Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '11

 
Kategori
Dünya
 

Irak savaşının perde arkası

Irak savaşının perde arkası
 

Savaşın ilk gün heyacanı geçmiş, stratejiler konuşulmaya başlanmıştı. Tam o sırada 40 yaşlarında, uzun boylu, mavi gözlü, sarışın, uzun saçlı ve çok ama çok güzel bir kadın geldi üsse. Film artisti veya model sanmanız için Hiçbir engel yoktu. Bakımlı, yaşına tezat yapacak sekilde dişpdiri bir görünüşü vardı. Mini etek ve yüksek topuklar da çok yakışmıştı. Üsteki CIA ajanları bir anda ayağa kalkıp saygıyla selamladılar... Kod adı Jane olan bu ajan onların şefiydi... 

KÜBA PUROLARI DAĞITILIYOR

Jane yanımıza gelerek bizi selamladı ve aramıza oturarak hatır sormaya başladı. Genç bir tercüman olan Gökhan'ın nutku tutulmuş, gözlerini CIA ajanından alamaz olmuştu. CIA ajanı özellikle sınırın öte yakasına gidip gelenlere samimiyet gösteriyor, el üstünde tutuyordu. Çantasından çıkardığı Küba purolarından ikram ederken, “Bunlar kaçak ama en iyileri” demeyi de ihmal etmedi. Piyasada yüzlerce dolara satılan purolardı bunlar. CIA tercümanları memnun etmek için masraftan kaçınmıyordu. Sonradan öğrenecektik ki üsse geln CIA şefi özellikle bir tercümanı mutlu etmek için çok daha fazlasını da yapacaktı... 

Çaylar, kahveler içildikten sona Jane un fabrikasından ayrılıp Mardin'e gitti... 

Askerler yavaş yavaş toplanma hazırlıklarına başlamış, bir bölümü İskenderun'a gitmişti bile. 

İşler hafiflemiş gibi görünüyordu ama, durum farklıydı... Sınırın öte yanına illegal geçişler oluyordu ara sıra. Gidenlerden bir tecüman oradaki ortamı görünce sinir krizi geçirmiş, zar zor geri getirilmişti. Çok uzakta değil hemen orada Musul ve Kerkük'de müthiş bir panik vardı. Amerikalı askerler önemli petrol yataklarının hemen yanına konuşlanmışlardı. 

Planlar değiştikten sonra Türkçe bilen tercümana pek ihtiyaç kalmamıştı. Seçilen Birkaç kişi Türkmenlerle diyalog için yeterliydik. Şimdi daha çok Kürtçe ve Arapça bilen tercüman gerekiyordu. 

Birkaç Kürt arkadaşımız görevi kabul etmiş ve soluğu Kuzey Irak'da almıştı bile. Ancak ortam gerçekten “ateş altında” idi ve iş hayati risk taşıyordu. Bu arkadaşımız ise ayda bin 500 Dolar için bu riski üstlenenlerden biriydi. Onun gibi daha bir çok tercüman bu riski almıştık... 

Cep telefonlarımız çapraz olarak dinleniyordu ve yakın aile fertleri dışında kimseyle görüşmememiz “tavsiye” ediliyordu. Sınırın öte yanına gidildiğini söyleyenler ise hapse atılacaklardı.

Tercümanlar da kademe kademe idi. Kimimiz daha az güvenilir olarak nitelendirilen 1. derecede, kimimiz ise en çok 3. derecedeydi. En güvenilir kademe olan 4. derece tercümanlar sadece Amerikan vatandaşı olanlardan seçilmişti elbette ve bizim aramızda da bunlardan biri vardı, Mefkure hanım... Amerikan ordusunun kadrolu elemanıydı ve bizlerle iyi ilişkiler kurup onlara hakkımızda rapor veriyordu. Zaten oğlu da Amerikan ordusunun askerlerinden biriydi... 

AMERİKAN UÇAĞINDAN “DOST” BOMBA

Bir gün eşim aradı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve paraya ne kadar ihtiyacımız olursa olsun bu işi yapmamamı istediğni söylüyor, eve dönmem için ısrar ediyordu... 

Televizyonda BBC World kanalını izlerken BBC Dünya Haberleri Editörü John Simpson'un kulağına isbet eden şarapnel parçasını ve yerde saçılı insan vücudu parçalarını görmüştü. Simpson olayı şu sözlerle anlatıyordu; 

“Bu cehennemden bir sahne. Etrafımdaki bütün araçlar yanıyor, bütün vücutlar yanıyor. Cesetler her yere yayılmış, ceset parçaları her yerde. Bu çok kötü. Amerikalılar kendilerine gol attılar...” 

Bir amerikan uçağı kendi askerlerini ve yandaşlarını bombalamıştı. Bir Kürt tercüman arkadaşımız da ölenler arasındaydı ve bunun adı, friendly fire yani “dost ateşi”ydi...(*)

Onu yatıştırıp telefonu kapadım. Çok fazla konuşacak konumda ve durumda değildim. Gözlerimden yaşlar süzülüyor ve bunu saklama gereği de duymuyordum. Savaş bir yanda “dost bombaları” diğer yanda... 

Sonradan öğrenecektik ki Amerikalıların bu dost ateşi, İngiliz askerleri dahil bir çok kişiyi vurmuş ve daha da vuracaktı. Bazı durumlarda bir özür açıklaması bile yapılmıyordu. 

