Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '06

 
Kategori
Özel Lezzet Durakları
 

İstanbul'un damak tatları

Türkiye'nin hangi köşesine giderseniz gidin; her yöreye özgün bir tat, sizi mutlaka karşılar:

Adapazarı’ndan Islama Köfteyi tatmadan geçmek istemezsiniz.

Afyon’un kaymağı meşhurdur; mesela.

Konya’nın etli ekmeğini de tatmak istersiniz.

Hele bir de Kayseri denince; bir sucuk, pastırma ve en önemlisi de bir mantı cenneti aklınıza gelir.

Ve daha birçok yöre ve birçok tat var; burada sayamadığım…

Peki ya İstanbul deyince, daha çok hangi tatlar geliyor aklınıza?

Tamamen denize nazır bir kent. Bir çay bahçesinde, Boğaz’a karşı çay yudumlamanın keyfi başka hiçbir şeyde yoktur sanırım. Ama çay da, öyle tek başına kuru kuruya gitmez doğrusu. Yanına fırından yeni çıkan, çıtır çıtır taze bir simit, bir şarküteriden alınan kaşar veya tulum peyniri ve küçük bir gazete külahına sarılı siyah zeytinler…

Simit deyince… İzmirli okuyucu ve yazar dostlarım bana kızmasınlar ama, İstanbul’un simitlerinin tadı bir başka. İster seyyar bir simitçiden olsun, isterseniz bir fırından; taptaze bir simidin tadı, hiçbir yerde değişmiyor. Tabi ki bu arada, üstü açık tezgâhlardan simit almanızı da tavsiye etmem.

İstanbul’a özgü bir başka lezzet: Balık.

Her yılın bu zamanlarında av yasağının kalkmasıyla beraber, İstanbul halkının balığa olan özlemi sona eriyor.

Ağlar denize atılıyor, balık pazarlarının çavelyaları mevsimin en taze balık türleriyle doluyor.

Yalnız balığın, bana göre son derece uyumsuz bir eşi var: Rakı. Onun yerine balığın, daha çok leziz bir salatayla beraber iyi gittiği kanaatindeyim. Ne dersiniz? Haksız mıyım?

Eskiden Rumeli Kavağı’nda sıra sıra dizilen balıkçı motorları, balık-ekmeğin keyfini açık havada tatmak isteyenler için son derece idealdi. Yine yakın bir tarihe kadar Eminönü’nde, Galata Köprüsü’nün altında balıkçı motorlarından mis gibi balık-ekmek kokuları gelirdi. Ama Eminönü’ne o kadar gidip, gelmişliğim var; o motorlardan birinde balık-ekmek yemek, bir türlü bana nasip olmadı. Araya Avrupa Birliği’ne Uyum Kriterleri de girince; köprünün altında balık-ekmek yemek, artık içimde bir ukde olarak kaldı.

Sırada İstanbul’un Vefa semti ile özdeşleşen bir başka tadı var: Boza.

İstanbul’un soğuk kış günlerinde, içimizi ısıtan bir tat. Bir de üzerine tarçın serptiniz mi; tadından içilmez.

İstanbul’un bu tatlarının yanı sıra, her biri bu şehirle beraber tarihî birer marka olmuş tatları da vardır:

Tarihî Sultan Ahmet Köftecisi, Tarihî Sarıyer Börekçisi ve Tarihî Saray Muhallebicisi, İstanbul’un bir diğer damak tatlarıdır.

İstanbul’da gündelik hayat, ışık hızıyla devam eder. Hayat bazen o kadar hızlı akar ki; dışarıda yemeyi tercih eden insanlar, artık enikonu yemek yiyecek zamanları dahi bulamaz olurlar. Mecburen ayaküstü yemek imkânını buldukları, fast food restoranlarına gitmek durumunda kalırlar. Ama yine de hiçbirinin verdiği tat, İstanbul’un öz damak tatlarının yerini tutamaz.

Günlerce içinde mahsur kaldığım evimden, kendimi sokağa atıyorum. Camı açık pencerelerin her birinden, evlerde pişen yemeklerin kokusu yayılıyor sokaklara. Köşeyi döndükten sonra, fırından yeni çıkan ekmeğin kokusu sarıyor her bir tarafı. Haliyle acıkıyorum elbet. Az ilerideki pastaneden gelen kokular; ondan sonra: “Biraz daha sabret” diyorum, kendi içimden. Çok geçmeden bir lokanta; kokuları bütün bir sokağı kaplayan. Ve kapısında müşteri bekleyen çalışanları… Kendimi lokantanın kapısından içeriye atıyorum. Yemeğim geliyor ve karnımı doyuruyorum.

İstanbul’un her tarafı, bir başka güzel kokuyor burnuma…

 
Toplam blog
: 266
: 1321
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1982 yılında İstanbul'da doğdum. Açık Öğretim Fakültesi İşletme Lisans eğitimimi 2005 yılında tam..