Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '12

 
Kategori
Güncel
 

İstanbul'daki su denetiminde 55’te 5 fire var!

İstanbul'daki su denetiminde 55’te 5 fire var!
 

Sağlık Bakanlığı ömründe ilk olarak evlerde tüketilmekte olan içme suları konusunda bir açıklama yaptı iki gün önce. Basında yaygın olarak yer alan açıklamada, ‘Sağlık Bakanlığı, İstanbul genelinde faaliyette olan ve uygunsuzluğu tespit edilen damacana suyu markalarını açıkladı. İşte o sular: Buzada, Erpınar, Alps, Kervansaray, Yalısu’ deniliyor.

Çoğu blog yazarı ile sokaktaki yurttaşlarımız gibi ben de ‘hepsi bu kadar mı’ ya da ‘nasıl olur’ diye sormaktan kendimizi alamadık. Gerçekte cam şişelerden sonra piyasaya sürülen plastik ya da pet damacanaların ‘kansere yol açıp açmadığı’ ve ‘içlerindeki suların temizliği’ konusu oldum olası gündemimizdedir. Özellikle bugün ülkemizdeki şehir sularına pek güvenilmediği için giderek yaygınlaşan ‘kaynak suları piyasası’ da sermaye sahipleri için oldukça kârlı bir alan.

1995’teki bir İstanbul yolcuğum sırasında köklü bir İstanbul kaynak suyu şirketinin üzerinde adı yazılı su tankerinin Bolu kenti içindeki bir kaynaktan su doldurmuş olarak yola çıkmakta olduğunu söylesem ne dersiniz? Anladım ki adı şanı belli kaynak yalnızca İstanbul’dan değil başka kaynaklardan da besleniyordu. Ticari olarak doğru olan bu durum sanırım ‘markanın işaret ettiği kaynak’ bakımından hiç de samimi bir yansıma değildir.

Tüketiciler Birliği, ‘damacana su alırken iki kere düşünün’

Ülkemizdeki haksızlıkların kaldırılması, sömürünün durdurulması için yöresel ağırlıklı haberleri, özgün yorumları ve bazı görsel çalışmaları ile çırpınan Aynur arkadaşım, iki gün önce bu konu ile ilgili olarak, 'Hepsini açıklamaya gücü yetmedi her halde Bakanlığın. Ya da işine gelmedi’ diyordu. Bence de yetmez! Bence bu sayı çok daha fazla olmalı idi. Bence 'dağ fare doğurdu’ denilse yeridir. Sağlık Bakanlığı söz konusu (5) su üretim ve pazarlama şirketinin ‘satış noktalarını da’ kamuoyuna duyurulacağını açıklıyordu. Yaklaşık on gün önce başlayan gelişmeler üzerine Tüketiciler Birliği de ‘damacana su alırken iki kere düşünün’ uyarısı yapmıştı.

Temiz içme suyu insanoğlunun çok önem verdiği bir konu. Kimse içtiği suyunun kirli ya da kirletilmiş olmasını istemez. Çünkü temiz içme suyu ile sindirim düzenimiz yanında iç salgı bezlerimizin özellikle kansere yakalanmadan varlıklarını sürdürmesini isteriz.

Ne yazık ki ülkemizde yurttaşlarımızın bazı fabrikalar ile bazı maden ocakları yüzünden ‘kirli su’ içtikleri bilinmeyen gerçeklerimiz değildir. Kimi yerleşim yerlerimizin ise yıllardan beri AB standartlı olduğu da söylenen ‘asbestli borulardan geçerek’ evlerine ulaşan şehir suyu içmekte oldukları da bilinir.

Özellikle belediyelerin egemenlik alanında bulunan şehir suları, ‘bir süre sonra yosunlaştığı’, ‘koktuğu’, ‘kireçli olduğu’, ‘aşırı derecede ilaçlandığı’, ‘bazen bulanık aktığı’ ve ‘kaynak sularından değil de ırmaklardan getirildiği’ için güvenilmeyen ancak zorunlu olarak içiliyor. Bu yüzden özellikle son yimi beş yıldan bu yana ‘kaynak suları’ üretimi ve dağıtımı oldukça yaygınlaştı. Bu konuda da çalışma izni alınan kimi kaynak sularına, çevre köyler ya da mahalle yetkilileri ile anlaşma yapılarak bazı sulama sularının da işlenerek pşyasaya sürüldüğü biliniyor.

