Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '15

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

İyi insanın zararı, zararların en zararlısıdır. Zerdüşt böyle der.

İyi insanın zararı, zararların en zararlısıdır. Zerdüşt böyle der.
 

‘Dünyaya çamur atanlar ne zarar yaparlarsa yapsınlar iyi insanın zararı, zararların en zararlısıdır. Zerdüşt böyle der.’*

İyilik olsun diye yaptığımız şeyler…  Farkında olmadığımız, ne yaptığımızı bilmediğimiz, başkalarında görüp anlamsızca tekrar ettiğimiz şeyler! Gelenekler bunun içine karışmış, kültür bunun içine karışmış, şartlanmış davranış tekrarları baskıcı yaklaşımlarla birleşerek sahtelikle doldurmuş insanın bilincini, zihnini, kalbini, benliğini…

Mesafesizlikte yani çok yakından baktığımızda bulanık gördüğümüz doğrudur. Yine mesafesizlikte farkında olmadan koruduğumuz suçlar bizi yer. Özneye değil sıfatlara bakar oluruz. Boşuna dememişler; insan insanın kurdudur diye. Anne deriz, dede deriz, öğretmen deriz, rehber deriz arkasında nasıl bir insan var görmeyiz. Davranışsal bozukluklar, bize yakındır, hakkıdır, doğrudur dediğimiz insanlardaki yanlışları görmemizi engeller. Duygusal bozukluk insanın moral yapısındaki bozuklukların, algılayış bozukluklarının ana nedeni olur. Ve insan sahte olanın taşıyıcısı olma durumuna düşer.

Anlayışın önündeki tüm engeller sıfatlaşmış soğan kabukları gibi yanlış anlamaları büyütür. En büyük suç da budur; anlayışı kapatmak! Bir insanın daha çocukken anlayış geliştirmesine engel olan kalıplarla benliğini doldurmak, kendisi gibi davranmaya her çalıştığında kafasına vurmak, onu acımasızca yargılamak... Bunların hepsi, büyüyemeyen insanlardan oluşan bir toplumun işidir. Bu büyük yanlışlar yaşamı çalar. Bize iyilik adı altında sokuşturulan şeyler hayatımızı bizden çalar.

‘Filozof adil olmak ister, diğerleri ise yargıç olmak!’*

Bunun ne anlama geldiğini hiç bilemedik! Evrenin düzeni adalet üzerine kuruludur. İnsanları bir düzene tıkıştırmak, gelenekçi ve baskıcı şekillerde aynılaştırmak adaletsizliği büyütür, adaleti değil!

‘İnsan dini, tapınmayı, morali, tarihi, psikolojiyi kendi tabii değerleriyle düzeltilemeyecek bir şekilde çelişkiye düşürdü.’*

İnsanların ‘insan’ olarak yetiştirildiği, bir ‘kurban’ olarak yetiştirilmediği, sürü moralinin bir kanser gibi ortalığı kaplamadığı bir toplumda yaşamak isterdik. Madem yaşayamadık, bir tek şansımız var;  elimizde ne olduğunu, neyin içinde yaşadığımızı görmek hayatidir.

‘Moral değerlerin anlaşılması için iyi ve kötü ayrımının anlaşılması gerekir.‘*

Nietzsche’ye göre herhangi bir değerlendirme tarzı belli bir çağın değer yargılarıydı. Toplumun ayakta durabilmesi, kendini sahte de olsa birlik içinde göstermeye çalışmasının ayakları iyidir, kötüdür dediği şeylerdi. Bu tablo sürü moralini böyle oluştuyordu. Bu değer yargıları insandan insana, çağdan çağa değişiyordu. Bu değerlendirme kargaşası içinde iyi ve kötünün ölçüsü ne olabilir!

‘Bu birliği konuşan her şey iyi, tehlikeye düşüren herşey kötüdür -iyi kötü zıtlığına dayanan moral-. Bu tip moral varlık temelinen yoksundur. İnsanın doğal yapısına aykırıdır. Bir yanılsamadır. İyi insanın varlık şartı yalandır. Realitenin öz yapısını her ne pahasına olursa olsun görmek istememektir.’*

Sürü diye kendi orjinalliği bozulmuş ve sıradanlaşmış insanların, yine kendileri gibi değerlerinin de yozlaştığı topluluklar, toplumlar oluşturmasına denir. ‘İyi ve kötünün ötesine geçmek, sürü insanının moral değer yargılarının insan realitesine aykırılığını göstermek, sürü moralinin temelini neyin meydana getirdiğini ve insanı hangi yöne sürüklediğini göstermek yeni bir değerlendirmenin gerekliliğini göstermek ve Nietzsche ve Zerdüşt’ün istediği budur. Nietzsche’nin temelden sasmak istediği sürünün moral değer yargılarıdır. Sürü moralinin baş değer olduğu inancı/yanılsamasıdır.’*

‘Değerlerin değerlendirmesi böyle göreceli olunca özgür ve yaratıcı kişilerin moral dışı olması doğal değil mi!’*

Özgür insan dünyaya, etrafına, kendine  zamanını yöneten moralin gözlükleriyle bakmaz. Belli moralin, değer yargılarının dışındadır. Bunun rastgele bir başıboşluk olmadığı ise anlaşılmalıdır.

