Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '11

 
Kategori
Tiyatro
 

Janset Karavin ile mim sanatı ve sokak performansları üzerine söyleşi

Janset Karavin ile mim sanatı ve sokak performansları üzerine söyleşi
 

Janset Karavin


USLANMAZ BİR MARİONETTE SOLİST  

JANSET KARAVİN 

VE ‘TU KAKA’ OLMAKTAN KURTULAN SOKAK 

Zeliha Demirel: Sevgili Janset Karavin sizi kent içinde sürekli sokaklarda performans sergilerken gördüğüm izlekten yola çıkarak soruyorum, sokakta olmak, sokağın akışına pencere açmak, kolay olmasa gerek, yeni bir dünya mümkün mü? Sanat sokağa inerse özlediğimiz sabahlara uyanacak mıyız?
Janset Karavin: Bizim, Noreplika Sanat Kolektifi olarak "Yaşasın Gürültü" adında, benim kaleme aldığım bir manifestomuz var; manifestik bir topluluğuz. Sanatı sokağa "çıkartmak, " şeklinde ifade etmeyi yeğliyoruz biz atölyede, inmek, düşmek vs. gibi alt anlamları 'kötü' algılanabilecek bir dil kullanmaktansa. İnsanların böyle bir inanışları var; daha doğrusu mu sizi tenzih ederim ancak, 'ortalama algının, ' sokak ile alakalı izlenimi budur. Sokak kötü bir şeydir; sokağa düşülür. Oysa sokak bizim için hayatın kalbidir, kalp atışlarıdır. Çünkü biz 'siviliz' ve hayatın sokakta şekillendiğine, şekilleneceğine, hayatın yaşayan insanlarca biçimlendirileceğine ve bu insanların kendi geleceklerini de kendilerinin biçimlendirme haklarına inanır, bunun için gerekirse savaşırız. Türkiye'nin siyasi ve politik geçmişindeki elim olaylar göz önüne getirilecek olursa bu fikirdeki sabitliğimizin gerekçeleri daha iyi algılanabilecektir, yoksa demokrasiye falan inanmıyoruz ben ve arkadaşlarım. İnandığımız sadece özgürlüktür, sonuna kadar özgürlük hatta kaosun güzellemesidir.
Sokağa sanatı çıkartmaktaki maksadımız "Yaşasın Gürültü'"de açıkça şu satırlarda ifadesini bulmuştur: "(...) ateşbaz bir sıçrayışla, sanatın parçası haline getirilmiş tüm mekanizmaları, sanatçının bağsızlığını düğümleyen parababalarını, süslü salon ve galerileri, müzeleri lanetliyoruz ve onlarla birlikte, düzenin kurguladığı, pohpohladığı köşeleri kapmış liyakatsiz bilirkişi tahakkümünün sahte gerçekliğini yıkarak, insanlığa yeni bir insanca düşünme fırsatı yaratacağız: Bayrağımızı yere sereceğiz çünkü hayatın kalbi sokaklar bizim gönderimizdir. Sokaklara çıkacağız! (...)"
Bu eylemimizin öykünülerek çoğalacağına ve 'bağımlısı, savaşçısı olduğumuz' özgürlük kavramı bağlamında olumlu toplumsal neticeler vereceğine yürekten inanıyoruz. Sokakta öylesine yürümekteyken yahut bir yerden bir yere yetişmek çabasındayken insanlar, günlük koşuşturmacaları ve kentin kargaşası arasında zihinlerini durulaştırabilecekleri, çevrelerine sistem tarafından örülmüş duvarları şeffaflaştırmalarına yardımcı olacak birileriyle, sanatçılarla hem de aralarında 'mesafe' olmaksızın; dokunabilecekleri, göz göze gelebilecekleri sanatçılarla karşılaşmalarının popüler kültürün zehirlerini akıtmalarında etkili bir silah olacağını düşünüyoruz ve bu yüzden oradayız.
Kavram kargaşası yaşanan topraklarda doğduk, büyüdük ve yaşıyoruz. Bu kargaşa sistemin bilinçli olarak yozlaştırmaya çalıştığı ve bunu bireyselliğin yüceltilmesiyle gerçekleştirdiği insanların sanat ve sanatçı kavramlarında da mevcut. Sanatçı Seda Sayan değildir! Sanatçının kendileri gibi toplu taşıma araçları kullandığının, kendisine dayatılan yaşam koşulları ve karşılıksılığı sebebiyle sanatının buna mecbur kaldığının bilincinde değil halk kitleleri. Sanatçı onlara göre Tarkan misalse. Biz diyoruz ki, sanatçı üretmek için yaşar, sadece üretmek için vardır ve varlığını bu amaç uğruna sürdürebilmek için tıpkı sizler gibi kısıtlandırılmışlığından (yemek, giyinmek, barınmak gibi ihtiyaçlar) sürekli rahatsızlık duymaktadır. 

