Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '11

 
Kategori
Öykü
 

Issız coşku

Issız coşku
 

Güneş yeni doğmak üzereydi. Hava serindi. Serçelerin cıvıltısı her taraftan duyuluyordu. 

İki katlı evin balkon kapısı açılmıştı. Kapı bir süre öylece bekledi. Sonra odanın penceresi de açıldı. İçerideki sigara dumanı hızlı bir şekilde dışarıya çıkmaya başladı. 

Bir saattir aynı şeyi düşünüyordu. Yanına azık almasına gerek yoktu. Rastlayacağı yerde yiyecek alabilirdi. Parasını yokladı. Yeterliydi. 

Ferhat havanın temizliğini birden hissetti. Oksijen ciğerlerini öyle rahatlatmıştı ki bunu daha çok yaşamak için balkona çıktı. 

Gök yüzündeki mavilik, doğan güneşin kızıllığı ile daha bir güzeldi. Ferhat o an tarifi gizlenmiş hisler yaşamaya başladı. Kızıl ufukta sanki bir cennet vardı. İnsan o cenneti ancak kızıl ufuğa bakarak içebilirdi. Ferhat aynı duyguları güneşin batışında da hissediyordu. Zaten macera fikri de kızıl ufuğa bakarken gelmişti. 

Ferhat yolculuğunu yürüyerek sürdürecek ve bu içindeki tarifi gizlenmiş hisleri potasında eritene kadar devam edecekti. Ferhat için böyle bir zorluğun yaşanması zamana hatırlamak için bırakılan bir işaret olacaktı. 

Kahvaltısını yeni yapmıştı. Henüz doyduğu için canı müthiş sigara çekti. Önce odasına geçip üzerini değiştirdi. Masasına gelip çekmeceden sigara paketini aldı. İçinden bir tane alıp yaktı. Balkona geçti. Elindeki dolu kofcandan çayını yudumladı. Karşıdaki komşunun köpeğine dikkat kesildi. Köpeğin adı bambik'ti. Ferhat "kıs kıs" diye ses çıkardı. Köpekten havlama o anda geldi. Bambik Ferhat'ın sesini tanıyordu. Ona sanki bir şeyler söylermiş gibi havlamıştı. O an Fehat'ın aklına yolculuğu sırasında karşılaşabileceği köpekler geldi. "Ya biri karşıma çıkarsa" diye düşündü. Çünkü köy köpekleri şehir köpekleri gibi değildi. Amansızdılar. 

Kofcanındaki bitmek üzere olan son çayını da yudumladı. İçeriye geçti. Odanın penceresini kapattı. Ardından balkon kapısını. Aşağı indi. Ayakkabılarını giyip dışarıya çıktı. Kararlıydı. May barajına kadar gidip gelecekti. 

Yolda henüz kimseler yoktu. Arabalar işlek olmayan yolda zor görünüyordu. Yürüyerek Sırçalı tepesi eteklerine kadar geldi. Artık esas yolculuk şimdi başlıyordu. Sırçalı eteği şehrin bitişiydi. Ve önünde uzun bir yol vardı.Ferhat evden saat altıda çıkmış ama döneceği zaman oldukça geç olacaktı. Gidiş yirmi kilo metre bir o kadarda geliş. Ferhat ne çetin bir yolculuğa çıktığının farkındaydı. 

Yol kenarlarında kavak ağaçları vardı. Hemen gerilerinde işlenmiş tarlalar ve meyve bahçeleri vardı. Buralara Alibeyhüyüğü bahçeleri diyorlardı. Ferhat düşündü. "İnsanlar hep ekti, biçti. Ama buralarda ev yok. Ve yüz yıllar önce de yoktu. Burada yatıp sabahlamak kim bilir neyin ilki olurdu." Buralar ağaların bahçeleriydi. Tarlaları yüz yıllarca ekilen mahsülle azalmış ve değişmişti. Gerçi toprağın azalması öyle kolayca fark edilemezdi. Buralarda uzun süre değişmeyen tek şey ağaçlardı. O ağaçlar insanları görmüş, dertlerine ortak olmuş, seviçlerini yaşamıştı. Ferhat ağaçlara bakıp hayal dünyasında geçmişe doğru bağlantı kurdukça cennetin geçmişte olduğunu gördü. Çünkü insanların yaşadığı her şey işaretlerdeki bağlantılar ile hep vardı. O işaretler bir ağaçta veya sabit bir taştaydı. İnsan hayal edince hal hemen konuşuyordu. Bu sanki doğanın insana yaptıklarını hatırlatmasıydı. 

