Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '11

 
Kategori
Felsefe
 

İnsanoğlu ve varlık muammasına blogsal cevaplar

Dünyanın güneş etrafında döndüğü için çizdiği yörüngeden dolayı mevsimlerin oluştuğunu, bu dönüşü yaparken kendi etrafında döndüğü için de gece ve gündüz olduğunu biliyoruz. Ancak dünyanın bu dönüşleri ne kadar hızla yaptığını genelde pek bilmiyoruz gibi. 

Dünya kendi etrafında saniyede 0, 5 km hızla dönüyor. 

Dünya güneşin etrafında saniyede 30 km hızla dönüyor. 

Yani aslında bir parkta bir bankta sessiz sakin ımızganırken saniyede 30 km hızla yol alıyoruz. 

Bu arada güneş de dünya gibidir. Kendi ekseni etrafında saniyede 20 km hızla dönüyor. 

Güneşin merkezde olduğu güneş sistemi, samanyolu galaksisi içinde saniyede 250 km hızla dönmektedir. 

Samanyolu galaksisi de çakılı değildir. O da pek çok galaksiden biridir ve diğer galaksilere göre hızı saniyede 300 km'dir. 

Bu hızların çok yüksek hızlar olduğunu düşünüyoruz doğallıkla. 

Aslında bu doğru değildir. 

Çünkü bunların çok yüksek hızlar olduğunu düşünürken baz aldığımız şey kendi insani varlığımızın hızıdır. Oysa evrene insanın anlama yetisinin imkanlarını redderek ama yine de onları kullanarak baktığımız zaman, bu cisimlerin hızlarını yüksek ya da düşük diye nitelememiz anlamsızdır. Neyse odur. 

Bir şeyin neliğin belirlemek için neyse odur olmasını baz almayız. Eğer öyle yapsaydık hiçbir şeyin niteliğini belirleyemezdik. 

Felsefe hep, şeylerin değişmez bir özü olduğunu, onu o şey yapan bir töz, temel olduğuna inanmış ve yüzyıllar boyunca bunu aramıştır. Oysa bu yanlıştır, çünkü her şey başka bir şeyle bağlantısında bir anlama sahiptir. Bu nedenle, bir şey, yine bu mutlaklık arayışından çıkmış olan mantığın çelişmezlik ilkesine aykırı olarak, bir şey hem a hem be olamazken, hem uzun hem kısa olabilir. Çünkü kendisinden uzun bir şeye göre, kısa, kendisinden kısa olan bir şeye göre uzundur. Yani bir şey tek başına ne uzundur ne de kısadır. Uzunluk ve kısalık başka bir şeyle bağlantıdan çıkar. Elbette uyanık filozoflar, bu tür çelişmezlik ilkesini aşan durumları, deneysel durumlara atfetmişler ve deneyselin; duyulur olanın ötesinde bir düşünülür, bilinir, sezilir alanını, mutlak bilgi alanı olarak ayırmışlardır. Ama bu pek bir işe yaramaz çünkü ister soyut ister somut her türlü varolan anlamını ve neliğini başka şeyle olan bağlantısından alır. Ve farklı şeylerle bağlantıdan farklı nelikler çıkar. Bu nedenle, hiçbir şeyi o şey yapan, onu o olmaya zorunlu kılan tek bir mutlaklık yoktur. 

Hız da öyle. Biz hız içinde olduğumuzu kendimizi baz alarak farkedemeyiz. Başka bir şeyin olması gerekir. O başka şeye göre hareket halindeliğimizi algılarız. Bir tren yolcuğunda peronda durduğumuz zaman, yanımızdaki trenin içindeki insanları seyre dalmışken trenimizin hareket ettiğini hissederiz, oysa hareket eden biz değiliz öteki trendir. Hareketin kime ait olduğunu farkedemediğimiz, yan belirtiler alamadığımız sürece, aslında kimin hareket ettiğini de asla bilemezdik. 

Biz, dünyada, bizimle aynı hızda hereket eden, bir yol olduğu için onun hareketini göremeyiz, onun hareketiyle benim hareketim eş olduğu için ikimiz birbirimize göre duruyor oluruz. Oysa evrende durmak yoktur. Hareketsizlik yoktur. 

Dünyanın döndüğünü ancak aya baktığımızda anlarız. Ay hareket etmekte diye düşünürüz. Çünkü biz sabit durumdayız diye hissederiz. Oysa o da kendine göre dönmektedir. Dünya ile ayı, ya da güneşi, yan yana duran iki tren gibi düşünebiliriz. 