İçme suyu denetimi ‘dijital olarak’ kaynağında gerçekleştirilemez mi?

1980’lerden beri Dicle Irmağı kıyı köyleri ile kuyu suyu içmek zorunda olan kimi köyler yanında Ankara ve İstanbul’da gözlemekte olduğum bu acı durumlar umulur ki artık sağlıklı bir biçimde çözülmektedir. Bu konuda gerçekleştirilen yeni alt yapılar ile en ileri ilaçlama ve havalandırma yolu ile yurttaşlarımızın ‘temiz su’ içebilmeleri için yoğun bir çaba harcandığını da biliyoruz. Üç dört yıl önce Ankara ile İzmir büyükşehir belediyeleri düzeyinde yaşanılan bu tür tartışmalar sanırım, bazı sorunlara rağmen kentlerimize ‘temiz su’ verilerek çözüme kavuşturulmuş bulunuyor.

O tartışmalarda da görüldü ki her bir belediye kendi laboratuar bulgularının doğru olduğunu kimi laboratuarlar ile bazı üniversite laboratuarlarının bulgularına güvenilemeyeceğini açıklıyorlardı. Peki yaşanılan bu gibi tartışmalarda kim hangi kuruma güvenecek? Bu sorunların çözümü için gerekli denetimlerin ‘dijital olarak’ kaynağında gerçekleştirilmesi dahil ‘orta bir yol’ bulunamaz mı?

Su ve gıda denetimi her kişinin keyfine göre yapılamıyor

Bilindiği gibi artan sıcaklardan dolayı İstanbul bağlamında ‘pet şişelerde satılan suların sağlıklı olup olmadığı’ bir kaç aydan beri gündemde. İstanbul’da yaşayan duyarlı bazı yurttaşlarımızın kişisel başvuruları ile özel televizyon kanalları onların görüşlerine yer vermeye başladılar. Böylece başta İstanbul şehir suyu olmak üzere pet şişe damacanlarda satılan içme sularının da kirli olabileceği gündeme oturdu. Gerçekte yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere göre her bir yurttaşın bu konularda suç duyurusuna bulunmasının önü açık olsa da ‘laboratuar masraflarının yüksekliği’ nedeni konu ancak ‘dedikodu’ biçiminde gündeme gelebiliyor.

Öte yandan her hangi bir bulgu ya da hak arama durumunda karşınızdaki belediye ya da su şirketi miyonlarca lirayı bulacak ‘tazminat davası’ açabilir diye düşünüldüğünden ne bir kişi ne de topluca bir kaç kişi bu yola başvuramıyor. Ne yazık ki çoğu ‘gıda denetimi’ ya da ‘gıda terörü’ konusunda da içinde bazı korkular taşıyan sorun bu. Su ve gıda denetimi her kişinin keyfine göre yapılamıyor olduğuna göre ya bu konularda kolaylık getirilsin ya da denetimler konusunda gerekli ‘şeffaf olma’ yolları açılsın topluma.

Her türlü denetim için Hükümetin olaya el atması en büyük açmazların başında geliyor

İşte sorunun düğümlendiği alan burası. Çünkü sorunu çözmek için atılacak her adım büyük masrafları gerektiriyor. Örneklerin sağlıklı olarak alınmasından avukata, bulunacak özel laboratuarın yeterliliğinden düşünülen tazminata göre mahkeme harcının yatırılmasına kadar uzayan bu yok Türkiye’de hak arama sarmalının ta kendisidir. Eğer söz konusu inceleme bir yerlerde aksar ve dava da kaybedilir ise kişilerin karşılarına aldıkları belediye ya da su şirketi açacakları tazminat davası ile en onulmaz yaralar açabilirler o kişilerin gelecekleri için.

Kurulmasına izin verilen tüketici dernekleri de belirli bir fon tarafından desteklenmediği için sorunlar bir kaç sözden öteye gidemiyor. Bu yüzden her türlü denetim ve analiz işinde toplum bu görevi Devlete ya da oy çokluğu ile iktidar koltuklarına oturan Hükümete bırakıyor. Yıllardan beri gündemden düşmeyen ancak her nasılsa yenice incelenmeye başlanılan içme suyu konusunda Sağlık Bakanlığı’nın olaya el koymasının altında bu gerçeklerin yattığını da unutmayalım. 