Zeliha Demirel: Mim sanatının bizim sokaklarımızdan yola çıkarak dünyada geldiği noktayı mim sanatını tarihsel takvimine de uğrayarak anlatır mısınız?
Janset Karavin: Pantomim sanatının günümüzde, tarihi süreci takiple geldiği noktanın sokaklarımızla uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Bizde pantomim, halkın bildiği, işittiği bir sanat değildir. Bu da epey ironiktir; sevgili üstadımız Ulvi Arı'nın da dile getirdiği gibi bu ülkede en çok icraa edilen sanat mimdir oysa, herkes susmaktadır.
Halkın bilmediği, tanışmadığı bir sanatı hatta 'salon sanatı, ' diye sıklıkla tanımlanan bir sanat disiplinini inatla sokağa çıkartmak beraberinde birçok olumlu-olumsuz tepkiyi de kucaklamak, göğüslemek manasına geliyor elbette. Bu Avrupa'da daha kolaydır şüphesiz ancak Türkiye'de...
Aslına bakacak olursanız sebebi de çok basittir; çok geç gelmiştir Türkiye'ye pantomim, geleneksel bir sanat değildir. Geleneksel öğelere ihtiyaç çok dardır. Muhafazakar kesimin, sanatın geleneksel değerlerimizi yansıtması beklentisi daimdir misalse ancak, pantomimde geleneksel yahut tam karşılığıyla 'kültürel' olarak dikkate alınması gereken tek öğe vücut dilidir. Şöylece örneklendirmek gerekirse her kültürde belli başlı kimi hareketler, insanlarca farkında olmadan da olsa sürekli tekrarlanır bazı duyguları, duygudurumları ifade için. İşte pantomim sanatçısının özenli bir gözlemci olmasını gerektiren temel sebep de budur. Eğer yaşadığı topluma yabancı-yabancılaşmış bir sanatçı söz konusu ise bu temel hareketleri kaçıracaktır ve bu durum, zaten halkın kendisinden oldukça uzak bulduğu bir disiplindeki performansının algılanmasını daha da güçleştirecektir. Dahası şunu da ekleyeyim; eğer bu performansı sokakta sergilemekteyse olumsuz tepkileri daha da yoğun olarak alacaktır.
Bu durum Batı toplumlarında neden böyle değildir, bu denli uzak değildir pantomim halk kitlelerine, diye soracak olursanız biraz kitap karıştırmak lüzumlu olacaktır. Kabaca mim sanatının tarihçesine baktığınızda geçmişinin Roma'ya kadar uzandığını ve Roma döneminden bu yana dansla paralel bir dönüşüm süreci yaşadığını görürsünüz pantomimin. Commedia dell'arte içerisinde halka fazlasıyla 'inmiş' ve bana sorarsanız artık sanatsal niteliklerini yitirmeye başlamış ancak kitlelerin aslında bilinçaltlarında varlığını sürdüren bu sanatı anımsamaları sağlanmıştır. Burayı biraz açmak gerekiyor sanıyorum...
Pantomim bana sorarsanız kaybedilmiş, unutulmuş dilidir insanlığın. Dilsizdir ancak bu bir dildir hatta dillerden evvel var olan, insanlığın hakiki lisanıdır. Bir hareket bütünlüğü, akışı ile sağlanan öyküleme ritmidir hakeza, ateşin başında geceleri toplanan ilkel atalarımızın birbirlerine anlattıkları hikayeler pantomimdir dilsel öğeler yerleşene değin. Bu bağlamda sözlü yazınla da bağları çok şiddetlidir. İnsanın duygudurumunu hareketleri, duruşu ve mimikleriyle yansıtışına hakim olmadan başarılı tabir edilebilecek bir tek yazar gösteremezsiniz mesela (Pamuk hariç elbette, o yazar değil insanüstü bir 'şeydir' yaşadığı topluma yabancıdır, toplum onu anlamamaktadır çünkü o dahidir, büyüktür, çok değerlidir; yüzyıllar sonra anlayacaktır elbette.)
17. yy'da bale sanatı içerisinde kendisine yer bulmaya başlayan mim yeni çağa doğru böylece yürümüş ve 18. yy'da 'saraylı' bir sanat disiplini olarak yaftayı yemiş ancak takip eden süreçte hep en uçlarda yer bulmuştur kendisine; ya sirklerdedir ya da saraylarda. Pantomimin temel teknikler bakımından arılaştırılması (bale, dans ve sessiz sinema oyunculuğu tekniklerinden ayrıştırılması) çalışmalarında bulunmuştur birçokları 20. yy içinde ancak, bu zaman zarfında pantomim türlü popüler dans akımları ve avangard tiyatro tekniklerinin bir türevi olarak gelişimini sürdürmüştür.
Günümüzde bu arayış, içsel yolculuk hâlâ sürmektedir. Bu bakımdan da yaklaşırsak pantomim, yaşayan, kalbi atan bir sanattır.
Bizim ekolümüz, , , iddialı bir tanım belki 'ekol' ancak şöyle ifade edelim: Noreplika'nın pantomimde takipçisi olduğu bir özel isim yoktur fakat, etkisini kabul ettiği ve benimseyerek tekniklerini dönüştürmeye çabaladığı isimler vardır. Bir dans türevi değildir bize göre pantomim ama gene de müzikle belirgin bir senkronizasyonu gerektirir. Bir pantomim dramada Solist'in aksiyonu eşleşmiyor yahut müzik, Solist'in iç aksiyonunu yansıtmayacak ritimlerdeyse bu çalışma başarısızdır. Buna ek olarak mimikler en basit düzeyde tutulmamış ve böylelikle odak en dar çerçeveye alınamamışsa ve hareketler net "toc"lar ile noktalanmamışsa elbette gene başarılı bir pantomim performansından bahsedilemez. 