Bu olgu, bize pek çok düşünme hatalarımızı da ipucu oluşturur. Bazen yargılarımızda, fikirlerimizde o kadar sabitizdir ki, kendi harekitimizi algılamayız ve karşımızdaki hareket halinde diye düşünürüz. Tıpkı, dünyadan güneşe bakarken, güneşin etrafımızda döndüğünü sanmamız gibi, oysa dönen güneş değil bizizdir. Böyle yaptığımızda, karşımızdakinin neliğini kendimize ilişkin yanlış algımıza indirgemiş oluruz. 

Burada büyüklükler küçüklükler meselesi de devreye giriyor. Biz mesela kendimizi büyük sanırız, bir karıncayı görünce, oysa, bırakın bizi, dünyamız bile evrenin büyüklükleri karşısında çok küçük kalır. Yine yukarda dediğim gibi, bir şey neyse odur, büyüklük küçüklük mutlak değil göreceli kavramlardır. 

Olaya yine insanın anlama yetisinin reddederek ama onu kullanarak baktığımız zaman, atomculuk görüşü de anlamsızlaşıyor. Çünkü ne sonsuç küçüklüğe doğru ne de sonsuz büyüklüğe doğru bir kavram oluşturmak imkansızdır. Her şey neyse odur ve sonsuzca küçüklük ve sonsuzca büyüklük vardır. 

Yani hani şu geçmişte felsefede Demokritos'un analitik atomculuğu ve kuramsal fizikte parçalanamazlık yüklenen maddenin son hali gibi şeyler anlamsızlaşıyor. Bu bakımdan CERN gibi deneylerin de, analitik olarak anlamsız olduğu ileri sürülebilir, çünkü bir yerde drulacak sonsuz küçüklük yoktur ve bir yerde bitecek sonsuz büyüklük yoktur. Çünkü aslında küçüklük ve büyüklük yoktur. Her şey neyse odur. Bu tür nitelemeler insanoğlunun reddedilmesi gereken anlama yetisinin yanlış işleyişinin sonuçlarıdır. 

Denebilir ki, iyi de insanoğlunun anlama yetisi bunca sınırsız bilgiyi üretmiş, güneş sistemini, galaksileri, lokal galaksileri keşfetmiş ve sayısallaştırmış düzenini keşfetmiş nasıl anlamsız sayılabilir? Olabilir ama bir şeyin neyse sadece o olduğu ve onun ise göreceli bağlantıları kurulmadıkça hiçbir anlamı olmayacağını da yine anlama yetisi buluyor. 

Mesele şu soruda da açıktır: Dil mi evreni kuşatacaktır, evren mi dili kuşatacaktır? 

Sanki evren dili kuşatacaktır diye cevap verecekmişim gibi gelebilir. Bu güzel bir cevap da olur. Çünkü dil evreni kuşatırsa, evreni daraltır, dilin olanaklarıyla evreni anlamaya çalışırsın ve bunu asla başaramazsın, çünkü aslında dil, evrenin kaplamı içine girer. Ama bu izah da eksiktir, çünkü aslında dil de evreni kuran bir parçadır. Dil ve evren iki ayrı şey değildir, iç içe olan ve aynı şeydir. O nedenle dili ve evreni birbirine göreceli kılmak düşünme hatasına yol açar, dil, kendi kendini nesneleştiremez. Kendi kendini nesneleştirmek, bir şey neyse odur demektir aslında. 

Atom altı dünyadaki belirlenemezlik ilkesi probleminin altında bu yatar. Atom altı dünyada ölçüm yaparken, ölçüm yapılacak şey, ölçüm yapan şeyle özdeşleşir ve bu nedenle bu ölçüm ölçümü yapılacak şeyi ölçülemez kılar. 

İşte dil ya da anlama yetisi de, aslında ölçüm yapılmak istenen, dilin ötekileştirerek nesneleştirdiği şey oduğu zaman, dil ve anlama yetisi yapamayacağı bir şeye girişmiş olur. Kendi kendini kendinden ötekileştiremez. Neyse odur. Ama kendi kendini de ölçmek tamamiyle anlamsızdır. Çünkü ölçüm başka bir şeylye bağ kurulduğunda yapılacak bir iştir. 

Bütün bu yapı içerisinde Tanrı fikri, benzetme yaparsak, yetişkinlerin çocuklar kendi aralarında oynasın bizi rahatsız etmesin diye verdikleri oyuncak gibidir. Dinler ve peygamberler de bu oyuncakla oynarken, ebe sensin yok ebe benimden daha öte bir şey değildir. 

Not: Google'dan gelip de yukardaki hızları bilgi olarak dağarcığına eklemek isteyenlere uyarı. Bu bilgileri hiçbir şekilde baz almayın ve doğru olarak kabul etmeyin. 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..