüm ortaya çıkar. Kimi insanlarda ise yüzde oluşan sebepsiz bir kararma dikkati çeker. Tüm bu belirtiler kişilerin içlerinde yaşadıkları karanlık ruhun birer dış yansımasıdır.

Burada dikkati çeken nokta ise, kişilerin fiziksel güzelliklerinin hiçbir şekilde bu sonucu etkileyemiyor oluşudur. Dünyanın en güzel yüzüne, en mükemmel tenine, en güzel renkli, en güzel biçimdeki gözlerine sahip bir insan dahi, samimiyetsiz bir ahlaki yaşam gösterdiği takdirde yüzüne nursuz bir ifade çökmesini engelleyemez. Ortaya çıkan manzara güzelliklerini tümüyle gölgeler niteliktedir. Çünkü nur, ancak Allah korkusu olan kullarda mevcuttur.

Allah korkusu olan kişi, dininin tüm koşullarını yerine getiremeyebilir, günah işleyebilir, ancak pişmanlık içerisindedir, af dileyendir, korkandır, sakınandır, cezalanacağını ve ödülleneceğine inanandır. Madde ve maneviyat arasındaki çıkarlarında, helal ve haram konusundaki kesin çizgiyi görebilendir.

İşte bu nedenle de, Allah korkusu olan insanlardan korkmayınız, zaten onlar size karşı işledikleri günahlardan ötürü zamanla pişman olacak ve Yüce Mevla’nın huzuruna, bu işledikleri günah ile gitmemek uğruna ya kuldan aflarını dileyecekler yada, Allah’ın kendilerine gösterdiği tövbe yollarına başvuracaklardır.

Samimi bir kalple iman eden insanlara verilen bir özellik olmasıdır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:

(İnkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)

Allah samimi ve samimiyetsiz insanların ruhlarında yaşadıklarının bedenlerine olan etkisine Kuran'da şöyle bir karşılaştırma ile dikkat çekmektedir:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. (Yunus Suresi, 26-27)

Maddeyi yoktan yaradan Yüce Allah’tır. O Yüce Allah, yarattığı maddeyi çeşitli şekillere çevirmiş, elementlerle, İlahi alfabeyi oluşturmuştur. Bütün canlı-cansız herşey bu alfabenin harfleriyle yazılmıştır. Maymunu yaratan Allah, insanı da apayrı ve bağımsız olarak yaratmıştır. Hamdi Yazır’ın da dikkat çektiği gibi, “İnsan ile maymun arasındaki hakiki fark, bir kıl ve kuyruk farkı değil; akıl ve mantık ve ahlâk farkıdır.” (Hamdi Yazır, Hak Dini Kurân Dili, 1, 379)

ERHAN SOYSAL BİR ŞİİRİNDE, DARWİNİN EVRİM TEORİSİNİ ŞÖYLE DEĞERLENDİRİR:
Maymundan gelmiş insanın soyu, / Pek sayın Bay Darwin böyle buyurmuş. / Adam haklı, kendi maymunluğunu, / Ancak bu şekilde bize duyurmuş. / Seyretmiş Sir kendini aynalarda, Berbatmış çehresi nursuz mu, nursuz. / “Gezilmez bu yüzle artık dışarda, / Öyleyse maymunum” demiş uğursuz. / Marifet değildir insan doğup da, Bir hayvan şeklinde mezara girmek. / Marifet odur ki insan olup da, İnsanca yaşayıp, insanca ölmek.

İNSANIN ÖZ BENLİĞİ İLE KENDİ OLUŞTURDUĞU BENLİĞİ ARASINDAKİ SAVAŞI

Bir insan, kendi kendine yaptığı telkin ile, arkadaşlarının kendisini yeteri kadar sevmediğini düşünebilir. Karşılaştığı tüm olayları bu doğrultuda yorumlayıp haklılığına dair pek çok delil oluşturabilir. Karşı taraf kişinin bu inancını kıracak şekilde doyurucu konuşmalar yapsa, tüm tavırlarıyla aksini ispatlasa dahi, kendini bu konunun doğruluğuna ikna eden bir kimse, bunların hiçbirine itibar etmez. Her detayı kendi inancını daha da pekiştirmek için kullanır, sürekli kendini inanmak istediği şeye inandıracak yeni deliller üretir.

Oysaki ortada böyle bir şey yoktur. Bu kimse dünyayı kendi görmek istediği gibi görür, olayları da kendi yaşamak istediği şekilde yorumlar ve bu sebeple de sürekli azap içinde yaşar.

Kendisini ve çevresindeki insanları, Allah'a karşı tümüyle dürüst ve samimi olduğuna da inandırabilir. Ancak elbette ki bu noktada insanların kendilerini ikna etmek ve vicdanlarının sesini bastırabilmek için kullandıkları, Kuran'a uygun olmayan birtakım mantıklar vardır. Bu yanlış mantıkları kendi içlerinde bir şekilde makul hale getirip, kendilerini bunların din ile çatışmadığına, Allah katında da mazeret olarak kabul görebileceğine inandırırlar. Bu da bu kimselerin samimiyetten uzaklaşmalarına neden olur.

Bilinçaltlarında gerçek yüzlerini bildikleri ve iddia ettikleri kadar güzel ahlaklı, güzel düşünceli olmadıklarını fark ettikleri için, bunun vicdani sıkıntısı ile yaşarlar. Ne var ki, bunları fark edip, davranış ve inanç bozukluklarını düzelteceklerine, kendilerini kandırma, hatalarının üzerini örtme yolunu seçerler. Bu da söz konusu insanlar üzerinde maddi ve manevi çeşitli tahribatların oluşmasına neden olur.

Allah bir ayette, "Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-artırmış ve onlar kafir kimseler olarak ölmüşlerdir." (Tevbe Suresi, 125) şeklinde buyurmuştur.

Bu, Allah'ın dilemesiyle insanlar üzerinde hem maddi hem de manevi bir kir şeklinde görülebilmektedir. Allah dilerse bu kişiler gerçekten bedensel olarak da kirli bir görünüm alabilirler.

SONUÇ OLARAK

NURSUZLUĞUN UĞURSUZLUĞA YANSIMASI

Ne Kuranla, ne İncil’le, ne de Tevrat, ne de Zebur’la ve hatta hiçbir kitapla…

Ama illaki Allah yolunda, sevgiyle, doğru Allah kulu olmakla. O zaman gerisi teferrut. Herşey Yüce Mevla’nın yarattığı, insan ile maymun arasındaki akıl farkını bilerek, aklın ve mantığın ışığında, o Yüce Mevla’ya ulaşmakta,

NE DİYOR: Ben sizlere (insanlara) vasıflarımdan vasıflar verdim…..!

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..