Zeliha Demirel: Konuşma yetisine sahip bir varlık olan insan için susmak hangi ihtiyaçtan, ya da şöyle mi sormalıyım, insan neyi ifade edemez de susar? Mim sanatçısı konuşursa sözle beden uyumu aynı anda olur mu? Oyuncu ile pantomim sanatçısı arasındaki belirgin farklar nelerdir?
Janset Karavin: Susma eylemi; bakın eylemi diyorum, eylemsizliği değil, pantomimde ifadeyi güçlendirmek için kullanılan bir öğedir.
Mim sanatçısı yani Pantomim Solist bizim deyişimizle, "pankomim" adını verdiğimiz "sözlü" pantomim performanslarında konuşmaktadır da! Söz, vurgu, beden dili, iç aksiyon, müzik (hatta çoğu bu performanslara canlı müzik ya da akapella performanslar eşlik ettiği için sokaklarda çok ender sergiliyoruz...) hatta görselliği güçlendirebilmek amacıyla kullanılabilecek kostüm, mask vb. aksesuarların kullanımı bile uyumlu olacaktır, olmalıdır birbiriyle. Bir Solist, zaten oyuncudur. Bu esasa binaen üç Solist yetiştirmeye çalışıyorum ben Noreplikatölye'de ben şimdilerde.
Demek istediğim o ki, Türkiye'de pek bilinmediği halde birçok yabancı oyuncu pantomim tekniklerine hakimdir. Bir oyuncudan sesini eksilttiğinizde oyunculuğundan geriye kalan pantomimdir, olmalıdır. Elbette daha basitleştirilmiş, vuruş ve noktalamaları gündelik yaşam ritmine uyarlanmış bir hareket devamlılığı olmalıdır ancak pantomim bilgisi bu konuda da en büyük yardımcısı olacaktır oyuncunun. Bizler de pantomim sanatçıları olarak birçok oyunculuk tekniğini zaten performanslarımızda kullanır, bu bilgilerden faydalanırız.
Sorunuzun "...susmak hangi ihtiyaçtan, ya da şöyle mi sormalıyım, insan neyi ifade edemez de susar?" kısmına ithafen de şunları zikretmek isterim: İnsanı insan kılan aslen doğal yetileri değil de varoluşunun doğal içsel öğeleridir bence. Misal ben, karanlıkta oturmayı severim. Karanlık aslında hiçbir zaman tam manasıyla karanlık değildir. Kesif, zifiri tabir edilse bile, dahası öyle olsa dahi değildir içinde bir insan barındırmaktaysa o anda. Çünkü, insanın iç sesi vardır; buna vicdan da der bazen insanlar ancak hakikatte bu, insanın özüdür. Görselliğinden, görme yetisinin sekteye uğrayışıyla yoksun kalan insan, bedensizliğiyle yok değildir, oradadır: Zaman içinde ve somuttur gene de ve kendisidir. Yitirdiği bedensel varlığıyla ki işte sanatın insanda dokunmayı hedeflediği "somut" varoluş bilinci de tam da budur, burasıdır. Mim bu bakımdan bir yöntem olarak, pratikte ve disiplin açısından sanat eylemleri arasında susarak ipi en önde göğüslemeye adaydır. 

Zeliha Demirel: Makyaj kimliksizleştiriyor. Octavia Paz, Yalnızlıklar Dolambacı adlı kitabında “Kişiyi bir kimse olmaktan çıkarıp hiç kimse yaparız. Bu hiçlik giderek bir bireysellik ve somutluk kazanır, tanınan bir yüz, bir beden aniden hiç kimse oluverir” der ya; bu sanatı icra ederken alt ve üst kimliklerimizden sıyrılıyor olmamız bence uygar insanın, evrensel insanlık durumunu yakaladığı an mı? 

Janset Karavin: Cevaba kalkışmadan evvel, insanın "uygar" tanımına sıkıştırılması bana bir zorlama gibi geliyor doğrusu. Uygar olan sadece o asra aidiyetle tespit olunur; değişkendir, oysa insanca olan, zamandan bağsızdır. İnsan, uygar olarak tanımlayıp kendisini aşağılayabilir ancak. Evrensellik ve evrensel değerler ifadelerinin de insanın evren-zaman kümesinde kapsadığı alan düşünülürse küçücük, değersiz varlığına rağmen büyütüp, parlattığı egosunun vücuda gelmiş, dile dökülmüşlüğüdür bu olsa olsa.
Buradan da yola çıkarak aslında birçok sosyokültürel gerekçenin şekillendirmeleri ötesinde, yaşadığı gezegen üzerinde birbirinden hiçbir farkı bulunmayan ama gene de "aykırılar, ötekiler" yaratarak kendisini tanımlamaya çalışan insanlardan, sanatçının kendisini soyutlama çabasıdır makyaj pantomimde. Soubeyran da böyle açıklamaya çalışmamış mıdır bunu? Bilinçli olarak insani yüzünü yitiren Solist, başka bir kimliğe bürünür bile isteye; bir ötekiye dönüştürür kendisini ancak gene de insana insanca durumlarını aktarmaya çabalar performansları esnasında. Yüzündeki 'tuhaf' makyaj yahut mask sebebiyle bu denli "öteki" görebildiği bir 'şey' bile kendisini anlatmaktadır izleyene. İşte bu "kilitleyicidir." Sokakta da bu böyle olmaktadır. Solist, yığınların şiddetli dikkat ve merakını cezbederek makyajla, yığından kopartıp içindeki karanlığa doğru içsel bir yolculuğa çıkarır bireyi.
Maalesef bu eylem her zaman başarılı olmaz herkes üzerinde sokakta. Çünkü sokakta izleyici sahne konsantrasyonunda değildir ve buna ek olarak bazı izleyiciler Solist'in makyajı ile bütünleştirdiği teknik düzeyi ve sanatçı duruşundan bile etkilenmez, içlerine kapanarak ayaklarının ucundan başlayan gökyüzüyle yüzleşmeye direnç gösterirler. Bunun sebebinin, kültür yeteneksizliği ya da budanmışlığı ya da daha bağışlayıcı bir tanımla, kitlelerin maruz bırakıldığı ve devlet eliyle yürütülen kültürsüzleştirme politikasının yoğun hipnozu olduğunu düşünüyorum. Bu noktada bir suçlu aranacaksa ki, suça inanmam ancak gene de aranacaksa bu devlet de sistem de değildir. Bu yozlaştırma politikasının bir ürünü olduğunu ve insanlık bilincinden her geçen gün uzaklaştığını fark edemeyen bireyin kendisidir suçlu ve cezayı da kendi kendisine kesmektedir, sokakta alay ettiği sanatçıyı cezalandıramayacağını bile anlayamayacak kadar zavallıdır yazık ki... 