(55) tanınmış firmanın sularından sadece (14)'ü temiz çıkmış

21 Temmuz 2012 Cumartesi günü öğrendik ki  ‘İstanbul'da yapılan labaratuvar incelemelerinde (50) damacana suyundan yalnıca (14)'ünün temiz çıktığı’ belirlenmişti.  Değişik kaynaklı bilgilere göre, ‘İstanbul'da satılan (19) litrelik damacana sularının laboratuvarda inceleme sonuçları ortaya inanılmaz bir tablo çıkardı. (55) tanınmış firmanın sularından sadece (14)'ü temiz çıktı. (41) suda başta 'koliform' (dışkı yoluyla bulaşan) bakteriler olmak üzere insan sağlığına zararlı maddeler bulunduğu’ duyuruluyordu.

Bandrollü (55) damacanadan (5) damacana su üreticisine uzanan yol

Bu kapsamda yeni yayına geçen özel bir kanalda Mehmet Ali Önel'in sunduğu 'Deşifre' adlı programda konuşan laboratuar yetkilisi Can Demir, ‘Bandrollü (55) damacana, (11) ayrı laboratuara götürüldü. Burada tahlil edildi. (14)'ü uygun çıktı, (41)'i sağlığa zararlı’ açıklamasında bulunmuştu. Toplam (41) su üretim firması için ‘Büyük firmalar olduğu için isimlerini açıklamadıklarını belirten Önel, ancak firma isimlerini Sağlık Bakanlığı'na bildireceklerini’ sözlerine eklemişti.

Sağlık Bakanlığı yetkilisi Mustafa Aksoy, ‘Bu damacanalar ünlü firmaların taklidi de olabilir dikkat edilmeli" diye konuşmuştu. Bu arada damacana sularının mikroplu çıkması sosyal paylaşım ağı twitter'da da günün konusuydu.

Öte yandan Sağlık Bakanlığı, damacana su numunelerini özel bir laboratuvarda analiz ettiren ve çoğunun mikrobiyolojik açıdan uygunsuz çıktığını açıklayan televizyon programı yetkililerinden, tetkik yapmak ve sonuçları kamuoyuyla paylaşmak amacıyla numunelerin alındığı adresleri istediğini’ öğrenmiştik. Çünkü sorun üstü örtülecek kadar önemsiz bir durum göstermiyordu. İçme suyu konusnda toplum ağzını açmıştı.

Üç günden bu yana basında yaygın olarak yer alan açıklamada, ‘Sağlık Bakanlığı, İstanbul genelinde faaliyette olan ve uygunsuzluğu tespit edilen damacana suyu markalarını açıkladı. İşte o sular: Buzada, Erpınar, Alps, Kervansaray, Yalısu’ deniliyor.

İstanbul'daki ‘temiz su’ araştırmaları Türkiye’yi ne kadar açıklar?

20 Temmuz 2012’de idi sanırım ‘İstanbul'da yapılan labaratuvar incelemelerinde 50 damacana suyundan yalnıca 14'ünün temiz’ çıktığını öğrenmiştik.

Labaratuvar incelemelerinde damacana sularının bir çoğunun temiz çıkmadığını iddialarını değerlendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ‘Şehir suyu damacanadan daha sağlıklı’ demişti on gün önce. ‘Kaynak suları’ ile ‘pet şişe’ su dağıtımlarına çalışma izni veren İBB Başkanı Topbaş, şebeke suyunun damacanalardan daha sağlıklı olduğunu da ileri sürmüştü.

Olayın özellikle bazı televizyon kanallarında değişik yönleri ile işlenmesi üzerine ‘kirli içme suyu’ birden bire Hükümet sorunu olmaya başlamış olmalı ki Sağlık Bakanı Akdağ önce Van’dan sonra da Ankara’dan seslenerek sorunun çözüleceğini duyurmuştu o günlerde. Çünkü bütün çabalara rağmen ‘damacanalarda pazarlanan içme sularındaki endişe bir türlü giderilemiyordu. Sonunda TRT de bu konuyu ‘Damacana sularda kirlilik’ başlığı altında gündeme getirmek zorunda kalmıştı. Ancak Bakan Akdağ İstanbuldaki özel laboratuar incelemeleri sonucunda (41) su şirketine işaret etmiş olsa da ‘işi sıkı tuttuğu’ vurgulanan Bakan Akdağ 29 Temmz 2012 günü su şirketi sayısını (5) olarak ilan ettiklerini duyuruyordu TRT 1’den.

