Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

Irkçılığın atası şeytandır!...

Irkçılığın atası şeytandır!...
 

“Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi.İblis: “Ben ondan üstünüm, çünkü beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.” dedi. (Sad Süresi 75-76)

“Ey insanlar, şüphesiz biz sizi, bir erkekle bir kadından yarattık.Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.Muhakkak ki, Allah indinde en üstününüz, takvada en ileri olanınızdır.”(Hucurat Suresi-13)

Her türlü soy, nesep ve kavmiyetçilik gibi cahilliye duyguları ve içgüdüleri kaldırarak yerine fazilet ve kardeşliğe dayalı ve üstünlüğün sadece Allah’a yakınlıkta arandığı bir düsturun ikamesi insani aklın başarabileceği bir şey değildir.

Bunu ancak ve ancak ilahi mesaj başarabilirdi. Nitekim, İslam’ın ırkçılık konusunda getirmiş olduğu devrim, tüm zamanların ve tüm mekanların en büyük ve en anlamlı devrimidir dersek abartmış olmayız.

Irkçılık, toplumları sınıflandırmada (bölmede) kan ve etnik kökene önem veren bir yaklaşım tarzıdır.

Evet ırkçılıkta üstünlük davası vardır. Ötekileştirme ve ayrımcılık vardır. Dahası kendinden olmayana düşmanlık vardır.

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı üzere yaratıldığı madde ile övünen, kendini üstün sayan ve karşısındakini düşman bilen iblis ilk ırkçı varlıktır.Irkçılığın atası şeytandır.

Şeytan’ın Allah’a isyan etmesinin ve Cennetten kovulmasının sebebi “Ben ateştenim, İnsan topraktan, ben ondan üstünüm onun karşısında Allah emretmiş bile olsa saygıyla eğilmem!” diyerek farklılıkta üstünlük taslamasıdır.Sırf farklı yapısından dolayı Allah’a isyan etmiştir şeytan.

Bu yüzden ırkçılık ile şeytani bakış örtüşür.Sırf ırkından, derisinin renginden dolayı kendisinden farklı olana üstünlük taslamak şeytan ile aynı bakış açısına sahip olmak ve Allah’a isyan etmektir.

Türkiye’de de, bu bakış açısı tahmin edilemeyecek kadar çok fazladır ve hatta çoğu kimse bu hastalıklarının farkında dahi değildir, kendilerini kavmini seven yani milliyetçi zannetmektedir..

Her ne kadar Türkiye’de ırk ayrımına yol açacak farklı deri rengi gibi biyolojik bir ayrışma yoksa da ırkçılığın bir başka versiyonu olan “etnik milliyetçilik” çoğumuzun kılcal damarlarına kadar işlemiştir.

Elbette milliyetçiliği anayasanın değişmez ilkesi olarak benimsemiş bir ulus devletinin herkesi kendi gibi kendinin belirlediği özellikleri ve inançları taşıyan bir ulus oluşturmak üzere kurgulanmış bir eğitim çarkından geçmiş bir nesil elbette “müspet milliyetçilik” ile “etnik (menfi) milliyetçilik” arasındaki farkı idrak edemezse, bu hastalığın pençesine farkında dahi olmadan düşecektir.

Üstelik son yıllarda yaşadığımız PKK terörü sonucunda etnik milliyetçiliğin olağanlaştığını ve yükseldiğini söylemek mümkündür.

Türkiye’yi, tüm Türkiye halkını ve kendi mensup olduğu etnik grubun gelenek, kültür, inanç değerlerini sevmek manasındaki müspet milliyetçilik anlayışı, meşru ve makul bir anlayıştır. Bunda bir sorun yok.

Ancak Nihal Atsız, Abdullah Öcalan ya da Ogün Samast’ların anladığı tarzda, Türkiye’nin tümünü değil, sadece etnik yönden kendi ırkdaşlarını olan vatandaşları seven, dahası içerde ve dışarıda fark etmez, diğerlerine de düşman olan bir milliyetçilik anlayışı “etnik milliyetçiliktir” ve ırkçılığın başka bir tezahürüdür.

İşin acı tarafı ise, sadece “içerdekilere düşmanlara” değil, dış dünyaya ve özellikle batıya, kısaca kendinden olmayan her şeye düşman olan bu ırkçıların, Batıdan ithal edilmiş yani kökü dışarıda olan bir ideolojinin üzerinde oturuyor olmalarıdır.