Zeliha Demirel: Mim sanatı üzerine fazla kaynağa ulaşmamız pek mümkün değil, ülkemizde mim sanatı sadece kişisel çabalarla icra ediliyor, sizin bu konuda çalışmalarınız olduğunu ve bir üçleme yazdığınızı hatta bir kısmını tamamladığınızı sohbetlerimizden biliyorum. Bu çalışmalardan bahseder misiniz? 

Janset Karavin: Bu noktada bir yanlış anlama söz konusu olmuş sanıyorum. Ben bir pantomim solist olmakla beraber her şeyden önce bir yazarım. Yazarım, pantomim, marionette solistim, hayaliyim...
Yanılmıyorsam 2006 yılında mahlas kullanarak ilk romanımı kaleme almıştım; basıldı ve eleştirmenlerden olumlu tepkiler aldı klasik roman tekniği kullanımı bakımından. Gelgelelim ben klasist değildim. Bunu MonoKL Mono Kurgusuz Labirent dergisinin macerasını takip eden okurlar daha iyi bilirler; avangard tiyatro, edebiyat ve tüm sanat dalları her daim ilgimi çekmiştir. Yazmak istediğim roman, klasik eleştirmenlerin roman olarak bile tanımlayamayacakları bir romandı ve bunu başarabilmek için 2008'de bir kenara çekilerek üçlememi yazmaya başladım: Şey-im/in Üçlemesi. İlk kitap olan Galatı Aşk gene yanılmıyorsam 2009'da Pupa Yayınları'ndan basıldı. Şimdilerde "duraşk~sama" adlı ikinci kitapla haşır neşirim vakit buldukça.
Pantomim üzerine Türkçe kaynakça azlığının farkındayım ve yeni pantomim sanatçıları yetiştirmek kaygısı da gütmekte olan bir Solist olarak bu benim de sorunlarımdan biri. Bu sorunun çözümü için de, hem de şu günlerde birkaç arkadaşımla beraber bir çaba içerisindeyiz ancak bunu açıklamak için henüz pek erken.
Kendim de pantomim üzerine iki çalışma kaleme almayı planlamaktayım; bunlardan birisi daha ziyade Sokak Performanslarıyla, burada yaşadıklarımla yani anı nitelikleri ağır basacak bir çalışma ve diğeri ise daha teknik bir çalışma: Kurguladığım ve kurgulamakta olduğum pantomim dramaların teknik akışlarını içeren ve pantomim drama yazımını, kurgulamasını kolaylaştıracağını düşündüğüm ve benim de kullandığım bir kurgu tekniğinin anlatıldığı bir çalışma. Gelin görün ki, bunları şimdiden söylemek bile esasen çok doğru bir davranış değil kanaatimce. Bunları dile getirişime vesile olan cesareti yahut cüretimi size hissettiğim muhabbete yormasını dilerim okuyucunun da. 

Zeliha Demirel: Bir oyunu ne kadar süre oynar pantomimciler ya da şöyle mi sormalıyım; pantomimde oyun çeşitliliği genişliği ne kadardır?
Janset Karavin: Ömürleri boyunca oynarlar. Noreplika Solistleri için ömürdür bu kısıt; Solist üretmek için varoluşunu tanımlayan kişidir çünkü, sahneden ölüm ayırır onu ancak, pantomim sanatçısı için bu süre sahnelerden çekildiği gündür denilebilir.
İnsanların günümüzde algıları bu konuda da bozulmuştur sistem tarafından. Şöyle ki, izleyici bir en çok iki kez izlediği oyunun artık eskidiğini düşünmektedir televizyon algısıyla. Oysa birkaç senedir sergilenmekte olan bir oyun henüz pişmektedir. Oyunun tam manasıyla oturması demek en az üç dört senedir her gün defalarca prova alınması ve sahnelenmesi zorunluluğudur.
İnsanlar televizyonun çatlattığı algılarıyla bilinçlerini sığlaştırarak ve bu sığlıkta elde ettikleri güvenle "hep aynı oyun, hep aynı oyun, " diyerek tepki verebiliyorlar. Boğulma tehlikesi yoksa, derinlik yoksa hayat yoktur.
Ben oyunları yazarlık deneyimimin de verdiği bir avantajla kurguluyorum ve sadece pantomimle ilgilenebilseydim şu anda bile onlarca oyun kurgulamış olurdum. Birçok disiplinde çalışmalarımı sürdürüyor olmam süreci esnetiyor. Üzerinde kısa süredir çalıştığım bir yeni oyunu tamamlamak üzereyim şimdilerde; birkaç haftaya sokaklarda da sergilemeye başlayabileceğimi umuyorum. Bununla beraber solo performanslardan başka yani, düetler ve daha da karmaşık performanslar kurgulamaya çalıştığımı düşünürsek sanıyorum repertuarım önümüzdeki on sene içerisinde yirmilere erişecektir fakat belirtmeliyim; bu başarı değildir, üretkenlik iyidir sadece. Bu düzeyde üretkenliğin tek sebebi de Solistlik kavramıdır. Ben arkadaş, eş, anne değilim, kardeş ya da evlat olmaktan önce Solist'im ve hayat bu bilinçle yaklaştığımı bilerek iletişim kurar yakın çevremde benimle.
Ezcümle, pantomimde oyun çeşitliliği sanatçının sanatçılık bilinci, disiplini ve çalışma istekliliğiyle eşgüdümlüdür. Sanat tüketilebilir değildir; o sebeple popülerleşen 'şey' sanat değil, eğlentidir yalnızca. İşte bu akış içerisinde pantomim drama, bir sanat eseridir ve çağlar boyu sergilenebilir. 