Sağlıklı yurttaşlar olmadan sağlıklı toplum var olamaz

Kısa adı Susad olan Su Sanayicileri Derneği ise vatandaşları sakinleştirmek için olsa gerek konu ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı ile birlikte ‘seferberlik ilan edildiğini’ duyuruyordu. Adları açıklanan şirket yetkililerinden biri ise suçu ‘ hurdacıdan ikinci el bir damacana satın alan’ bir dağıtımcı esnafın üstüne atıyor. Bir diğer yetkili ise adlarının yayınlandığını duyunca ‘şok olduklarını; bir numunedeki arıza’ nedeni ile ilgili yönetmeliğe göre ‘bunu şahitlenmesi gerektiğini’ dolayısıyla noksan işlem yapıldığını anlatıyor.

Damacanalarda kimyasal olarak büyük tehlike var mıdır?

Pazarlanan içme suyu konusunda kuşkulara yol açan birinci durum bir petrol ürünü olan ‘pet şişelerin’ kansere yol açıp açmadığı konusunda yoğunlaşıyordu yıllardan beri. İçme suyu damacanaları; kimyasal olarak bir polikarbonat (PC) bileşimi. Pet şişelerinin soba yakınlarında ya da güneşte bırakılması istenir. Her bir damacanalarda bulunan BPA, Bakanlık bu konuda dün olduğu gibi bugün de sessizliğini koruyor. Araştırmalara göre BPA’nın obezite, diyabet, astım, kalp-damar hastalıkları ve karaciğer hasarı ile de ilişkilendirildiğini açıklanıyor yıllardan beri. Ayrıca BPA, kadınlarda meme, erkeklerde prostat kanseri riskini artırdığı da ileri sürülmektedir.(Alıntıdır)

Oysa duyarlı kimi içme suyu üreticisi ‘damacanalarda bulunan Bisfenol A'nın (BPA) suya geçme riskinin “yok denebilecek düzeyde” çıktığını açıklıyorlar göğüslerini gere gere. Ankara’daki bir üniversitenin araştırma birimi de kaynak gösterilerek yapılan bir açıklamada ‘Polikarbonat (PC) damacanalarda bulunan ve vücudumuzdaki İç salgı bezlerinin (endokrin) yapısını bozucu etkisi dolayısıyla kansere neden olabileceği belirtilen Bisfenol A'nın (BPA) suya geçme riski ile ilgili yapılan araştırma, bu riskin, insan sağlığına etkisi açısından ‘yok denebilecek düzeyde’ olduğunu ortaya koydu’ deniliyor. (Alıntıdır)

Yapılan açıklamalarda ‘AB mevzuatında ve Türk Gıda Kodeksi'nde, BPA bileşiğine ilişkin spesifik migrasyon (geçiş) limiti 0,6 mg/kg ile sınırlandırılmış’ olduğu da açıklanıyor. Dünyada ilk kez Türkiye'de yapılan araştırmaya göre, polikarbonat (PC) damacanalarda bulunan BPA, damacana 35 derecede 60 gün bekletilse bile, uluslararası düzeyde belirlenen sağlık limitlerinin 200'de biri kadar suya geçiyor.’ (Alıntıdır)

Bir günde 1200 litre (60 damacana) su içebilirseniz sağlığınız tehlikede demektir

Kısaca eğer gerekli denetimler yapılıyor ise pet şişe üretiminde ya da pet şişelerden kaynaklanacak yüksek dereceli bir tehlike yok. Yukarıdaki alıntı kaynağımda bir açıklamasını okuduğum Prof. Dr. Yaşar K. Erdem, ‘bu düzeyde BPA varlığı söz konusuyken, sağlık açısından bir risk oluşturabilmesi için bir yetişkinin günde 1200 litre (60 damacana), bir bebeğin günde 120 litre (6 damacana) su içmesi gerekeceğini’ açıklıyor.