Ferhat bahçelerden çıkmış ve köprüye gelmişti. Orada adına Çarşamba çayı denen ırmak akıyordu. Hemen karşıda Alibeyhüyüğü kavşağı görünüyordu. Ferhat sabit tempolu adımlarla yürümeye başladı. 

Yolda hep düşünüyordu. Bu ona faydalıydı. Çünkü insan düşünerek zamanın farkına varmıyor ve bu yürüyen bir kişi için yorgunluğu unutturuyordu. Ferhat kısa zamanda kavşağa geldi Sağına ve soluna bakarak yoldan karşıya hızla geçerek Alibeyhüyüğü kasabasına girdi. 

Artık yolu yarılamıştı. Ama onun amacı mesafe kat etmek değildi. Yürürken tarifi gizlenmiş hisleri gördüklerinden yakalayabilmekti. 

Evler topraktandı. Hepsinsin kiremit çatısı vardı. Ama evler tarihin bağrından çıkmış gibiydiler. 

Hiç mola vermedi. Alibeyhüyüğünü çıktığında önünde düz bir arazinin uzayıp gittiğini gördü. 

Dört yolun yanındaydı. Yollardan biri İçeri Çumra'ya ters istikameti Karaman'a doğru, karşı yol ise Akviran'a gidiyordu. 

Geri dönüşte mutlaka karanlığa kalacaktı. Veli için cesaret yaydan çıkmış oktu. Adımını attı. İlerlemeye başladı. 

May barajı geniş olmayan suni bir göldü. Baraj iki tepenin arasına çekilmiş bentten oluşuyordu. 

Sessizlik ve kimsesizlik. Ama sessizliği bozan birkaç serçe oldu. 

Ferhat gölün yanına geldi. Elini yüzünü yıkadı. Gölün tatlı ve soğuk suyundan avuç avuç içti. Kenardaki kayalığın birine oturdu. 

Ferhat sanki ölümsüzlüğü yaşıyordu. Ölümsüzlük ıssız bir coşkuydu. Toprak zeminlerde geçip giden hayatların kaydını gördü. Kuru toprak ve otlara kaydolmuş hayatlar. Hayatların tatlı sıcaklığı her yerden fışkırıyordu. Hepside görünmez ve gizliydiler. 

Yeterince dinlendiğine karar verdi Yerinden kalktı. Önündeki tepeyi tırmanmaya başladı. 

Gözün görmediği sesin işitilmediği arazide ilerliyordu. Arada bir gökyüzüne bakıp yıldızları seyrediyordu. Hava karanlıkta olsa geride bıraktığı may barajının görüntüsü hala yerindeydi. 

Yer yer sürülmüş tarlalardan geçti. 

İleride bir ışık gördü. Traktör olmalıydı. Traktör sahibi ya tarlayı sürüyor yada gitmeye hazırlanıyordu. Ferhat bir müddet daha ilerledi. Traktörün yanına geldi. 

Traktörün üzerindeki adam "Gideceksen gel götüreyim" dedi. 

Ferhat "Sağ olun" diyerek traktöre bindi. Alibeyhüyüğüne doğru yol aldılar. 

Bir evin önünde durdular. 

Adam "Gece handa kal." Dedi 

Ferhat "Burada han mı var?" 

Adam "Şu gördüğün ev han. İçeride birkaç kişi daha var. Burada kalırsın. Sabahta yoluna gidersin." 

Ferhat adamın ısrarını anlayamadı. Tedirgin oldu. 

"Yok kalsın. Ben gideceğim. Sağ olu." Dedi oradan uzaklaştı. Gecenin altında uzun bir yürüyüş ile Çumra'ya doğru yol aldı. 

Tuna M. Yaşar 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..