Zeliha Demirel: Muhatabınız talebi karşılıyor mu? Sanatı sokağa yorumlamak, güncel sokağın var olan elemanlarının, kaosunun, karmaşasının ya da dinginliğinin sizi özgünlüğe iten dinamikleri var mı?
Janset Karavin: Muhatabım tamamen sokaktaki izleyici değil yahut hedefimdeki izleyici kitlesi sokakta hasbelkader karşılaştığım kitle değil elbette; pantomim dramaları sahne için kurguluyor ve sahne performansları da yapıyorum. Yanılmıyorsam ilk soruda bahsetmiştim, sokaklara çıkmak manifestik tavırla alakalı. Ancak sokağa çıktığınızda bulduğunuz muhatap elbette çok zaman bir sanatçı olarak kişisel talebime cevap veremiyor çok kere. Belirtmekte fayda görürüm; sokakta sergilediğim performanslarda birkaç amaç var buna karşın. Birincisi ve hayatla ilişikliği en az olanı kanımca, dönem dönem Noreplikatölye öğrencilerinin eğitim giderlerini karşılamak. İkincisi sokakta yüzleştiğim kitlelerin daha evvelki cevaplarımda da dem vurduğum gibi, pantomimle çarpışmalarını, popüler kültürsüzleşme zehrini akıtabilecekleri bir mecra yaratmak çabası. Eğer bugüne değin hepi topu yüz insanın, artık bir pantomim sanatçısı gördüğünde "bu ne ya?" tepkisi vermesine engel olmuşsam ve pantomim sanatı hakkında çok üstünkörü de olsa bir kanaat edinmesine katkıda bulunmuşsam, ben hedefime yürüyorum demektir.
Pantomim performanslarını sokakta sergilemenin bana temel katkısı konsantrasyon yüksekliği olmuştur. Doğrudan fiziksel müdahale olmadığı taktirde ben, tam manasıyla konsantre olmuş vaziyetteyimdir. Sahne performanslarında bunun faydasını ise iç aksiyonu inanılmaz düzeyde yükseltebilmek olarak gözlemlemekteyim.
Bir not olarak geçmek isterim; Sokak Performanslarına başlarken sağ elimi göğsüme götürdüğümü gören izleyiciler vardır okuyucu arasında... O esnada bir çeşit dua etmelerini tavsiye ederim öğrencilerime de. İnançları çerçevesinde edecekleri bu dua yahut kendi iç sesleriyle başbaşa kalma anı çabası, sergileyecekleri performansın bir çeşit ibadete dönüşmesidir. İbadet dinsel bir mana içermez bana göre sadece, aynı zamanda sanat eserinin sunumu da bir nevi ibadettir, sorgu anıdır hatta sanatçı için. Görevin icra edildiği andır. Varlık sebebiyle yüzleşildiği an. 

Zeliha Demirel: Mim sanatını icra ederken karşılaştığınız zorluklar neler? Özellikle son yıllarda sanat kollarından dallarından giderek artan ivmeyle budanıyor.
Janset Karavin: Bahsettiğiniz budamayı her politik görüş kendince, iktidarı ele geçirdiğinde pratiğe döküyor. Tuhaf bir biçimde tamamen karşısında olduğum İstanbul 2010 Kültür Başkenti etkinliği sebebiyle iktidar partisinin yönetimindeki belediyeler sınırları içinde neredeyse hiçbir güçlükle karşılaşmaksızın Sokak Performanslarını sergileyebiliyorum ancak, muhalif parti belediyeleri bu konuda daha ağır yaptırımlar uyguluyorlar. Bu durum beni ürkütüyor ve yabancılaştırıyor.
Açık konuşayım, Kadıköy'de Bahariye Caddesi'nde Sokak Performansı yapabilmek için valilikten izin almaya çalışıyorum iki aydır ve izin talebimiz bölge karakolunda üç haftadır bekletiliyor; izin süresi aşılacak artık. Buna koşut, Beyoğlu'nda izne gereksinim olmaksızın hatta zabıta ve polisin insanca yaklaşımıyla performanslarımı sürdürüyorum.
Performansların sergilenebileceği sahne ve seyirci bulmak asıl zorluk sanıyorum. Sokaklardaki eylemimin, pantomime olan ilgiyi arttırarak bu sorunun çözümüne hizmet etmesini umuyorum. Geçen sene Galata Perform'a katılmış ve 50 kişilik bir sahneyi zor doldurmuştuk. İzleyicilerin çoğunun yabancı oluşu da bir başka üzüntü kaynağı olmuştu doğrusu benim için. 