‘Sürü moralinin değeri nedir? Çökmüş insanın tabii güdüsüdür.Moral değerlerin ve değer yargılarının havada kaldığının farkına varan kişi büyük koma'nın sınırına gelmiş demektir;  toplumsal yapı içinde sağlam kalmış tabii bir güdünün başlayan çöküntüye karşı kendini koruması gereken bir noktaya…’*

Sürü moralinin içinde kalmak istemeyen, istek ve neşesini yitiren insan kaçınılmaz bir biçimde kendisine ne olduğunu anlama çabasına yuvarlandı. Bu yapının içinde var olamazdı. Neden?

‘Özgür insan moral dışı insandır. Özgür insan içinde yetiştiği ve yaşadığı sürüden kopmuş, kendi yolunu arayan, insanla ilgili şeyleri, insanın her şeyini kendi gözleriyle görmek isteyen insandır.’

İnsan elini ayağını bağlayan bağlardan çözülür. Bu birçoğumuzun başına geldi. Anlatamadık, hissettik, konuşamadık, sustuk. Yapmak istemediklerimizi, içinde olmak istemediğimiz durumları, halleri gördük. Ne yapmak istediğimizi bulanlarımız oldu ama ne yapmak istediğimizi bulamayanlarımız da oldu! Bu duruşu korumak geçmişi arkada bırakmak kolay değildir. Sürüye girmemek adeta suç sayılır!

Sonra ne oldu? Açılan büyük boşluğu doldurmak gerekti. O boşluğu gerçekte kim isek onun edimleriyle ve etkin bir hareket silsilesiyle doldurabilirdik. Dolduramayanlarımız kendi içlerindeki yaşam gücünü tüketerek yitmeye başladılar. Alkol, sigara, uyuşturucu vs. gibi bağımlılıklar kendi içlerindeki derin mutsuzluğu daha da büyüttü. Sıradanlaştılar ve uyuştular. Yola neden çıkılmıştı, hangi yol kavşağından sonra?

‘İnsanın kendinden yoksullaşması hayatın soysuzlaşmasına neden olur. Özgür insan olma yolunda olan her kişi birkaç dönem geçirmek, birkaç basamak inip çıkmak zorundadır. Bazı kişiler bu basamakların brinde kalırlar. Değerler karşısındaki tutumları bakımından böylece çeşitli kopmuş insan tipleri ortaya çıkar.’*

Bu kopmuş insanlar sürü moralinden koptuklarını düşünürken başka bir çukura girerler. Çukurun doğasını anlayıp oradan çıkmak da çukur tarafından yutulmak da olasıdır. Ne de olsa olasılıklar insanların seçim ve eğilimlerine bağlıdır. Bağımlılıklar davranış bozuklukları yarattığında öz değerlendirme ve öze bakış bulanıklaşır, özdeğer yiter, ruhsal çürüme başlar. Doğanın şakası yok, acıması yok, hatası yok, duygusu yok. Herşey olması gerektiği gibi, kendi mecrasında yol alıyor. İnsana düşen hangi yola girdiğini, hangi yolda yürüdüğünü anlaması, bilmesidir.

‘Çünkü kendi zamanının en yüksek değer ölçülerini kendisi yakalamak isteyen böyle bir öteki insanı herşeyden önce kendi zamanını kendinde arkada bırakmak-bu onun güç denemesidir- bundan sonra da yalnız zamanını değil, o güne dek zamanına karşı olan tiksintisini ve zamanıyla çatışmasını da , zamanından dolayı çektiği acıyı da, zamana aykırılığını da, romantizmini de arkada bırakmak zorundadır.’*

Belli bir noktaya gelene dek arkana bakma derler.  Geçmişine, kişisel tarihine… Tehlikelidir. Aynı deneyime tekrar dönme olasılığın hep vardır. Sinsi bir şekilde pusuda bekleyen halin daha dönüşmediği için değiştiğini düşünen yanını dürter. Değişim zamanları değerlidir. O enerjinin yükselebilmesi için insanın durması değil, hareket etmesi gerekir. Çoğumuz bir kibre kapılır, ‘ben değiştim’ deriz. Ve dururuz. Geçişi tamamlayamayız. Geçilmesi gereken, aşılması gereken bir tuzağın kapanına çekiliriz. Geride bırakılması gereken şeyler geride bırakılmalıdır oysa. Düşünce karara ulaşmalıdır. Karara ulaşmayan düşünce tehlikelidir. Ruhsal hastalıklara açılan kapıdır fazla düşünmek!

Açık bir zihinle kendini tekrar eden moralin dışına çıkmak ilerlemeye devam etmekle olur. İlerlemek eylemle olur. Eylem kararlılıkla olur. Kararlılık irade ile…

Savaş sanatları iradeyi yükseltir mesela. Çeşitli bedensel disiplinler iradeyi yükseltir. İnsan iç savaşını sürdürürken kendisine yardımcı rehberliğin yoldaşlığına muhtaçtır. Beden geride kaldığında ruh ve zihin asla yeteri kadar yükselemez. Kendimizi kandırmayalım. Kendimizi çok kandırdık, belki de en iyi yaptığımız şey bu oldu; kendimizi kandırmak!

Acının, romantizmin, aykırılığın, çatışmanın, tiksintimizin doğasını anlayabilmemiz için kendimize karşı da acımasız olmanın gerekliliği anlaşılmalıdır.

Nerdeydik? Nerdeyiz? Nereye gidiyoruz?

İnsan çok derinlerde bir yerlerde kendisini bilir.

Nereden geldiğini, nerede olduğunu, nereye doğru gittiğini!

 

* Nietzsche ve İnsan, İonna Kuçuradi

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..