Çünkü etnik milliyetçilik bir başka tabirle ırkçılık modern batıda, ortaya çıkmış, buradan bizim topraklara ve de tüm İslam topraklarına yayılmıştır.Irkçılık batılı ve çağdaş bir ideolojidir yani.

Zira 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı topraklarında ne Türkçülük, ne de Kürtçülük vardı.

Necip Fazıl Kısakürek “Arabacıdan Araba, Türkçüden de Türk olmaz “ diyerek olayın trajikomik tarafını da göstermiştir bizlere.

“Göreceksiniz yüzbaşım!.. İttihatçılar, İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak bu devleti bir takım feci maceralara sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle veya İslamcılık siyasetiyle, korkarım ki hem Çarlık Rusya hem de Büyük Britanya İmparatorluğu ile aynı zamanda harbe sokacaklardır.Allah göstermesin, böyle bir hal vukuunda Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalandığına şahit olacağız, zira İngiltere’nin dahil olduğu bir harbin kaybedileceğini hiç zannetmiyorum.Çarlık Rusya ise, içi ne kadar köhne olursa olsun, mevcudiyetini muhafaza edebilecektir.Hiç olmazsa millet olarak hayatta kalabilecektir.İnşallah İttihatçılar böyle bir tecrübeye girişmek hevesinde bulunmazlar, zira bu bizim memleket için hakiki bir felaket olacaktır!..”(2. Abdülhamit)

Kimse 2.Abdülhamit’i dinlemedi… Sonucu biliyoruz, Anadolu’da küçük bir bölge hariç bütün topraklar işgal edildi ve kaybedildi.

Şimdi, Türkü, Kürdü, Çerkezi velhasıl bütün unsurları bir arada tutacak ve kurtuluş savaşını yapacak bir şey lazımdı. O şeyin ne olduğunu Sivas Kongresi’ndeki yemin metnine bakarak bulabiliriz:

“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslamiyet’e, devlete, millete manen ve madden hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah.”

Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Saltanatın kaldırılması bir sorun oluşturmadı.

30.Ocak.1923 te Yunanistan’la imzalanan mübadele anlaşması Türkiye’deki “Ortadoks”lar ile Yunanistan’da yaşayan “Müslüman”ların değişimiydi… Yani ana unsur “Müslümanlar”dı… Nitekim bu mübadele sonunda Türkiye’ye Türk olmasa bile Müslüman olan unsurlar kabul edilirken, Türk olup Müslüman olmayanlar kabul edilmedi.

Türkiye’nin kuruluş senedi Lozan anlaşmasında da “azınlık” denince din eksenli bir tanımlama getirildi ve Müslüman olmayanlar azınlık sayıldı.Öyle ki bir karaman Türkü olan ama Ortodoks olan cemaat dahi azınlık statüsünde kabul edildi.

Din eksenli tanımlamalar da o günlerde hiçbir unsur için sorun oluşturmadı.

Ancak 3 Mart 1924 yılında Hilafet kaldırılınca halkta bir huzursuzluk başladı. Siyasilerin bir çoğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda bir araya geldi ve halkın büyük desteğini almaya başladı. Ardından Şeyh Sait ayaklanması patlak verdi..

Avrupa’da ırkçılığın ayak sesleri iyice yükselmişti. Bu süreçten Türkiye’nin etkilenmemesi doğal olarak mümkün değildi.

Şey Sait isyanı sonunda Takrir-i Sükun ve Hıyanet-i Vataniye Kanunları çıkarıldı.

Kurtuluş Savaşı öncesi bütün unsurları bir arada tutan ve Lozan Anlaşması’nda eksen olarak kabul edilen din bu yasalar ile politikaya alet edildiği takdirde vatana ihanet sayıldı. Bir süre sonra onay gerektirmeyen idamlar ile hukuk devleti zedelenmeye başlamıştı.

Türkiye din ve dindarlardan temizlenirken halkı bir arada tutacak kavram 2.Abdülhamit’in uyarısına, ırkçılık cazibesine kapılan unsurların koca İmparatorluğun parçalanmasına yol açma tecrübesine, İttihatçılık yapılmayacağına dair Kurtuluş Savaşı başlangıcında Sivas’ta yapılan yemine rağmen Avrupa’daki ırkçılık rüzgarının tesiri ile Türkçülük olarak öne çıktı.