Zeliha Demirel: Mim sanatının yaygınlaşması adına atölyenizde eğitimler verdiğinizi de biliyorum, mim sanatına ilgi nasıl? Ayrıca şunu sormak istiyorum mim sanatında kadın olmanın zorlukları var mı? Kadınlar yeterince var mı? Hem Türkiye’de hem de evrensel olarak mim sanatı ve cinsiyet üzerine neler söylersiniz?
Janset Karavin: Pantomime ilgi düşük düzeyde açıkçası ve bu oldukça üzücü. İnsanların pantomim yapmak için eğitim almak isteseler bile ellerini kollarını bağlayan bir sistem var karşılarında; sistem Berlin Duvarı gibi adeta! Gençlerin birçokları ya sanat ya da hayatı seçmeye zorlanıyorlar. Çok yetenekli olabiliyorlar ancak, bankacı, muhasebeci, sigortacı olmaları gerekiyor. Aileler korkunç bir baskı altında tutuyor gençleri çocukluklarından başlayarak. Bu korkunç! Bir insanın, kendi hayatı üzerinde karar verebilme hakkını ihlal edenin "çekirdek aile" olması bir trajediden de öte bir insan katliamı bence. İnsanlar sistem içinde, kendi hayatları hakkında kararlar aldıklarını sanıyorlar ancak almıyorlar, alamıyor ve bunu fark etmiyorlar bile; öylece yaşayıp gidiyor ve bunun farkına vardıklarında bu yüzleşmenin şiddetli şokuyla sarsılabiliyorlar. Bu çok genç yaşta da olabiliyor, çok geç de kalınmış olunabiliyor bu yüzleşme için. Tabii bir de hiç yüzleşmeyenler var ki, zaten onlar yaşarken de insan olma bilinci gerisinde, bana sorarsanız birer "homo-animus" olarak var olup, yeyip-içip... sadece varlıklarıyla var oldukları sanrısının sancısını sizin bizim gibi insan olma çabasıyla ayakta duranlara çektiriyorlar.
Pantomim yahut diğer sanat disiplinlerinden herhangi birinde kadın olmak değil, maalesef bu ülkede bir kadın olmak güç; her ne işle iştigal ediyor olursanız olun zor. Bunun temel sebebi pek tabii ataerkil toplumsal zihin ki, bu düşünme biçimi kadın ya da erkek tüm bireylere ailelerinden başlayarak eğitim sistemi aracılığıyla ve sözde eğitimleri (ıslahları yahut; sistem için uygun birer sessiz, güdük, sürü psikolojisine sahip, kimliksiz olarak şekillendirildiklerinde) tamamlandığında toplumca herkesin ruhuna nakış gibi işleniyor. Bunu bireysel olarak kırmak çok zor. Bu kadın ya da erkek olmaktan daha da zor. Başarabilenler var fakat işte onlar da toplumun ortalama zekasının kendisini tanımlayabilmek için kullandığı "aykırı ya da ötekiler" olup çıkıyorlar. İşbu halde bu toplumda kadın olmaktan ziyade "insan olmak" hatta "insan olarak kalabilmek" bile çok güç.
Kadınların gerek sanat, gerek siyaset ve gerekse de iş hayatındaki dar katılımı hep konuşulagelen bir mesele olmuştur; bu hal Batı toplumlarında bizdekinden bir parça iyileşme göstermekle beraber hiçbir zaman eşitlenmemiştir. Kanaatim odur ki eşitlenmeyecektir de ve bunun gerekçesi oldukça basittir. Yalnız kültürümüzde değil yeryüzü kültürlerinde kadına biçilen rol genel olarak birbiriyle örtüşmektedir kültürler arası küçük nüanslarla beraber. Şu durum tespiti ışığında diyebilirim ki feminist hareket gereklidir ancak ne yazık ki takip ettiğim eylemleri etkili ve gerekli değildir şu aşamasının çözümünde sorunun. Birçok eylemlerin, sorunun birkaç basamak yukarıdaki halindeyken daha iyileştirilmesine katkısı olabilecekken bugün yapılması çok manalı değil gözümde.
Mim ve cinsiyet üzerine bir kendi fikrime bir de pantomimdeki genel konumlamaya değinebilirim... Bir pantomim solist özel olarak bir tiplemeyi canlandırmıyor, bir karakter oluşturuyor ve bu karakterin muhakkak bir cinsiyeti bulunması gerekmiyorsa cinsiyetsizdir. Bu durum mim sanatında pek dile getirilmeyen ancak ilk bakışta görülen şu hadiseyi ortaya çıkartmıştır; neredeyse tüm büyük 'erkek' ustalar 'gey'dir. Bunun hiçbir sakıncası yoktur bence ancak bana soracak olursanız yönelimleri yarattıkları karakterlere de yansımaktadır ve bu pek de doğru bir sonuç yaratmamaktadır sanatsal üreti açısından. Eğer bir gey karakter yaratıyorsanız bu durumda çok başarılı bir kompozisyon çizdiğiniz söylenebilirdi fakat Solist'in cinsel yöneliminin oyunculuk tekniğini yorumlamasına yansıması...
Bu bir 'meseledir' eğitim esnasında da. Kadın Solist Adayları ilk aşamada hareketi yorumlarken ritim ve akış üzerine kuramsal bilgi sahibi de olmadıklarından ve teknikleri de yeterince gelişmediğinden, kompozisyonu bir kadın gibi, kadınca salınımlarla yorumlama çabasına kalkışırlar. Biz bunu engellemek için beden sıfırlama üzerinde aylarca duruyoruz. Bakın az evvel efsaneleşmiş erkek mim sanatçıları hakkında getirdiğim eleştiri bir kadın mimci için de bu koşutlukta geçerlidir. Bir kadın mimci de karakterini kadınca kompoze ediyorsa ve karakterin bir kadın olması mecburi değilse bu büyük bir hatadır.
Kadın mim sanatçıları var elbette, ülkemizde de var. Nicelik olarak az olduğumuz da doğrudur fakat inanıyorum ki, içinde bulunduğumuz on yıllar içerisinde uluslararası düzeyde birden çok kadın mim sanatçısı, Türkiye'de pantomimin tarihçesi boyu süregiden erkek egemenliğine sıkı bir omuz atacaktır. 

