Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '10

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

İzmir - Adnan Saygun Kültür Merkezi

İzmir - Adnan Saygun Kültür Merkezi
 

cumartesi günkü gezinin devamı…
Adnan Saygun Kültür Merkezi’ne gittim.
Burası eski eshot garajının olduğu yere yapılan devasa bi kültür merkezi. Yalnız dikkatinizi çekeceğim husus, bu devasalığı; girişteki tüm alanın mermerlerle kaplanan bahçesinden ileri gelmiş olmasından kaynaklanıyor.

Aslına bakarsanız, içeriye girdiğinizde de, gereksiz alan o kadar çok ki, resim sergisinin bulunduğu odaya gitmek için bin adım atmanız gerekiyor. Bilmiyorum hangi mimar projelendirmiş burayı. Oldukça büyük bi arsayı, nasıl katledip, küçük bi alana çeviririm diye epey bi kafa yormuşa benziyor.

Asıl görmek istediğimiz cam ve seramik sanatçısı Birgül Başarır’ın eserleriydi. Gerçekten de çok güzel eserler üretmiş. Biçok ulusal ve uluslararası ödülleri olan bi sanatçı. Kendisini buradan tebrik etmek de asli görevimizdir efendim.

Biliyoruz ve isminden de anlıyoruz burası aslında konser salonu.

Gelgelelim burada, o kadar boş sergi odası var ki, insan resim sergileri de izlemek istiyor. Girişte sol tarafta bulunan sergi salonunda çıplak ve yer yer kabarmış rutubetli duvarlardan başka bişi yoktu. Aaa haksızlık etmeyeyim şimdi, dam üstünde saksağan gibi, duvarın alakasız yerinde duran, akşam kız sanat okulundan ders alınmış da, bunun sonucunda ortaya çıkmış gibi iki adet tablo! Al sana tablo mu? Al işte resme bak, hayallere dal, diye insanın yaratıcılığını körükleyen eserler. Bilirsiniz yaratıcılık da yokluklardan beslenirmiş ya. O yüzden bizi fena halde zorluyorlar!
Girişteki sağ taraftaki salon ise ayrı bi alem. Orada da konsepti olmayan resimler…

Ben küratör falan değilim, resim yapmasam da, az buçuk da izlemek anlamında, resme ilgi duyuyorum.
İstanbul’a gittiğimizde İstanbul Modern Sanatlar Müzesine gitmezsem, kendimi suçlarım ve mutlaka giderim. İnsan orada birbuçuk, iki saatin nasıl geçtiğiniz anlamaz, her esere üstünkörü bakmış hissiyle ayrılır.
İstanbul Modern’in her santimetrekaresi dahi değerlendirilmiştir. Amaç daha çok, daha çok eser sergilemektir. Ki zaten böyle olmalıdır. Bilinçli ve özel sektörün işlettiği yerle, belediyenin işlettiği sanat merkezini karşılaştırmak da aslına bakarsanız benim hatam.

Bu tür kültür merkezlerinin belediyenin işletmesi kadar absürd bişey olamaz. Bi kere mimari katliam. Kimbilir hangi şirkete ihale edildiyse, ortaya nihale usülü bişi çıkmış.

Çıkışta dayanamayıp, güvenlik görevlisine sordum: Yazın bu büyük alanda konser mi veriliyor? Evet. Taaa ilk girişte kafeteryanın önündeki hap kadar boş alanda, cuma geceleri oda orkestrası, konser veriyor. Oldu sayın güvenlik görevlisi, bu bilgiden dolayı gözlerim doldu!!!

İzmirli biçok ressam, heykeltıraş var ve bu sanatçılar kendilerinden istendiği taktirde eserlerinden bazılarını sürekli olarak, orada sergilenmek üzere hibe ediyorlar. Neden bu eserler, orada sergilenmez de, bize rutubetten kabarmış, rutubetin duvarlar üzerinde yaptığı sanatsal oluşumları izlemek düşer?

Akşam eve gelip de televizyonu açtığımda cumhurbaşkanı Sn.Abdullah Gül’ün İzmir’de olduğunu öğrendim. Sn. Gül İzmir’e habire gaz veriyordu konuşmasında. Kentin tarihinin çok eski olduğunu –evet çok çok doğru- ve İzmir’in tarım, sanayi, turizmin başkenti olduğundan dem vuruyordu.

İzmir’de ticaret ara ki bulasın. Eğer az da olsa sanayi varsa, Manisa bölgesindedir daha ziyade. Sanayi yapıldığını düşündüğünüz Çiğli’ye yolunuz düştüğünde üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi duran hali, içinize hafakanlar basmasına neden olur.

Tarıma gelirsek o da, yine Manisa ve Söke ovasındaki verimli topraklardan kaynaklanır. Aslında İzmir’in liman şehri olması, kenti hareketlendirse de yine de sonuç değişmez.

Bu şehre taşındığımız 1988 den beri durum budur. Bunları gözlemliyorum. Hangi iktidar olursa olsun, tempo ve dinamizm bu şehirde eksiktir. İzmir’den çok küçük olan Bursa’da bile tempoyu, dinamizmi hissedersiniz.

Yazımın ana konusu olan sanat ise çok azdır. Sinemalara en çok gişe yapan filmler gelir, sanat filmleri gelmez, eskaza gelse de çok az gösterimde kalır ve hemen kalkar.

Sanki birileri bu şehrin üstüne bi ölü toprağı, durağanlık tozu ekmiş. Her şey fazla dingin.
Belki şu anda bunu okuyan İzmirli blogdaşlar bana kızıyorlardır. “hayır İzmir çok güzel, İzmir Türkiye’nin en güzel şehri v.s.” diye. Evet doğduğun toprağı sevmenin, benimsemenin güzel bişey olduğunu düşünüyorum. Fakat bu öyle hastalıklı bi hal ki; kara sevdaya tutulmuş, sevdiğinin hiçbir hatasını görmeyen, gözü aşkından kör olmuş insanın haline benzetiyorum.
Eleştiri insana da, bi şehre de dair olsa, gelişmesine fırsat verir. Hatalarını görür ve eksikliklerini giderir.
İnsanı baz alırsak kendisi mükemmel gören ve çevresinden de mükemmelliği sürekli tekrarlanan biri, kendisinin kusursuz olduğunu düşündüğünden, aynı hataları tekrarlar ve aynı noktada kalmasına ve hatta yıllar hızla akıp geçerken çağa ayak uyduramamasına neden olur.
Eleştiri ve eksiklikleri söylemektir bence aslında sevmek. Gelişmesini istediğimizi ifade ederiz

Diğeri kendi kendini kandırmaktan ve –miş gibi sanmaktan öteye gitmez.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..