Bu Türkçülük İslam dininden tamamen arınmış ve bu nedenle Türk tarihi Osmanlı ve Selçuklu tecrübesini düşmanlaştırarak İslam öncesi döneme atıfta bulunan Türk tarihini İslam sonrasında yozlaşma-Araplaşma tarihi olarak ortaya koyan bir tarz ırkçılıktı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasa’sında “Devletin dini İslam’dır.” yazıyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi ilkeleri bu günkü gibi altı değil dokuzdu…. O gün tek parti olan CHP’nin 9 okundan birisi “Hilafeti korumak !”tı…

Anayasamızdan devletin dinin İslam olduğu 1928 yılında çıkarıldı ve laiklik kabul edildi. Ancak laiklik ilkesi “çağdaş bir siyaset ilkesi” olarak değil de yönetimdeki siyasi ideolojinin diğer ideolojileri baskı ve kontrol altına almak ve resmi ideoloji ile din arasındaki çatışmada resmi ideolojinin elini güçlendirerek yasal manevra meşruiyeti kazanmak adına araç olarak kabul edilmesi o günlerden bu günlere gelen toplumsal bir travmaya yol açtı.

Üstelik Emperyalist devletlerde ileride kendilerine rakip olabilecek bir Türkiye istemedikleri için üzerinde güneş batmayan topraklarda yaşayan Müslümanların hamisi ve lideri olma olasılığını tamamen ortadan kalkması için Hilafetin kaldırılarak Türkiye yönetiminin dinden arındırılmasını destekliyorlardı.

Türkiye’yi yönetenler öylesine dinden arınmış bir ırkçılık rüzgarına kapıldılar ki İstiklal Marşını değiştirerek Onuncu Yıl Marşı’nı İstiklal Marşı olarak kabul etmeyi tasarladılar. 1938 yılında bir nevi resmi yayın organı konumundaki Ulus Gazetesi Yeni İstiklal Marşı için yarışma düzenledi.

İstiklal Marşı ile birlikte ay-yıldızlı Türk Bayrağı da değiştirilmek istendi.Ay yıldızlı bayrağımız Osmanlı’nın da kullandığı bayraktı ve hilal ve yıldız dini anlam ve simgelerdi. Bu nedenle İslami motiflerle dolu bayrak yerine Göktürklerin bayrağına benzeyen yeşil bir kurt profilinin mavi zemine oturtulduğu bir bayrağın kabulü için çalışma başlatılmıştı.

“Saf Kan Türk” bulmak amacı ile yapılan araştırmalar mi istersiniz, Kırıkkale’de bulunan sarisin bir ailenin Atatürk’ün hazır bulunduğu bir toplantıda ayakta alkışlanarak “iste safkan Türk” diyerek tanıtılmasını mi yoksa Mimar Sinan gibi bazı Türk büyüklerinin mezarlarının açılarak kafataslarının ölçülmesi ve mezardan yapılacak Türk Antropoloji Müzesinde sergilenmek üzere alınıp sonra kaybedilmesi mi Anadolu da öğretmenlere Türk mezarlarından kafatası toplama talimatı istersiniz garip bir ırkçılık rüzgarı ülkemizi yönetenleri esareti altına alıyordu.

Bu gün yaşadığımız sorunların temelinde işte o tek parti ideolojisinin onuncu yıl marşında ilan edilen “on yılda on milyon” yeni genç yani yeni bir ulus yaratma ve bu ulusu adam etme hedefinin ağır uygulamalarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Dünya şartları o günlerde belki bunu gerektirmişti.Ama geçen yıllarda dünya şartları Türkiye’nin yapısı eğitimi seviyesi değişti. 1930 lu yılların ideolojisini, politikalarını ve uygulamalarını artık yaşatabilmek bu bakış açısıyla geleceğe yürümek mümkün değil.

Değişmek, dönüşmek tek parti ideolojisi ve uygulamalarıyla yüzleşerek geçmişte bu topraklarda yaşattığımız hoşgörü, saygı ortamını yeniden yeşertmek zorundayız.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..