Zeliha Demirel: Sizin yarattığınız tiplemeleriniz var mı?
Janset Karavin: Hayır. Belki ileride böyle bir tipleme yaratma ihtiyacı doğacaktır bir seri kurgu söz konusu olur ise fakat ben, bu tiplemelerin popülerizmi tetiklediğine ve bunun da üretim sürecini sekteye uğratacağına inanıyorum. Bence pantomim solist "herkestir." 

Zeliha Demirel: Kültür bakanlığı bu sanatı destekliyor mu? Okullarda Pantomim bölümü var mı?
Janset Karavin: İstanbul Üniversitesi'nde var. Yeterli mi? Hayır. Daha çok bölüm açılsa kim ders verecek? ... Daha çok üniversite bünyesinde bölüm açılması ve daha çok pantomim sanatçısı yetiştirilmesi gerekli mi peki? Zor bir soru, bakış açınıza bağlı fakat çok ciddi bir ihtiyaç değil bana sorarsanız bu. Her sene yüz pantomim sanatçısını mezun eden okulların bu konuda yaratacakları enflasyon tam bir işgüzarlık olur. Dahası bana sorarsanız devletin sanata bulaşmaması daha da sağlıklı olacaktır. Devlet eliyle sanat eğitimine inanmıyorum ben. Akademisyenlerin gerekliliği tartışılmaz ancak sanatta usta-çırak ilişkisini önemsiyorum ve doğru yöntem olduğuna inanıyorum. Devlet eliyle eğitimin sağladığı diploma toplum tarafından bir gösterge olarak algılanıyor sadece ve az evvel bu algının genç insanların hayatlarını nasıl mahvettiğinden bahsettim; ben karşılaştım, atölyemde bu çocuklarla çalıştım.
Ustaların elinden çıkan kolektif bir eğitim de olabilir bir tek ustaya bağlılıktan çok sanat eğitimi ancak devletin sanat eğitimine de devletin sanatçılığına da karşıyım. Devletin sanatçısı olmaz, bürokratı olur.
Kültür Bakanlığı desteklerine gelince... Noreplika sadece pantomim sanatıyla ilgili değil, biliyorsunuz. Marionette, kara tiyatro, geleneksel gölge oyunu gibi birçok farklı alanda çalışıyoruz ve bu kapsamlarda Kültür Bakanlığı Özel Tiyatroları Destek Fonlarına her sene başvuru yapıyoruz. İnanın verecekleri destek, başvurusunu yaptığımız projelerin maliyetlerinin yirmide otuzda birini bile karşılamaz. Zaten bu konudaki temel tavrım başvuruları kesmemek ama kendi başımın çaresine bakmaktır. Devletten tek beklentimiz şu bizim Noreplika Sanat Kolektifi olarak; sanata ve sanatçıya da uyguladıkları ağır vergilendirmeden vazgeçsinler, ellerini üzerimizden çeksinler, bizi rahat bıraksınlar ve insanlara aracısız olarak üretimlerimizi ulaştırabilmemiz konusundaki çabalarımıza çeşitli uzuvları ve kurumlarıyla müdahale edip durmasınlar. 

Zeliha Demirel: Sokakta sanat icra eden bir sanatçı olarak sanatsal duyarlılığın artması ve insanın iyileşmesi konusunda umudunuz var mı?
Janset Karavin: İnsanın iyileşmesi hususunda umudu olmayan biri sanatçı olamaz zaten; elbette var. Her daim olacak ve bu umudu her öğrencime aktarmaya çabalıyorum fakat bunun sokağa kadar yansıması için önümüzde çok uzun zaman var. Ben göremem o günleri. Benim yetiştirdiğim Solistler de göremezler tahminim o ki. Onların yetiştirecekleri Solistler içinse umutluyum, belki...
Duyarlı insanlar her çağda vardı, var olacaklardır. Rönesansa sebep olan da bu duyarlı insanlardı. Avrupa burjuvazisinin binde biri olabilseydi bizim burjuvamız kültürel bakımdan yeni bir rönesans yaratmak hele ki İstanbul gibi bir megapolde işten bile sayılmazdı. Ne var ki bizimkiler yemeye içmeye, giyinip kuşanıp, gezip tozmaya pek meraklıdırlar. Buralara harcadıklarıyla insanlığın geleceğine şekil ve yön verecek ne çok eser ortaya konulabilir!
Kısacası hem umutlu hem de umutsuzum. Bu anlaşılıyor zaten söylediklerimden sanıyorum ama, şunun altını çizmek istiyorum; umutsuzlukla yaftalanmayı dilemediğimden biraz da, zaman algısı dar olan geniş kitleler için söylemim umutsuzluk algısına yol açabilir. Oysa benim için birkaç asır, değersiz bir zaman birimi. Ürettiğim eserler için de öyle olmasını dilerim; öyle olursa bu, insanlığa küçük de olsa bir katkıda bulunabildiğimi gösterecektir hakeza. Bu zaman uzamı bağlamında ben bu coğrafyanın insanından ve onun geleceğinden çok umutluyum ancak, insanlığın bugünkü izleği çerçevesinde geleceği beni ürkütüyor. 