‘Kirli su’ ürettikleri söylenen şirket sayısı nasıl oldu da (5)’e düştü?

Bugün izleyebildiğim iki televizyon haberinde de içme suyunun sağlık açısından önemini vurgulayan konuşmacılar açıklanan (5) su şirketi sayısının gerçekçi olmadığını da belirtiyordu. Çünkü dağ fare doğurmuştu. Söz konusu şirketlerin ya ’karpuz seçer gibi’ tek tek, seçe seçe bulundukları ya da kimi siyasi yaklaşımlar ile ‘cımbızla seçer gibi’ (5) su şirketini bulunmuş olmaları düşüncesine kapılıyorum ister istemez. Kaldı ki Türkiye sadece İstanbul demek değil ki? Ülkemizin diğer alanlarındaki üçme sularının denetimi yine o bildik yollar ile yapılıyor ise vay halimize diyemez miyiz?

Gelinen bu aşamada Bakan Akdağ ya gerekli inceleme açıklamalarını yapmalı ya da kapalı kapılar ardında gelişen kimi olayları kamuoyu ile paylaşmalıdır. Yoksa ilk başta kirli olduğu açıklanan (41) su sayısının neden 5'e düşürülmüş olduğu konusundaki kuşkular yüzünden kamu vicdanı yara almış olacaktır. Bunca kuşkuya rağmen ortaya çıkan bu duruma, halk dilindeki bir değerlendirme biçimi olarak  'yasak savma' denildiğini de biliyoruz.

Su ve gıda denetimi yeniden seçilmek arzusundaki siyasilerin tekelinden kurtarılmalıdır 

Bana göre Gıda Denetimi içeriği gereğince bir siyasi kuruluş olan Sağlık Bakanlığı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı gibi kuruluşlara bırakılamayacak kadar önemlidir. Ne bileyim Bakanlığın yanlı kararlar almadığını? O makama Yeniden Seçilmek için gelenler o makamda ya da Hükümette kalabilmek uğruna bazı gerçekleri saklayamazlar mı? Bence sağlığımızı, konutlarımızı ve gıdalarımızı denetlemek için Hükümete bağlı birer siyasi kurum niteliğindeki bakanlıklar yerine bağımsız denetim kurumlarının oluşturulmasında yarar vardır. 

Görülüyor ki çoğu yurttaşlarımız ile milyonlarca yabancı gezgin içtikleri suyu, güvenerek değil de çaresizlikten dolayı içiyor. Bu da Devlet olmanın gerekleri ile hiç mi hiç bağdaşamayacak bir durum olsa gerek.  Bu durumda Devlete ya da onun somut temsilcisi olan Hükümete düşen görev ‘ter temiz içme suyu’ ile ‘kanser tehlikesi ortadan kaldırılmış pet şişeler’ ile hizmeti yoğunlaştırmasıdır.

Daha şeffaf, daha adil, daha yansız, daha paylaşımcı ve daha dürüst çalışmak gerek

AK Parti Hükümeti kimi eski mevzuat ile eski iktidarların bazı enkazları üzerinde bir şeyler yapmaya çalışıyor, bu açık. Ancak 'daha şeffaf', 'daha adil',  ‘daha yansız', ‘daha paylaşımcı’ ve 'daha dürüst' dökümler ortaya çıkartabileceğine var olan güvenim yaklaşık on yıllık süreçte gelinen bu aşamada artık yok. Başta trafik terörü ile ayrılıkçı terör alanları olmak üzere su ve gıda denetimlerinde ulaşılan durumlar yani bazı açmazlar da beni üzüyor. Umulur ki Yeni Anayasa yazımında Toplum ve Çevre Sağlığı, Toplum Güvenliği, Adalet, Ulusal Eğitim, ve Gıda Denetimi, Yapı Denetimi gibi konularda Bağımsız Kurumlar kurularak toplumsal dayanışma ve güven duyguları yaygınlık kazandırılmaya çalışılır.

Ülkemizde Küçük Amerika, Yeni Osmanlıcılık, İkinci Cumhuriyet ve AB Üyeliği düşleri görenlere önemle duyurulur. Yoksa gerisi laf-ı güzaftır. Abesle iştigaldir!

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..