Mardin'de kaldığımız zamanlarda boş vaktimiz oluyor bu arada çevreyi geziyor, kültürleri tanımaya çalışıyorduk. Arap yemekleri, mırra, kürt arkadaşların kebap pişirme yaırları ve süryaniler... Kiliseleriyle gümüş sanatlarıyla süryaniler. 

Bu arada yıllar önce edindiğim ama şüpkeyle baktığım bir bilgiyi de onaylama fırsatı bulmuştum. Gezdiğim bir süryani kilisesinin papazına sordum, “Gerçekten Hindistan'ın güneyinde, Kerala'da ki hrıstiyanlar da süryani mi?” Aldığım cevap “evet” ti. Kerala eyaletindeki hintlilerin büyük bölümü de süryaniydi. İlk duyduğumda pek de inanmadığım bu bilgiyi doğrulamıştım... 

CIA ŞEFİ SARMAŞ DOLAŞ

Mardin'de çarşıyı, restoranları geziyor biraz da internet cafelerde vakit geçiriyorduk. Yerel halkla da dost olmaya başlamıştık. Küçük bir disco da vardı. Arkadaşların davetini kıramayıp gittik. 

Discoda hiç de yabancı olmayan simalar vardı. Tercüman arkadaşımız Gökhan ve CIA ci Jane... Sarmaş dolaş oturuyorlardı. Amerikan askerleri bu duruma şöyle bir yorum getirmişlerdi, “üstleri görse bu onun mesleğine mal olur” ancak oradaki en yüksek rütbeli de Jane di. Amerikaya döndüklerinde neler olduğunu bilemiyorum ancak Jane ve Gökhan daha sonra da Gökhan'ın odasına açık kapıyı çalmadan giren bir arkadaşımız tarafından çok çok daha samimi bir halde gözlenmişti. Bunun ardından ikisini Hiçbir arada görmedik. Aşk varmıydı? Yoksa stresli ortamın getirdiği bir yakınlaşma mı? Bilinmez. Gerçek şu ki bu olayla ilgili yorumlara çok gülmüştük. Stresimiz azaltmıştı bir nebze olsun. Aşk savaş dinlemiyordu, birkaç Amerikan askeri ve subayı da bazı sivillerle aşk yaşamıştı. 

Bu arada Irak harekatı güneye kayıyor, kuzeyde çatışmalar olsa da yoğunluk orada yaşanıyordu. Belli başlı tercümanların haricindekilere artık ihtiyaç kalmadığından çoğunun paralarını ödeyip gönderdiler. Şimdi en çok Kürtçe ve Arapça bilen tercümanlara ihtiyaç vardı. 

Kürtçe konuşan bir tercüman arkadaşımız sınırın öte yanında görev yapıyordu. Tezkere çıkmadığından bu anlık gerçişler illegal oluyordu tabii. Görevi bitip döndüğünde ajanlardan biriyle sohbet ederken Amerika'ya gitmeyi çok istediğini söylemişti bu arkadaş. İki gün sonra on yıllık vizesi ve uçak bileti hazırdı. Bu kardeşimiz ilk yasal yurtdışı seyahatini Amerika'ya yaptı. 

MÜTEAHHİT FİRMALAR BABA BUSH'UN

Amerikan ordusunun istikham işlerini yürüten sivil bir amerikan şirketiydi. Bu şirket çalışanlarının tamamını emekli ordu ve gizli servis mensupları oluşturuyordu. Bunlardan bazıları emekliliklerinden sonraTayland'a yerleşmiş eski askerlerdi. Aynı ekip Bosna'da da çalışmıştı. 

Sohbet sırasında sordum, “büyük bir şirket galiba, hep muteahhitlik işleri mi yapıyorsunuz?” emekli asker, “sadece bu gibi durumlarda çağırırlar. Her zaman iş yapmayız. Bu işlerden de iyi para kazanıyoruz, ” diye anlatmaya başladı. Şirket baba Bush'a aitti ve sadece emekli askerlerle emekli gizli servis elemanlanlarına iş veriliyordu. Anlatılanlara göre baba Bush bu tip bir çok şirkete daha sahipti... 

Diğer yandan CIA ajanları bize bu savaşın petrol yüzünden çıkmadığını telkin ediyorlardı sürekli olarak. Bana kalırsa tamamen yalan da söylemiyorlardı. Başka, bambaşka gerekçeleri de vardı... 

Yaptığım iş sırasında savaşın korkunç yüzünü çok yakından gördüm. Ancak gördüğüm, daha doğrusu anladığım daha önemli bir şey vardı. Bu tip savaşlar kamuoyuna anlatılan nedenlerden çıkmıyor, yaratılmıyor. Bu tip savaşlardan belli başlı sektörler besleniyor ve belirli sürelerde çıkarılmak zorundalar. 

Güç, kendinden daha zayıflara hükmediyor, onları kullanıyor. Gerekirse bir parmak bal çalıyor kimilerinin ağzına... İnsanı insanlığından utandıracak oyunlar dönüyor kimi zaman. Kimse de çıkıp hesap sormuyor, soramıyor... 

Yıllar sonra biri çıkıp, “kimyasal silah konusunda yalan söylemiştim” deyiveriyor. 

Büyük, çok büyük kazançların sağlanması için daha büyük kayıplar verdirmenin iğrenç zenaati bu. Başka da bir şey değil. 

 
Toplam blog
: 61
: 585
Kayıt tarihi
: 09.10.09
 
 

Haziran'mış, yıl 1963 Bursa'da doğmuşum. İlk ve orta öğrenimimi Bursa'da tamamlayıp, İngiliz Filo..