Zeliha Demirel: Eklemek istedikleriniz var mı?
Janset Karavin: Var. Manifestomuz! Bu paylaşım zaten yaptığımız söyleşinin kısa bir özetini, özütünü verecektir.
Noreplika bir yeraltı sanat-yaşam hareketidir.
Bireylerin bireyler, bireylerin şeyler ve toplulukların-toplumun birey üzerindeki sahiplik iddiaları karşısında dik duruştur. Biz, tek başımıza kalsak bile bireyliğimizin soğuk, tehlikeli, yalnızlık ve bağsızlık kokan, ürkütücü kara şarkısını haykırmaya niyetliyiz.
 

Mağara duvarlarına resimler çizen ilk münzeviden bugüne, sanatta devrimci güzellemeyi miras bırakan her itilmiş-dışlanmış, deli gözüyle bakılmış, cesur, cüretkâr hatta korkusuz ve bağımsız, evcilleştirilememiş olan atamıza, İsa, Musa, Muhammed ve bilindik unutulduk tüm elçilere, Leonardo'ya, Yunus'a, Nazım'a, Brecht'e, Ece'ye, Mallarme'ye, Aragon'a, Dostoyevski'ye ve daha nicelerine selam olsun!

Sanatın ve şüphesiz beraberinde insanlığın karanlık bir çağa adım attığı 21. yy'ın bu ilk çeyreğinde, kapitalistlerin vitrinlerde süsledikleri, janjanlı ambalaj kâğıtlarına sarılı ürünler-metalar olmayı reddediyoruz. Biz size, onlar gibi rengârenk ve ışıklı tatlar, masallarda bile gerçek olamayacak kadar akıl almaz güzellikler değil, yıkım vaad ediyoruz! Yıkımın güzellemesidir Noreplika; ateşbaz bir sıçrayışla, sanatın parçası haline getirilmiş tüm mekanizmaları, sanatçının bağsızlığını düğümleyen parababalarını, süslü salon ve galerileri, müzeleri lanetliyoruz ve onlarla birlikte, düzenin kurguladığı, pohpohladığı köşeleri kapmış liyakatsiz bilirkişi tahakkümünün sahte gerçekliğini yıkarak, insanlığa yeni bir insanca düşünme fırsatı yaratacağız: Bayrağımızı yere sereceğiz çünkü hayatın kalbi sokaklar bizim gönderimizdir. Sokaklara çıkacağız!

Ruhumuzu ok, bedenimizi yay kılıp karanlıktaki insanlığı aklından ve yüreğinden tek atışla vuracağız: Üreteceğiz! Varolma eksenli olacak üretimimiz; yani üretirken kendimizi ona teslim edeceğiz ve bunu sadece kendimizi ifade, insanları sert bir tokatla içine yürütüldükleri karanlıktan çekip alma kaygılarımızla yapacağız; yoksa, sanatsal üretimin maddesel karşılığının olması mümkün değildir. Sanatı madde için değil, insan düşlemi için yapacağız.

Varlığımızı kişisel hırslar ve değersiz hazlardan arındırarak, yaratırken çekilen acı dışında hiçbir haz yahut güzellik hakiki değildir, düsturuyla kendimizi kadim aşk, yaratımın heyecanı, sancılı tutkusu ve ihtişamı uğruna cömertçe harcayacağız ki, insanlığı sanatla yüceltebilelim.

 

Suça inanmayacağız, cezaya inanacağız. Barışı ve barışseverliği yücelterek, militarizmi lanetleyeceğiz, çünkü bizler namlusuz, tetiksiz silahımız sanatı düşmanlarımıza doğrultmuş yenidünya kurucularıyız. İnsanların sadece insan olmak çabalarında onlara omuz verecek, insan olma çabasını şu ya da bu ülkeyi, kitabı, lideri sevme, erkek-kadın, siyah-beyaz-kızıl-sarı, ana-baba, toplumsal statü ya da mevki sahibi olma çabasına yeğ tutmalarını öğütleyeceğiz.

Çocukları, bu çocuk kalpli ve yumruklu devrimle yeryüzünün efendileri ilan ediyoruz! Zihninde hiçbir ayırımcılık tohumu ekili olmayan bu küçük insanların, kişisel hırs ve hazlarının zincirinde köleleşmiş her türlü iktidar odağının beyin yıkamasıyla milliyet, din, ırk, mezhep, meslek, sosyal statü ve mevkilere bukağılanışını lanetliyoruz. Bu beyin yıkayıcı uygarlığın karanlığına lanet olsun!

Gönderimizde aşktan başka bayrak istemiyoruz!

Her türlü liderlik statüsüne, idari erke, iktidara karşı, sanatın kâğıt üzerine çizilmiş kırmızı çizgiler tanımazlığıyla, ırksızlığı, dini mensubiyetsizliği, milliyetsizliği ve çok renkli-sesliliğiyle isyan ediyoruz. Uğruna ölünmeye değer tek değer insan olmak ve bu amaç uğrunda üretmek, diğer insanları insanlıkları üzerine yeniden düşünmeye zorlamaktır.

Bizim de yaşamayı dilediğimiz dünya, insanın şeylere değil, kendisine inandığı bir dünyayken ne diye susalım?

Yaşasın Gürültü! 

 
Toplam blog
: 84
: 605
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Konya Akşehir doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliğ..